23
2021
Dargınlık Ağacı – Nazlı Nesibe Kılıçoğlu
güneş üfledi soluğunu şehrin yüzüne
güneş üfledi soluğunu şehrin yüzüne
Hamal gibi sırtında taşıdığı yorgunluklarını bir kenara itekleyerek olduğu yerde dikeldi. Şairdi. Bu sabah da her sabah gibi yeni baştan yazılmış bir şiirin ilk dizeleri gibiydi. Hem yeni hem de tanrı vergisi… Geçirdiği her dakikanın bir diğerinden farklı olması gayreti ve ümidiyle yaşıyordu. Aynı olmasına izin vermek istediği tek şey uyanmaktı. Uyanabilmek… Uyanır uyanmaz dikelmek […]
“Ezel sırlarını, ne sen bilirsin ne ben./ Bu muamma sözü, ne sen okursun ne ben,/ Perdenin gerisinde, ben ile seni bir konuşturan var./ Perde kalkarsa, ne sen kalırsın ne ben.” bulutları gölgeliyor perdeler çok önemli bir isteği sezdirmeden getirir gibi dile dudaklarımızda geziniyor esintilerin en serini hayır söylemeyeceğiz gölgeler ki adımlarımızda ezilen gövdeler ki […]
Şimdi sana hangi gerçeği fısıldayacağımdan haberdar değilim. Bilmiyorum. İnsana dair söylenmemesi gereken ne varsa söyleyeceğim belki.
Bulutlar yavaş yavaş güneşi perdelemekten vazgeçmiş, kendilerine daha güzel bir uğraş bulmak için gökyüzünde dağılmaya başlıyordu. Kayısı yaprağının gölgesi, önündeki mavi kapaklı defterinin beyaz sayfasında belirdi. Önündeki beyaz bir sayfa mıydı sahiden?
#Direnen Edebiyat, 16. yılında 54. sayısıyla yine okuyucusuyla beraber… Yeni sayının içeriği şu şekilde: ŞİİR Bir Dosta Mektup / Ümit Aktaş / 2 Cıva Diye Bir Yer / Murat Ekinci / 6 Sönmüş Gözleri Bükülmüş Belleri / Ferhat Çiftçi / 7 Bize Samimiyet Verin Lütfen / Nazlı Nesibe Kılıçoğlu / 8 Bir Ayrılık Bir […]
Şimdi sana hangi gerçeği fısıldayacağımdan haberdar değilim. Bilmiyorum. İnsana dair söylenmemesi gereken ne varsa söyleyeceğim belki. Fark etmiyorum. Benim “bir cenaze kalkarken yağan yağmurun bir hükümet darbesinden sonra yağan yağmurdan” farkı nedir, söyleme cesaretini kendinde bulacak bir ruhum kalmadı. Seçip de söyleyeceğim kelimelerin en sonundayım. Tozlu bir konferans salonunun boşluğunda hiç kimseye yapılan bir programdaymışçasına […]
Sonsuz nur, sonsuz ışık, sonsuz huzur ile uyuyordu. Gecenin ona ne getirdiğinden, penceresinin dışındaki dünyada neler olduğundan, hangi el yazmasının bir kez daha gecenin saklayabilirliği kullanılarak toprağın derinliklerine gömüldüğünden, rüyalarının en derinine daldığını gösteren yüzüne penceresinden değen kesik gece ışıklarından, nereden geldiği bilinmeyen gecenin ıslak havasının bir sevgiliyle buluşur gibi saçlarında süzülmesinden… Ve evet. […]
Atların şimşekli bir akşamüstünde koşuşturduğu o tablo Çocukluğum, canlandırmalarım, hayallerim, canlanmalarım. Temiz bir sayfa, yıpranmamışlık, başlangıç: Yanlış şarkı anlamıyorsunuz beni Böyle olmamalı bu şiirin başlangıcı Geceden başlamalıyım sabahlara kadar Yıldızları saymalıyım usanmadan Başka işim yokmuş gibi Bu şiiri yazmak ve yaşamak için Zamanım yok. Sabah oldu Yıldızlar yok artık gökyüzünde Sokak lambaları açık unutulmuş […]
“Bana her şey yaşamı hatırlatıyor.” Hiç kimse yorgun yürüyüşlerime aldırmıyor, herkes neticede kendisine göre oldukça yorgun. Hangi bağlamda, muamma.. Sadece karşıdan gelen bir abi; sağa bir, sola bir sarhoş yürüyüşümden rahatsız, yönünü değiştiriyor. Belki de sövüyor, duymuyorum ama alışkınım. Acıtıyor.