Şimdi incir mi, şeftali mi olduğunu tam çıkaramıyorum. Şeftali olma ihtimali yüksek, caminin sağ tarafındaki pencerenin hemen yanında idi ağaç. Rahmetli Mehmet amcanın bahçesinden… Teravihin dört rekâtlık aralarında, uykuya yenik düşmediğimiz aralarda yani, uzanıp bir tane kopartırdım.
Evet, bu durumda şeftali ağacı olduğu ortaya çıkmış oldu. Çünkü en uzun günlere denk gelmiş olmalıydı ramazan. Teravih de geç vakitteydi. Cami (Aslında mescid demeli; küçük, mütevazı bir yapıydı. Kubbe falan yoktu tabi, çatılı bir yoksul haneyi andırıyordu uzaktan bakınca.) tam olarak dolardı ve havalar elbette çok sıcaktı.
Uyku ve şeftali ağacı: çocukluk ramazanımızın temel imgeleri.
Bitmek bilmeyen teravihin sonunda uykuya mutlak teslim olurdum. Acaba hangi rekâttan sonra uyudum? İnsanlar benimle ilgili ne düşündüler? Yoksa, şimdi başka bir yerde miyim? Biraz da utanmışım, belli. Onca amca; arka bölmede, perde gerisinde onca teyze sıcağa ve yorgunluğa meydan okuyarak namazı tamamlarken ben neden uyuyuverdim? Allah’tan kimse yüzüme vurmaz. Gülümserler ufaktan.
Sarıya çalan sûreti ve güneşten daha da yanmış solgun kısa saçları ve muhtemelen yine sarı ya da kahverengi arasında gidip gelen tişörtüyle gözlerini ovalaya ovalaya kapıya, annesini bulmaya giden bir çocuk olarak ramazan ayının koridorlarında geziniyorum. Ramazan ayı, inanmış köylü adamların bütün yorgunluklarına rağmen dört rekâtta bir yükselttikleri salavatlarla koridorlarını şenlendiriyor, bu eşsiz gösteriyi bir arkadaşım tamamlıyordu: şeftali ağacım.
O mescid öyle durdu yerinde, biz büyüdük. Müezzinlik, imamlık yapmak gerekti, sorumluluğu yerine getirmeye çalıştık. Yeni görevliler geldi camiye, onlarla dost ve arkadaş olduk.
Şeftali ağacı, uzayan ramazan koridorlarında yitip gitmeden önce hayat çok güzeldi. Sarı ya da kahverengi arasında gidip gelen tişörtümle küçük bir çocuk olarak o koridorda kayboldum. O mütevazı yapı yok edilirken şeftali ağacına çoktan kıyılmıştı. Yükselen beton, koridorun çıkışını tıkamış olmalıydı ki sarıya çalan sûretim karanlığın içinde iyice belirsizleşti.
Şimdi, zihnimde yorgun köylü amcaların canhıraş feryatlarla yükseltmek için çırpındıkları salavatlar yankılanıyor. Kızarmış bir şeftali oradan bakıp duruyor bana.