İslamcılığı sistem içine çekerek onun muhalefet potansiyelini emen, ortadan kaldıran son iktidar, Kürt muhalefet(ler)inin taleplerini de devrimci bir sürece meydan vermeyecek şekilde manipülatif usullerle de olsa yerine getirerek ya da yerine getirme sinyalleri vererek başka bir massetme operasyonunu gerçekleştiriyor.
28 Şubat sürecinde İslami çevrelere saldırının sembolü olarak öne çıkan başörtüsü yasağı veya başörtüsünün bizatihi kendisi AKP iktidarıyla beraber düzen içi işleyişin alt meselesine, iktidarın kendini sağlamlaştırma, meşrulaştırma nesnesine dönüştü. Dolayısıyla İslamcılar için devrimci hareket noktası olabilecek büyük ve önemli bir çelişki sembolü ortadan kaybolmuş oldu.
Başörtüsünün sembolize ettiği düzen-İslam(cılık) çelişkisinin, İslami muhalefetin, ılımlı İslamcı iktidar eliyle ortadan kaldırılmasından sonra sıra Kürt meselesine gelmişti. Neoliberal dönemin kişiyi merkeze alan tüketim kulluğu hedefinin gerçekleşebilmesi için ideolojik kalkışma gerekçelerinin ortadan kaldırılması zaruretti. Sıraya konulduğu gibi her şey bazı problemlerle birlikte de olsa planlanana uygun bir şekilde ilerliyor.
Son otuz yılın Türkiye’si, dünyadaki paralel siyasetlere bakılmadan asla anlaşılamaz. Dünyanın neoliberal dizaynıideolojileri ya darbeler, cuntalar vasıtasıyla ya da son süreçteki yaşanan örneğinde görülebileceği gibi postmodern usullerle gerçekleştiriliyor. Yunan ya da Portekiz cuntalarının misyonu ile onların bir alt kategorisi olarak değerlendirilebilecek Şili ve Türkiye cuntalarının birbirini takip eden işlevleri neydi?
İngiltere, Fransa gibi öncü demokratik ülkelerde serbest piyasanın oluşumu, ondan önceki feodalite-sömürgecilik-ulus devlet aşamalarına paralel ilerleyen kapitalizmin gelişim süreciyle anlaşılabilir. Bu meşakkatli aşamaların sağlamlaştırdığı kapitalist alt yapıdan sonra sıra elbette zayıf ve kırılgan yapılarıyla müdahaleye ihtiyaç duyan Avrupa’nın ikinci sınıf ülkelerinde ve onların peşinden de Şili, Arjantin, Tayland, Türkiye gibi üçüncü sınıf ülkelerde darbeler ve cuntalara ihtiyaç vardı.
Temel sanayileşmenin oluşmasını, kapitalist zemininin sağlamlaşmasını ancak devletçi yönetimlerin ağır sanayi yatırımları mümkün kılabiliyordu. Dolayısıyla istikrarsız yönetimlerin tasfiyesiyle yasaları sorunsuz yapacak, yatırımları muhalefetsiz yönetebilecek diktatörlükler öne çıktı. Kenan Evren’in 24 Ocak kararlarını “kararlı” bir şekilde nasıl uygulamaya devam ettiğini; Özal’ı, devirdiği hükümetten nasıl “devraldığını” gördük. Sosyalist muhalefetin yükselişinin, Türk-İslam senteziyle de İslam devriminin olası etkilerinin nasıl engellendiğine tanık olduk.
Türk ulus devletinin “kendi milyonerlerini yaratma” idealini ve bu devletin ideolojik, etnik muhalefeti nasıl eziverdiğini hatırladıkça kafamızda kendini göstermeye çalışan resim netleşmeye başlıyor. İslam’ın ve Kürtler başta olmak üzere başka etnik unsurların baskılanması ne anlam ifade ediyordu? Ermeni ve Rum topluluklarını saymıyoruz bile! Sorunlarla, isyanlarla uğraşmayacak ve etkili yapısıyla, devletçi yönetimiyle gelecek küresel ilişkilere hazırlanacak bir ülke!
Sömürü çarkının bir ülkede işletilebilmesi için o ülkede asgari altyapı çalışmalarının tamamlanması gerekmez miydi? Zora dayalı hegemonyadan rızaya dayalı hegemonyaya geçişin öncüsü Menderes hükümetlerinin Amerikan yardımlarıyla bu sömürüye uygun ülke yaratma projesini nasıl uyguladıkları ortadadır. Fabrikası, kara yolu, tren yolu olmayan bir ülkenin uzak köylerine gidilemez, o köy başkalarının olabilirdi. Dersim’in kuzey ve güneyden geçen iki farklı tren hattıyla kuşatılması hangi anlama geliyordu?
Son otuz yılda devletçi, dikte edici ekonomi politikalarının yerini ürün çeşitliğine ve bireylerin özgür seçimleri sonucu gelişecek tüketici alışkanlıklarına dayalı bambaşka ve son derece çılgın bir model aldı. Dolayısıyla bu modelde cuntalara artık yer olabilir miydi? İnsanlar, serbest piyasacıların iman ettiği şekliyle artık özgürce tüketmeliydiler. Bunun için demokratik usullerin rengârenk dünyasına ihtiyaç vardı. Rızaya dayalı hegemonya artık kesin bir şekilde sahne almalıydı.
Ulus devletin uzun hazırlık evresinde horlanan, ezilen, yok sayılan Kürt halkı için egemenler bugün yeni ve başka bir sayfa açtılar. Kuzey Irak’ta kurulan bölgesel Kürt yönetimi örnekliği bu bakımdan bir rol model olarak önemlidir. Eskiden Türkiye’ye layık görülen “Küçük Amerika” modeli artık onlar için dillendirilmektedir: Uluslararası sermayenin talanında, enerji kaynakları yağmalanan, küresel kapitalizme boyun eğmiş, ABD ve İsrail’le ilişkileri iyi bir Irak Kürdistanı…
İşte Türkiye Kürtlerinden de beklenen budur! Onlara kendi dillerinde televizyon kanalı verilirken, liselerde seçmeli Kürtçe dersi vaadinde bulunulurken, üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümleri açılırken onlardan neoliberal kapitalist yağma düzenine, ideolojik başkaldırıları terk ederek rıza göstermeleri isteniyor. Bu arada da herhangi bir antikapitalist oluşum ya da örgütlenme asla kabul edilmiyor. Niteliği tartışılsa da PKK çizgisinin de başına gelen budur.
Postmodernliğin çözücü yönetsel uygulaması demokrasi ile de BDP’nin etki alanı daraltılacak. Israrla yapılan örgüt-parti ayrımı bu niyeti açık ediyor. Pek yakında muhtemel bir anayasa değişikliğinde Kürtler kurucu unsurlardan kabul edilir ve hatta yerel yönetimler özerkliğe yakın yetkilerle donatılırsa Kürt muhalefetinin şansı ne olabilir? O zaman kendini antikapitalist ve anti küreselci bir muhalefet sıfatıyla tanımlasa da o saatten sonra bunun ne kadarlık bir etkisi, inandırıcılığı olabilir?
İslami hassasiyetleri yüksek Kürt halkı iki kere mi sistem tarafından massedilecek? Evet, bu ihtimal kuvvetli bir şekilde var. Düzenle muhalif hareketler arasında devrimci süreçlere gebe olabilecek çelişkiler, egemenler tarafından pasif devrim süreçlerinde muhaliflerin elinden alınarak onlar için fırsat olmaktan çıkarılıyor.
Kürt meselesi hallolunmuştur. Mevcut durumun gösterdiği hakikat budur. O zaman kimlik temelli siyasetin ne’liğini, onun geldiği bu netameli aşamayı değerlendirmek; bugünün küresel şeytanına, hepimizi ve herkesi boğduğu şu vasatta yapılacak muhalefeti oluşturmak üzere düşünmek zorunda herkes. Yoksa Obama ve Erdoğan başta olmak üzere bütün Kürt halkı için lider olarak hürmet edilen Barzani’nin kapitalist küresel hegemonyaya teslim edeceği bir Kürt halkının geleceği ile karşı karşıya kalmamak mümkün değildir.
Ahmet ÖRS/ufkumuz.com