İnsan ve Değerler Skalası – Sait Alioğlu

Dünyanın öznesi insandır. Bu özne olan varlığın isimlendirilmesine bakıldığında, iddia edildiği açıdan köken olarak ünsiyet ve nisyan kelimelerinin öne çıktığı görülür.

‘Ünsiyet’ ilişki kurmak; halleşmek, ‘nisyan’ ise unutmak olup, insanın dünyaya indikten sonra, öte âlemde Rabbine verdiği sözü unutması bağlamında değerlendirilebilir.

Şöyle ya da böyle, sonuçta insan yaratılmışlar içerisinde nutk eden, yani konuşan,  konuşma melekesine sahip; düşünen, içerisinde yaşadığı hayatı anlamaya, anlamlandırmaya çalışan, itaatte ve isyanda kendini belirgin kılan canlı bir varlıktır.

İnsanı diğer canlı varlıklardan ayıran en önemli vasfı, onun ilahi mesajı kavrar kavramaz, ya ona uygun, ya da ondan fersah, fersah uzak bir yaşantı içerisinde bulunup bir şekilde imtihanını vermesi olarak değerlendirilebilir.

İnsan, en başta biyolojik olarak etten, kandan, kemikten, hatta ona üflenen ruhtan oluşan nötr bir varlık iken, -yukarıda da belirtildiği üzere- kendisine teklif edilen kulluk saiki açısından ise, manevi değerlere sahip olma, ya da onlara sırt dönüp, işin sadece maddi yönü ile ilgilenmesi açısından değersizlikler içerisinde gel-gitleri yaşar, durur.

De ki: “Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır.” (Furkan/25-77)

Yukarıdaki ayete dikkat ettiğimizde, başta salt bir biyolojik varlık olan insanın, sorumluluk sahibi olmasıyla birlikte yaratıcısına dua (ibadet) etmesiyle birlikte,  Rabbinin ona, yani insana değer vereceği belirtiliyor.

Bu değer veriş, karşılıksız olmayıp insanın hak için hak yolda O’nun rızasına uygun bir şekilde hareket etmesiyle elde edilmekteydi.

Burada, değere/değerlere layık olan bir varlıkla, ona hak ettiği değeri veren bir başka varlığın iletişimi söz konusu idi.

Bu iletişim sonucu oluşan değerler başlı başına bir skalayı da oluşturuyordu. Zaten, insanı insan yapan da değerlerin ta kendisi idi; insan kavramı ister ünsiyet, ister nisyan kelimesinden sadır olun, ona anlam katan en önemli şey değerdi.

Biz her ne kadar İslam açısından değer olgusuna vurgu yapmış olsak da, hayatı herhangi bir şekilde algılayan, algılamaya çalışan insanların içerisinde bulundukları; birçok dini, ideolojik, toplumsal, kültürel vb. yapıların da kendilerine ait bir değerler skalasına sahip olduğunu söylemeliydik.

İronik olacak ama sonuçta, ona ilgi duyacak olanlar açısından değersizlik de bir değerdi.

Buradan ilerlediğimizde, bize değersizlik gibi gelen bir olgunun, bir başka küme için başlı başına bir değer olduğu gerçeğini unutmamalıydı. Bu, onları ne adına olursa olsun kabul etmemiz anlamına gelmezdi ama karşı tarafın kendini oluşturmada başat bir role sahip olduğunu düşünebilirdik.

Bazı değerler evrenseldir,(ör. ahlâk) bazıları ise aynı zaman diliminde birbirinden ayrı şekilde yaşayan farklı toplumlarda yerel özelliklere (örf ve adet) sahip olabilirdi. [1]

Ahlâkı evrensel değerler alanı olarak görenler, insanın doğuştan gelen bir ahlakî eğilime sahip olduğunu, temel değerlerin aşkın ve metafizik değerlerden oluştuğunu ve asla değişmediğini söylerler. Değişimi ve izafiliği esas alanlar ise, ahlâklı olmaya karşı insanda doğuştan gelen bir eğilimin bulunmadığını, tarih boyunca sürekli değiştiğini, farklılaştığını ve herkesi bağlayan ahlakî normlardan bahsedilemeyeceğini iddia ederler.[2]

Değerli olmayanın dayanağı da olmaz.

Hani insana derler, “Değerin nedir, ne kadardır?” Burada değer başta maddi olarak ele alınabileceği gibi, “mü’minin silahı” olarak da bilinen duanın karşılığı olarak da ele alınabilirdi. Aynen ayette geçtiği üzere; “Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?” (Furkan, 25/77)

Yukarıda da belirtmeye çalıştığımız üzere, sair din, ideoloji, toplumsal, kültürel vb. angajmanlara giren insanların kendi açılarından elde ettikleri, elde tuttukları değerleri varsa, hayatı iman ve cihattan ibaret sayan salt Müslümanların ve oluşturdukları yapıların riayet ettiği değerler skalası niçin olmayacaktı?

 

[1] Örf: Yasalarla belirlenmemiş olmakla birlikte yasa değerinde olan, halkın kendiliğinden uyduğu, kural, ilke durumundaki gelenek. Örf, “bilmek” anlamında ârifliği,  arif olmayı da kapsar. Böyle olmakla birlikte, tanıma baktığımızda, ilahi bir kökene sahip olmamış olsa da, insanın faydasına işlerliğe sahiplik açısından örf, birçok toplumda değerler skalası içerisinde yerini almaktadır.

[2] Ahlâkın Evrenselliği Açısından İslâm ve Modernizm, Hulusi ARSLAN, http://isamveri.org/pdfdrg/D03583/2010_1_2/2010_1_2_ARSLANH.pdf

Etiket(ler): , .Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Bir yanıt yazın