Gezi Parkı sürecinden Müslümanlar olarak mağlubiyetle çıktık.
28 Şubatla başlayan terbiye süreci Gezi Parkı ayaklanmasıyla zirveye ulaşmış ve İslami çevrelerin önemli bir kısmı kesin ve çok daha kuvvetli bir şekilde 6. Filo günlerine dönerek egemen sistemin, dolayısıyla da onun ittifaklarının safında yer tutmuştur. Tevhidi uyanış süreci diye tabir olunan uzun sayfa da böylece kapanmış oldu. Bizim için Gezi Parkı sürecinin en çarpıcı sonucu budur.
Önümüzdeki döneme bu gerçeklikten hareketle bakmak zorundayız. Bu gerçeklikten hareketle şehri, tabiatı ve insanı yağmalayan neoliberal çılgınlığa “Kendine değil herkese Müslüman” tavrıyla ısrarlı bir şekilde direnmeye devam etmek, güçlerimizi birleştirmek zorundayız.
Memleketteki İslami çevrelerin entelektüel temelde kavramakta güçlük çektiği bir alandan bahsediyoruz. “Yeryüzünü imar etmek”le “yeryüzünü ifsad etmek” arasındaki ince çizgiyi algılamakta zorlanan zihin, ülke ve dünya insanlığı için adalet üretmekte zorlanacaktır. “İnsanın elleriyle yaptıklarından dolayı yeryüzünde düzenin bozulduğu”nu söyleyen İlahi Kelam, maalesef bugün pratik olarak Müslümanlar için herhangi bir şey ifade etmiyor.
Kapitalist hırsların gözleri körelttiği bir vasatta İslami çevrelerin, yeni yağmacı kuşağın kendilerinden olduğunu vehmetmesinden dolayı hak ve adalet ölçüsünü tamamıyla yitirme tehlikesiyle baş başa kaldığını görüyoruz. Kafka’nın böceğe dönüşen kahramanı Gregor Samsa tedirginliğini yaşayan bir şehir ahalisi gerçeğini Müslümanlar maalesef göremiyor. Böceğe dönüşecek olan sadece Samsa ya da başkaları değilken, kendileri de insan olma sıfatıyla bu tehditle karşı karşıyayken hakikate bu denli gözlerini kapamak Müslümanlar için asrın trajedisi olsa gerektir.
Neoliberalizmin insanı ve hayatı anlamdan yoksun bıraktığı tezi bugünkü isyanları anlamak için önemli bir kalkış noktası olmalıdır. Liberal düşüncenin “görünmez el” metaforu ile isyanın çoğu kez görünmez muhataplığı arasındaki bağı iyi kurup analiz etmek durumundayız.
Bu sürecin önümüze koyduğu, aslında evveliyatından beri yüzleşilmesi gereken bir başka mühim mevzu da şudur: Başta başörtüsü olmak üzere İslami değerlerimizi NATOculuğun, Amerikancılığın, yağmacılığın üzerini örten bir kılıf olarak kullanan AKP hoyratlığına karşı koymak, özgürleştirici İslami değerlerimizi AKP vesayetinden kurtarmak zorundayız. Bugün, özgürleştirici ve bağımsızlaştırıcı bir sembol olarak İslami mücadelenin üzerinde şeksiz ittifak edilen sembolü başörtüsü, iktidar tarafından rehin alınmıştır.
Yerel ve küresel sermaye çevreleriyle girdiği dolaysız ilişkilerde elini güçlendiren bir argüman olarak başörtüsünü ve 28 Şubatı yedeğinde tutan iktidarın bizatihi kendi adaletsizlikleri başörtüsü mücadelesiyle birleştirilerek ifşa edilmeliydi. Henüz ocak ayında başörtüsünü okullarda yasaklayan yönetmelik yayımlayan ve siyasi bir sigorta olarak iktidar varlığının sürmesi için başörtüsü özgürlüğüne ancak göz yumma şekliyle izin veren iktidarın alicengiz oyununa Müslümanların söyleyeceği başka bir söz olmalıdır.
İslami değerlerimizi iktidarın 28 Şubat korkutmalarıyla pespaye politikalara alet edilmesine izin veremeyiz. Tevhidi uyanış süreci diye tabir olunan sürecin tekrar 6. Filo refleksiyle bu korkular yüzünden sistemle bütünleşmesi, koşar adım sağcılığa dönüşmesi Müslümanlar için açık bir yenilgidir. İslami hareketler ya da başka siyasi akımlar, ancak kendi öz güçleriyle bağımsızlıklarını koruyabilirler. Milyonlarca insanın açlık sınırının altında yaşadığı, servet sahiplerinin her geçen gün daha da semirdiği bir ülkede adalet üzere mücadele vermesi gereken İslami hareketlerin sistemle bütünleşmesi bugün ve gelecek için oldukça hazin bir sondur.
Şuna da dikkat etmek durumundayız: 24 Ocak kararları ve 12 Eylül darbesiyle başlayan süreci, yani sistem gerçeğini atlayarak sadece AKP iktidarına ve onun başına dönük bir muhalefet de sağlıklı olmayacaktır. Kişiler gelir geçer, zulüm sistemleri devam eder. 12 Eylülden bu yana Özal gibi benzer iktidar süreçlerini yaşadık. Müslümanlar çoğu kez aldatıldı, küresel politikaların malzemesi kılındı. Dolayısıyla derinlikli çözümleyici çabalarımız siyasal duruşumuzla paralel gitmelidir. Bütün bunları yaparken kendi durduğumuz yeri de muhakkak surette muhkemleştirmeliyiz.
Gezi Parkına yapılan ilk ve son saldırılarda mümin erkek ve kadınlar olarak bir insan zinciri oluşturarak sermayenin bekçilerine karşı mukavemet edebilseydik bugün ülkede zihinsel bir devrime vesile olacaktık. Dolayısıyla özgüven ve kararlılıkla bundan sonraki süreçlerde çok daha hızlı inisiyatif almaya; tarihi akışın dışına düşmemeye özen göstermeliyiz.
PlatformHaber
boş ve anlamsız bir yazı. kendini intelijansiya sanan uçuk birinin felsefi terimleri kullanmasından ibaret totoloji dolu mesnedsiz bir yazı. harcanan zamana yazık.