Muhasara Edilmiş Geleceği Kurtarmak

Yazılı kültürün belki ikinci plânda kaldığını bile vurgulayamayacağımız bir vasatta bütün toplumsal katmanlar (ya da çevreler diyelim) olarak dijital imkânlarla başka bir âleme sıçrayıverdik.

Sözlü geleneğin baskın olduğu toplumumuz okuyup yazmakla arasını hoş edemeden tekrar sözün arasında buluverdi kendini, görüntü eşliğinde elbette. Bu sonuçtan mutlu olduğunu tahmin edebiliriz.

Metinle boğuşmak, bir cümleyi anlamaya çalışmak elbette emek isteyen bir uğraştır. Sosyal medya tecrübesi insanlara sınırlı karakterlerle kurulu iletiler aracılığı ile dertlerini anlatmaya alıştırdı. Uzun ve derinlikli metinler yerine üç kısa cümle tercih ediliyor hayatı, gelişmeleri anlamak için.

Yaşamın her alanını kuşatan hızın buna zemin hazırladığını söyleyebiliriz elbette. Hepimiz ucundan kıyısından sürece dâhil olmuş durumdayız. Bu dâhil oluşun tümüyle gönüllü olduğu söylenemez. Kurumsal zorunluluklar insanları buna mecbur etmiş görünüyor. Devlet bürokrasisi neredeyse Whatsapp üzerinden işliyor. Aile bağlarımız sosyal medya araçlarıyla korunuyor!

Çokça tartıştığınızı düşündüğüm bir mevzuda yeni analizlerle başınızı ağrıtmak istemem. Posthümanist tasarımlara ilişkin insanı, fıtratı savunmak nasıl mümkün olacak sorusunun peşinden gitmek bu durumda daha anlamlı.

İnsan iptal edilebilir mi? Muhatap olduğumuz türlü çeşit senaryonun ne kadarının karşılığı var? İnsanlığın içinden geçtiği ekolojik ve sosyolojik yıkımların karşısında ıslah cephesi nasıl kurulacak?

Bu gibi soruların cevapları bize yol haritamızın nasıl olacağına ilişkin bir şeyler söyleyecektir diye umuyorum. Görselliğin eşlik ettiği söz yağmuru bir fırtınaya, onarılmaz hasarlara sebebiyet verecek bir felâkete dönmeden önce insanların bunu ne kadar düşünüp tartışacağını kestiremiyorum ancak metinlerle uzun boylu baş başa kalma imkânı elinden çalınan kişiler için durum pek parlak görünmüyor doğrusu. Yazının oluşturacağı zemin, tetikleyeceği müzâkereler, göstereceği ufuk ve inşa edeceği gelecek epeyce muhasara edilmiş durumda. Hâl-i hazırdaki kakofoninin kaçış ya da intihardan başka tetikleyeceği bir şey yok gibi duruyor.

Pek çok alanda olduğu gibi bu meselede de çelişkilerle iç içe var olduğumuz âşikârdır, eyvallah… Bir şey diyemeyeceğim ancak sadece şuna dikkat çekebilirim: En azından zindanda olduğumuz gerçeğini kabule hazır bir bilinç düzeyini temsil etmek mümkündür.

Yusuf Peygamberin, Ali Şeriati’nin bu husustaki örnekliğini güncellemekle işe başlanılabilir.

 

 

 

 

 

 

Etiket(ler): , , , , .Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Bir yanıt yazın