Zaman gazetesinde okudum. Birkaç gün önce de mailime gelmişti etkinliğin haberi. Elif Şafak, son kitabı İskender‘i anlatacakmış. İlk romanının yayımlandığı 1997’den beri peş peşe (Beşpeşe’den mülhem herhalde bu ifade) eserler veren ve son yıllarda çok satanlar listesinin üst sıralarına yerleşen Şafak, daha yayımlanmadan konuşulmaya ve tartışılmaya başlanan ve son olarak intihal iddialarına konu olan İskender romanı üzerine soruları cevaplayacakmış. Nihayet bu etkinlik gerçekleşmiş. Yaklaşık 750 kişinin katıldığı etkinlikte soru ve yorumlarıyla okurlar da etkinliğin önemli bir parçası olmuşlar. Ne güzel diyelim. Amma diyerek Kılıçzade Hakkı kadar olmasa da kılıcımızı sallayarak yolumuza devam edelim: Eleştirmenler Semih Gümüş ve Ömer Türkeş’in sorularını cevaplayan Şafak ne söylemiş çok umurumda değil doğrusu, Semih Gümüş’ün sorup söyledikleri de, ama Ömer Türkeş beni hayal kırıklığına uğratmaya devam ediyor. Bunu bağırarak söylemeliyim.
Her neyse devam edelim. Türkeş’in “Edebiyat eleştirisinin bu kadar magazinsel olmasının nedeni pop kültürünün her alanı etkilemesi. Futbol ve siyasette de böyle. Biz edebiyata geldiğinde şaşırıyoruz. Ama biz de o kanalları kullanıyoruz. Bizi de bu şekilde içine çekmiyor mu?” sorusuna Elif Şafak şu şekilde cevap vermiş: “Kurduğunuz bağı anladım ama bence bu durum popüler kültürden değil, kültürel elit içinde adacıklardan çıkıyor. Basın da onları çevreliyor. Bizdeki elitizm popüler kültürü de küçümsüyor. Çok satıyorsa yozdur gibi. Bu bir halkı küçümsemektir. Az satsa sevecek belki sizi. Halkın okuduğunu sevmiyor. Benim düşüncem şu: Bir yazar 5000 de satabilir 5 milyon da. Ama herkesin okuması biriciktir. Her okur kendi nazarını, gözünü getiriyor. Parmak izleri gibi. Böyle bakıyorum. Türkiye’de örtük bir elitizm var. Ben okurun üstüne, karakterlerin üstüne koymuyorum kendimi, mesaj verme, öğretme kaygım yok. Tabii ki yazdıktan sonra fazla insan okumasını isterim. Camus: “okunup okunmamayı önemseyemeyen yazarı alkışlayın ama inanmayın” demiş. Ben yazarken hayali bir aleme gidiyorum. Ama sonra bitince okura ulaşmasını istiyorum, bunun için uğraşıyorum.”
Ömer Türkeş, İskender romanının atmosferi veremediğini de söylemiş: “Romanda şiddet bize ilişkin, o ailenin geleneği içinde bir şey gibi duruyor. Hâlbuki göçmenlik konusu etrafında İngiltere’nin şiddeti daha fazla. Ama ben o atmosferi çok göremedim. Hikâye, bir iç hikaye gibi kalmış” Ne var ki bu eleştiri de beni avlayamadı. Gıcığım ya adama ne söylese yaranamayacak besbelli! Türkeş’i Birikim, Toplum ve Bilim dergilerinde yer alan ağır yazılarıyla tanıdım. Radikal Kitap’ta da okudum. Selçuk Altun gibi Türkeş’in kitap ekindeki yazıları için cumaları Radikal alırım. Buradaki yazılar hep suretsizdi. Taaki Milliyet Sanat’ta pipolu resmini görünceye kadar devam etti bu hâl. Sonradan bir türlü ısınamadım, Bu Bir Pipo Değildir ve Bay Pipo’yu anımsadım. Hele geçenlerde yayımladığı sansür konulu yazısında uzandığı yerler zücaciye dükkanına giren fil misaliydi. (Sahi nasıl olur o?) Pipolu Ömer Türkeş’le mahallenin 35’ini deviren keçi sakallıları arasında bir akrabalık kurulabilir mi? Eminim Türkeş’in Gümüş’le eleştirmen ortaklığı konusunda büyük hayal kırıklığı yaşayanlardan biri de Selçuk Altun’dur. Çünkü şunu yazmıştı: “Eğer yazısına göz gezdiriyorsam virgülünden bile kuşkulanırım. Semih Gümüş’ün tüm yazdıklarını, yetkin ve dürüst eleştirmen A.Ömer Türkeş’in bir paragrafına değişmem” Kitap İçin’de bu konuda bir şey yazacak mı acaba Selçuk Altun?
Sahi Semih Gümüş Elif Şafak hakkında yazı yazmış mı hiç?