Bir Eser Üzerinden Kitap Serüvenime Dâir, III – Sait Alioğlu

Liseye başladığımda okuma eylemim daha da artmıştı. Neredeyse her hafta bir kitap okuyordum. Ortaokul yıllarında olduğu gibi en başta maddi sebeplerden ve ailemin içerik açısından “sakıncalı” görebileceği kitapları bir şekilde temin edebilmiş olsam da gizli bir şekilde okuma zorunluluğu ve yaşadığım muhitte bir kütüphanenin olmayışı gibi sebeplerle okuma eylemin kararlı ama zar zor ilerliyordu.

Ortaokula giderken konu ile ilgili zorluklar, okunan kitapların renk ve biçim açısından çocuk kitaplarını andırması gibi sebeplerle pek de göze çarpmamıştı!

Bununla birlikte, lise yıllarında çoğu da Rus ve Batı klasiklerinden oluşan romanlar; öncelikle yazarlarının isimlerinin halk tarafından doğrudan “anarşik ve Moskof” gibi etiketlerle yaftalanması okuma eylemimi bir hayli zorlaştırıyordu.

İçeriği açısından dolayı önemli gördüğün Rus klasikleri şunlardı:

  1. Fyodor Dostoyevski, Suç ve Ceza
  2. Lev Tolstoy, Anna Karenina
  3. İvan Turgenyev, Babalar ve Oğullar
  4. Nikolay Vasilyeviç Gogol, Ölü Canlar
  5. Maksim Gorki, Ana
  6. Fyodor Dostoyevski, Karamazov Kardeşler
  7. Anton Çehov, Vişne Bahçesi
  8. Lev Tolstoy, Savaş ve Barış
  9. İvan Gonçarov, Oblomov
  10. Aleksandr Puşkin, Yüzbaşının Kızı
  11. Mihail Şolohov, Ve Durgun Akardı Don[1]

“Bu eserleri iyi ki de okumuşum!” diyorum, bundan kırk küsur yıl öncesine dönüp baktığında. Zira bu eserlerin birçoğunun içeriği sosyalizmi anlatmıyor, hele hele Tolstoy gibi hayatının sonlarında İslam hakikatinin peşine düşmüş bulunan bir insanın yıllar geçse de okunacak olan “klasiklerine” baktığımda “Bu ülkede de neden  ve niçin bu nitelikte eserler verilmiyor; Tolstoy gibi bir deha neden çıkmıyor, çıkmadı!” diye hayıflanıyoruz.

Bu eserler, okuyanına hem okuma alışkanlığı kazandırdı; hem edebiyatı, okuma kültürünü ve hem de ideolojik çeşitliliği göstermiş ve düşünsel bir zenginliği sunmuş oldu.

Bizde ise ne yaptı zevât-ı kiram? Bu eserlerin bir kısmını tercüme yoluyla Türkçeye kazandırıp kendi ideolojik ve aceleci durumlarına binaen Müslümanlaştırarak kopyacılık yolunu seçtiler.

Bir de bu romanlara ilave olarak yine Tolstoy’un Kafkasyalı Müslümanların Şeyh Şamil öncülüğünde Ruslara karşı vermiş olduğu destansı mücadeleyi betimleyen “Hacı Murat” adlı eseri de dâhil edilmeye dünden hak kazanmış olur!

O süreçte okumaya çalıştığım Batı klasiklerinden bazıları da şunlardı:

  1. Sefiller, Victor Hugo
  2. Vadideki Zambak, Honore de Balzac
  3. Gazap Üzümleri, John Steinbeck
  4. Para, Emile Zola
  5. İki Şehrin Hikâyesi, Charles Dickens

İşte, romanlar dışında okunan bazı eser isimleri ve içeriklerine dair bir iki cümlelik bilgi:

Sosyalizmin Alfabesi

Okunan romanlardan sonra, birçok alanı kapsayan eserlere geçerken zorluk daha da artıyordu. Bir zamanların sosyalist gençliğinin başucu kitabı sayılan, Leo Huberman ve  Paul M. Sweezy imzalı “Sosyalizmin Alfabesi” adlı eserden bahsedelim.

Adı üzerinde, içerik olarak sosyalizme giriş mahiyetinde bir eserdi. İlginçtir ki bu eser Amerika’da, sosyalizmden nefret eden, onu alaya alan, gülünç bulan ve aynı zamanda da ondan korkan Amerikalıların konuya dair şüphelerini izale etmek için kaleme alınmıştı.

Esere dair şu ifadeler, aslında konuyu tek başına özetliyor:

“Sosyalizmin Alfabesi, sosyalizmle yeni tanışanlar, sosyalizme dair derli toplu bilgi edinmek isteyenler ve sosyalizm hakkındaki bilgilerini tazeleme ihtiyacı duyanlar için temel bir başvuru kaynağıdır. Sağlam mantığı, güçlü kanıtları ve duru anlatımıyla parlak ve zihin açıcı bir sosyalizme giriş kitabıdır.

İlk olarak 1953’te ABD’de yayınlanan bu değerli çalışma, kısa sürede sosyalist düşüncenin klasik metinleri arasına katılmış, dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de yarım yüzyıldır en çok okunan giriş kitaplarından biri olagelmiştir.”[2]

İşçiler Neden ve Nasıl Sömürülüyor? – Artık Değer Nedir?

Bu eser, o dönem lise sıralarında okuyan biz “sosyalist” gençlere okumamız için tavsiye edilen bir eserdi.

Yanlış hatırlamıyorsam toplam 167 sayfa tutarında, birçok baskısı yapılan ve anlaşılması için okunan, “bilgi yüklü” bir el kitabı hükmündeydi.

Yazarı Faruk Pekin’in adını duymuştuk ama nerede ve nasıl yaşıyordu, öğrenemedik. Kitap, kapitalistlerin işçi sınıfı üzerinden üretimden elde ettikleri ve “aslında” kendilerine ait olmayıp da işçiden gasbedilmiş “artık değer” konusuna odaklanmıştı.

İsterseniz, bu kitaptan da birkaç cümlelik bilgi aktaralım:

“Kapitalizmde işçilerin özgürlüğü işsiz kalma, aç kalma özgürlüğüdür. Emekçiler önce özgürce çalışmışlar, sonra köle, daha sonra toprak kölesi ve bugün de ücretli köle haline gelmişlerdir. Kapitalist toplumda sömürü gizlenmiştir, saklanmıştır. İşçinin ürettiklerine zorla değil fark ettirmeden el konmaktadır. Sözgelimi, kölelik çağında sömürüyü görmemek için aptal olmak lazımdır. Zorla, kamçı altında bir tas çorba, bir parça ekmek karşılığı çalıştırılan kölelerin sömürüldüğü apaçık ortadadır. Sömürünün olduğu her yerde adalet de sömürücülerden yanadır.”[3]

 Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nde Devlet Düzeni

Bu kitap, aslında baştan aşağı Bulgar “sosyalist” devleti üzerinden ona dair konu ile ilgili anayasal metinlere yer vermesinin yanında açıkça belli bir propagandaya yönelik bir eserdi. Boris Spasov’a ait eser, “Bulgaristan” ibaresinden dolayı “Ha patladı, ha patlayacak!” bir bomba gibi değerlendirilebilirdi. O nedenle bu eseri gizli bir şekilde ve iyi anlayarak okumak gerekmişti.

Yine yukarıda belirttiğim üzere, şimdi dönüp baktığımda, o eserin salt bir propaganda “el” kitabı olduğunu söyleyebiliyorum ama o zamanlar, böyle bir şeyi düşünmek dahî akla ziyan olarak telakki edilebilirdi.

Bu durum, dünden bugüne tüm ideolojik kamplarda yer alan tüm yapı ve şahıslar için bir nevi geçerli akçe olarak işlem görmeye devam etmektedir.

Kitabın adını verdiysek onun içeriğiyle ilgili bir iki cümleyi de not edelim:

“1. Madde. 1. Fıkra: Bulgaristan Halk Cumhuriyeti, başında işçi sınıfı bulunan şehir ve köylü emekçilerinin sosyalist devletidir.

  1. Madde 2. Fıkra: Halk, iktidarını; özgür, seçilmiş temsilci organları olan halk meclisi ve halk şûrâları vasıtası ile bizzat gerçekleştirir.

Devlet, toplumun sosyal idaresi sisteminde temel yerini alır. Toplumsal gelişmenin tüm ödevlerini çözümlemek için esas araçtır. Toplumsal ilişkilerin çeşitli alanlarını örgütlenmek, düzenlemek ve uyumlaştırmak, devletin görevidir.”[4]

Türkiye’deki Durum ve Olaylar Üzerine Mektuplar

Motke, döneminde Danimarka, Prusya ve Osmanlı ordularında çeşitli görevler ifa etmiş bir Alman asker ve devlet görevlisidir.

Özgün adıyla “Türkiye’deki Durum ve Olaylar Üzerine Mektuplar” olan eser, Moltke’nin aile ve dostlarına Osmanlı Türkiye’sinden yolladığı mektupların bir araya toplanmasıyla meydana gelmiştir.

Yazarın annesine, babasına ve akrabalarına yazdığı mektuplar âdeta tarihi belge niteliğindedir. Moltke’nin Türkiye’den edindiği izlenimler, betimlemeler ve tasvirlerin ustalıkla anlatıldığı bu kitapta tarihi bir belge mahiyetindeydi.

Von Moltke bir vesilesiyle Osmanlı Türkiye’sine yapmış olduğu bir gezi sonrasında Osmanlı ordusunda çeşitli askeri görevlerde bulunmuştu. Kavalı Mehmet Ali Paşa’nın ordusunun Osmanlı güçlerini yendiği Nizip savaşında bulunmuş, olağanüstü gayretler ortaya koymuştu ama Osmanlı ordusu bu savaşta yenilgiden kurtulamamıştır.

Bu kitapların dışında gerek roman, gerekse de siyasi ve ideolojik çerçevede birçok esere müracaat etmiş, ulaşabildiklerimizi okumaya çalışmıştık.

Soba Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz

İşte bunlardan aklımda kalan bir kitap da solcu yazar, eylem insanı ve aktör Yılmaz Güney imzalı  “Soba Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz” adlı kitaptı.

Bu kitap, “Her fırsatta ‘Hırsızın hiç mi suçu yok?’ diye soranlara; suçu, suçluyu ve suç psikolojisini anlatıyor. Yoksul mahallelerin, çaresiz insanların; tacizi ve uyuşturucuyu daha el kadarken öğrenen çocukların romanı bu. Her satırında dil işçiliğinin lezzetini alacağınız roman dünün dünde kalmadığını, bakmasını bilenler için gerçeğin hep orada olduğunu fısıldıyor bize.”[5]

Ne ilginçti ki, Yılmaz Güney’in bu eserini, 12 Eylül sonrasının kasvetli havasının hüküm sürdüğü bir ortamda, biraz da askeri rejimin nispeten küçük yerleşim birimlerinde maliyetini belediyelere ihale ederek açtırdığı resmi bir kütüphanede bulup okumuştum! (Zaten belediye başkanları da asker kökenliydi.)

Size de ilginç ve şaşırtıcı gelmedi mi?

Bu eserlerin bir kısmını, yukarıda da değindiğim üzere ev ortamında her zaman okuma imkânım olmadığından “dışarıda” okumaya çalışmıştım.

O dönem, bir ara yaşadığım şehir merkezinde birbirine paralel iki cadde arasında sıkışık duran bir koridorda bulunan ve yaklaşık yirmi beş, otuz metrekarelik bir alana sahip bir mekânda faaliyet gösteren DDD’nin(Devrimci Dayanışma Derneği) çay ocağı kısmında part time çalışmıştım. Orada çalışma durumu haricinde boş zamanlarımda da hem kitap okumaya çalışıyor, hem de dilim döndüğünce ve aklım erdiği oranda gelen geçen herkese ideolojik telkinlerde bulunuyordum! Yaşım ise taş çatlasın on altı, on yedi idi. Yani, bize göre devrime, onlara göre darbeye beş kala civarında…

Devam edecek

[1] http://www.leblebitozu.com/okumaniz-gereken-12-rus-edebiyati-eseri/

[2] https://www.kitapyurdu.com/kitap/sosyalizmin-alfabesi/457323.html9

[3] 1000kitap.com/kitap/isciler-neden-ve-nasil-somuruluyor–124099/alintilar

[4] https://1000kitap.com/kitap/bulgaristan-halk-cumhuriyetinde-devlet-duzeni–288003

[5] https://www.kitapyurdu.com/kitap/soba-pencere-cami-ve-iki-ekmek-istiyoruz/507100.html

Etiket(ler): , , , , , .Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Bir cevap yazın