İlkokul sıralarında müfredat gereği okulda bize aldırılan ve ilgili derslere ait kitaplar dışında hiçbir kitabım olmamıştı.
Tabii ki, kitapla birlikte bırakın kütüphaneyi, bir kitaplıktan dahî mahrumdum yaşıtım olan birçok çocuk gibi.
Ama bunlara rağmen kitabım/ız varmış gibi, kitaplı gibi davranırdık. Kitaba, bilgiye ve bilmeye olan iştiyak içre…
Eh! Kitabımız vardı; o da Türkçe, Sosyal Bilgiler, Fen Bilgileri, Matematik, Müzik vs.
Varsın bir kitaplığımız olmasındı! Yine de kitaplıydık ne de olsa, çantamızda taşıdığımız, akşamları evde çıkarıp ders çalışmak için baktığımız, okuduğumuz kitaplar kitap değil miydi sanki?
Sonra, gün geldi ortaokullu olduk, yine sınıfları doldurduk, okul bizim yuvamızdı ama yine de ciddi bir şekilde kitabımız yoktu.
Şartlar değişmiyordu bir türlü!
Bendeniz, “Elime geçse geçse bir hikâye geçer!” diye bekler, beklenti içerisinde olur ve avunurken, elime büyük oranda siyasi olup tercüme bir kitap geçmişti! Şansa bak sen!
Elime geçen kitap döneminin adlandırılmasıyla “Dünya İslam Teşkilatı” (günümüzdeki İslam Konferansı Örgütü) Umumi Kâtibi (Genel Sekreter) Pakistanlı İn’amullah Han’ın, teşkilat adına kaleme almış olduğu “Bugünkü İslam Devletleri ve Ülkeleri” adlı bir eseriydi.
Bu eser benim bir nevi başucu kitabımdı. İşlediği konu itibarıyla bir çeşit ansiklopedi sayılırdı. Döne, döne okuduğumu dün gibi hatırlarım. Düşünün, benim yaşıtım birçok çocuk/kişi, daha yaşadığı ülkenin şehirlerin varlığından haberi yokken, ben ta Uzak Asya’da bulunan bir Müslüman topluluktan tutun da, Sovyet zulmü altında inleyen Tatarlara ve Çin’de aynı zulme maruz kalan Uygurlara kadar birçok topluluk hakkında bilgi sahibi olmuştum.
Yani, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur muydu!”
Bu eser de garibime giden bir şeye tesadüf etmiş ve çocuk aklımla galiz bir yanlışa dikkat çekmişti. O da şu idi: Bir defa eserin müellifi Pakistanlı idi. Sayfalarda birçok Müslüman halkla ilgili bilinmesi gereken ama sıradan bilgiler mevcuttu. Buna eyvallah fakat dediğimiz gibi, Pakistanlı bir insanın eserinin sayfalarında Türklük şaha kalkmış, yer, gök Türk olmuştu. Öyle ki, sayfalarca ecdada övgü alabildiğine yer edinmişti.
Daha sonra, araştırdığımda Türklüğün, kitap sayfalarında şaha kalkmasının tercüme oyunu olduğu kanaatine varmıştım. Yanılıyor da olabilirdim ama Pakistanlı bir kişi, bu kadar bir zahmete neden ve ne diye girsin?
Bu kitapta, merak bu ya Kürt olmadığım ama nineleri tarafından var olan akrabalık bağımdan ve az da olsa “sosyal, siyasal” merakımdan dolayı “Kürtlerle ilgili bir bölüm var mı?” diye incelemeye başladım. O da ne? Kürtlerle ilgili az bir bilgi var. Normal bir paragraf tutarında dahî değil. Kürtler; “Kuzey Irak’ta yaşayan küçük bir topluluk” olarak geçiyordu! Galiba bu da, tercümenin azizliği sonucu oluşmuştu.
Kürtler hakkında ciddi bir bilgisi olmayan yaşını başını almış biri için her neyse de, yaşça küçük de olsa, nineleri saikiyle Kürtlerle akrabalık bağı olan, onlarca, hatta yüzlerce yıldır yine onlarla bir arada yaşayan bir çocuğu tercüme yoluyla olsa dahî nasıl kandırabileceklerdi ki?
O gün az çok anlamaya ve çözümlemeye çalıştım ki, bu ülkede bal gibi bir Kürt sorunu vardı! Ki, bunu bana, yapılan galiz bir tercüme yoluyla göstermiş oluyorlardı! Onların aklına gelir miydi bilinmez ama sevdiğim Allah (cc) onları şaşırtmıştı bir kere!
Haliyle biz de hakka şahitlik etmiş oluyorduk!
Gelecek yazıda, beni “ben” yapan, çoğu da ideolojik ağırlıklı “sosyal, siyasal, kültürel ve bazı edebi esere yer vermeyi düşünüyorum.