Bir Eser Üzerinden Kitap Okuma Serüvenime Dâir, VI – Sait Alioğlu

Biz bu yazı dizisinde, karınca kararınca, dönemi açısından çoğu zaman yokluğunu yaşadığımız, olabildiğince kıt imkânlarla elde edebildiğimiz, bulduğumuz zamanda da ya parasızlıktan dolayı alamadığımız ya bir şekilde temin etmiş olsak da genellikle içerik açısından rahat bir şekilde okuyamadığımız kitaplarla ilgili serüvenimizi -bu yazı da dâhil olmak üzere- yarım düzine yazı yazdık. Dilimiz döndüğünce bir şeyler aktarmaya, anlatmaya çalıştık.

Kitabın baş tâcı edilmediği lâkin ne gariptir ki, yeri geldiğinde ve söz konusu olduğunda hakkında epeyce beylik lafların edildiği; epey zamandır insanı bilgilendiren değil, bilakis onu vâr olan ölçüden alıkoyan, adeta yıkıcı, bölücü bir suç aleti gibi değerlendirildiği bir toplumdayız.

Bundan dolayı bir kültür problematiği de ona olan karşıtlığa binaen vücut bulmuş oldu.

İşte, biz de kıt ve zorluklarla elde edilebilecek imkânlarla -ilkokul ve ortaokul müfredatını saymazsak- kitapla ortaokul yıllarında; adeta bizleri “kapı dışarı eden” muhafazakâr anlayışın ve dolayısıyla toplumun büyük bölümünün kabalığına, nobranlığına rağmen, en incesinden -el kitabı- en anlaşılırına ve giderek safha, safha bizlere belli bir oranda derinlik kazandıran sol cenahtan kitapları okuyup anlamaya çalışarak bir okuma macerasına ve eylemine adım atıp başlamış olduk. Zaten birbirlerini takip eden diğer yazılarda, o kitaplardan akılda kalanların isimlerinden, yazarlarından ve eğer mümkünse içeriklerinden de bahsetmeye çalıştık.

Dünden bugüne her iki anlatıda (sol ve İslam) hakikate uygun düşmeyen -en azından düşmediğine inandığımız- kitaplar hariç, hakikate uygun düşen fikirleri içeren kitapların peşine takıldık ve inişli, çıkışlı bir yol takip ederek epeyce mesafe aldık, diye düşünüyorum.

Sol cenahta çoğu kez, içerik olarak eserleri okuma konusunda yaşadığımız birçok zorluğu, bu kez, hakikatin karşısında, “ama kendince oluşturan” hakikati bizlere adeta dayatmaya çalışan gelenekçi çevrelerin baskısı neticesinde az da olsa yaşadık, o sakil baskıyı üzerimizde hep hissettik!

Öyle ki, sizi okuduğunuz ya da kitaplığınızda bulundurduğunuz eserlere bakıp “Siz Müslüman mısınız; Ehl-i Sünnet ya da tasavvuf-tarikat karşıtı mısınız?” türü sorularla karşılaştığımız anlar oldu.

Bunlara rağmen hakikatin peşinde koşmaya, bilgi sahibi olmaya hiç hız kesmeden devam ettik ve bugünlere kadar geldik.

Bugüne kadarki sürecimizde, elbette ki çok iyi şeyler yaptığımız gibi birçok yanlışa da düşmedik değil. Çoğu kez, belki de bize öncülük edebilen, kitaba aşina ve kültür olgusunu da es geçmeyen insanların gayet az oluşu gibi sebeplerle, özellikle de Müslümanlık dönemimizde birçok tökezleme durumumuz varit oldu.

İslamcı kimliğe sahip, beri yanda da aydın, entelektüel konumunda olan ama bazı düşünsel ve “manevi” sebeplerden dolayı tasavvufa vb. meyilli insanların, kitap nesnesi üzerinden bizlere yön verme çabaları da bizi kitap okuma eylemine yöneltmiş olsa da, bir sapmayı da beraberinde getirmiştir.

Farklılık içerse de, bu şekilde kitap okuma eyleminin, eksiklikleri bir tarafa, genel anlamda o eyleme hayli önem atfeden bizlere farklı, değişik,  eleştirel ve zenginlik içeren bir okuma biçimini kazandırmış oldu.

Bundan önceki yazıda, başta Yöneliş yayınları ile birlikte, kalem olarak birbirinden farklı eserlerle birlikte ana kaynak olan ve işin esasını oluşturan Kur’an’a ve sahih Sünnet’e “yeniden” dönüşü önceleyen  ve kendisine yönelenleri karanlıklardan aydınlığa çıkardığına inandığımız hakikate yönelik  eserler basan birçok yayınevinden de bahsetmiştik.

Kökeni, altmışlara kadar giden, yetmişlerde uç veren; seksenler, doksanlar derken iki binli yıllarda farklı bir şekilde yayın faaliyetine başlayan yayınevlerinin çabaları, diğer yayın çevrelerinin çalışmaları ile birlikte devam etmektedir.

Burada merhum Ercüment Özkan’ın daha önceleri yayımlanmış eserleri ile birlikte, aynı çizgide kaleme alınan eserlerini yayınlayan Anlam yayınları ile özelikle de içerisinde Endülüs esintisi bulunan Kuzey Afrika’ya özgü İslam düşüncesi ile başta Mısır ve İran olmak üzere İslam dünyasından önemli âlim, aydın  ve entelektüel Müslümanın düşünsel çalışmalarını yayımlama suretiyle okuyucusuna sunmaya çalışan Mana yayınları da, bu eylemde, serüvende yerini çoktan almış bulunmaktadır.

Bu iki yayınevi dışında, gerek kendi beyanları ve gerekse de, dışarıda bulunup da onlarda gördükleri birçok karineden hareketle İslamcı olarak tanımlanagelen birkaç yayınevini de zikredebiliriz. Düşün (eski Denge), Ankara Okulu, Otto yayınları gibi…

Bu yayınevlerinin bir kısmı, İslamcılık kalıbı içerisinde anıldıkları halde, çağdaş İslam düşüncesi içerinde mütalaa edilebilecek “farklı” İslamî yorumlarıyla öne çıkmaktadır.

Bir de, ilk yıllarındaki hava ile İslamcı çizgide bulunduğu düşünülen, o minvalde eser yayımlayan bazı yayınevlerinin, konum belirleyici ve fikir yürütücü durumunda bulunan şahısların, zaman içerisinde düşünsel ve İslamcılığı aşan şekilde politik tavırlar almalarıyla kulvar değişimi yaşamaları sonucunda, o yayınevlerine maksat açısından halen İslamcı denir mi; bunu da iyice düşünmek gerekir.

Bunları da, mes’elenin anlaşılması için belirtmiş bulunalım.

Yeri gelmişken belirtelim: Bu son dönemde, birçok yayınevinin, tiyatroya hamledilen “iki kalas, bir heves”  kabilinden postmodern anlayışa koşutluk içerisinde belli bir sistematiği ve ilkeliliği önemsemeyen, popülist bir yayın politikasını takip eden ama mali açılardan kendileri ile birlikte vergi, istihdam vb. cihetinden ekonomiye katkısı var olan birçok yayınevi de kurulmuş oldu.

Bu dönemde, bir yandan popülist mantıkla postmodern anlayışa uygun düşen yayıncılığın ivme kazanmasının yanında, kültüre atfedilen değerin önem kazanmasına koşut olarak, bir de ulaşım imkânlarının çoğalması sonucu, ülkenin hemen her il merkezleri ile birçok ilçede, çeşitli kamu kurum ile belediyenin katkısıyla kitap fuarları düzenlenmeye başladı.

Biz, kendi maksadımızı aşmadan, özelikle  de Kur’an’a atıf yapan, kendi yayın politikasında onu rehber edinen İslamcı yayınevleri dışında, “sorulduğunda” elbette ki Kur’an’ı, sahih sünneti ve İslam’ın öncelediğini, “ısrarla” belirtecek olan yayın çevrelerinden de bahsedebiliriz.

Bu yayın çevresinin de ana merkezinde hiç kuşkusuz İslam var ama toplumsal alanda ve siyaset planında oldukça muhafazakâr bir çizgi takip etmeleri, onları “sevap açısından” bilemeyiz lâkin “sebep açsısından” az da olsa çizgi dışına çıkarmaktadır.

Bu açıdan, onların, adeta İslam adına hâlisane duygularla sarıldıkları fakat İslamcı çizgiden de belli bir oranda mahrum bıraktığı muhafazakâr çerçeveye sıkışmalarını  ve manevra kabiliyetlerini büyük oranda yitirdiklerini de belirtebiliriz.

Kitap ve okuma serüvenimizi içeren  yazı dizimiz yanlışı, doğrusu, eksiği ve gediğiyle burada sona ermiş bulunmaktadır.

-Son-

Etiket(ler): , , .Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Bir yanıt yazın