Babalar ve Oğulları: Hep birlikte, kederli bir sessizliğin içinden

“Kamyon şoförlüğü yaparken babam kim bilir bu yokuşu kaç kere çıkmış, kaç kere inmiştir diye düşündüm ben o sırada onlara bakarken. Ardından karda kışta, tam da bu dağa tırmanırken yolda kaldığı, soğuktan ve çaresizlikten titrediği, sonra da iki elini birden kaldırarak gelip geçen arabalardan yardım istediği olmuş mudur acaba diye düşündüm. Bunları düşününce, gümleyip asfalta yapışmış lastikler, tıkanmış karbüratörler, kesilmiş akslar, su kaynatmış radyatörler geldi gözlerimin önüne birdenbire. Bunlarla birlikte üstüpüler, krikolar, sağa sola saçılmış İngiliz anahtarları, yol kenarına yakılmış ateşler, uçuşan dumanlar ve gıcım gıcım gıcılayan zalim poyrazlar da geldi.” (s. 45)

“İnsan dediğin bir tek yapraktır/ Evveli âhiri kara topraktır” türkü mısralarıyla yürüyen bir ölümün hüzünlü öyküsüdür Hasan Ali Toptaş’ın Kuşlar Yasına Gider romanı…

Kamyoncu bir babanın, ömrü yollarda geçmiş bir babanın hayat yolunun sonuna eğleşen oğluyla en çok, en çok onunla yürekleşen öyküsü… Yaşanmışlıkların uğultusuyla başka bir evrende dolaşıp duran tıpırtıların öyküsü…

Babalar ve oğulları, elbette anneyi yanına alarak ama onu belki başka bir romanın başkahramanı yaparak bu sefer; bu sefer oğulların da büyüğünü, babanın ardına koyup hayatı ve ölümü devredeceği baş emanetçiyi önümüze koyarak anlatıyor. Ecel atı olup burnundan ateşler çıkararak yaklaşan ölümün sevgiyi çoğalttığı, yakıcı anıların burunları sızlattığı kısacık hayatın art arda çekilen fotoğraflarıdır sayfalarda gezinen.

Babalar ve oğulları…

Uzun yol hikâyelerinden emekle yeşeren meyve bahçelerine dolanıp fazlaca kelimeye dökülmeden gönül yollarının en ıssızlarından birbirine ulanan bağlılıklar ki, eşi benzeri yoktur işte: Erkek hoyratlığını delip geçen kırılganlıklar toplamı…

Oğluna “sana da aldatılmak yakışırdı” diyen babanın irfanı hepsinden, her şeyden sarsıcıdır. Kapitalizm zamanlarında bu öğüte yer yoktur bilinir lâkin, “hırs atına binenler çoğu kez ne vakit düştüklerini anlayamazlar” hikmetini oğluna öğütleyen bir babayla muhatabızdır.

img_20161022_113546-kopya

 

Babalar ve oğulları aşağıdaki paragrafta anlatıldığı gibidir, evet öyledir. Az önce dediğimiz gibi, gizli yollarla ulanır gönülleri de, kimseler göremez.

“Bu sözleri duyunca duygulandım birden, ne diyeceğimi bilemeden, usulca yutkundum. İçimden kalkıp babama sarılmak geçti aslında ama yapamadım bunu, baktım sadece. O da bana baktı gözlerini hiç kırpmadan. O an birbirimize bakışlarımızla bakıştık sanki.” (s. 145)

“Ne vakit, hangi kılıkta geleceği belli olmayan” Azrail bize ulaşmadan evvel, hatır yıkmadan, elli yedi yıl sevgiyle bağlanan anne baba örnekliğine bel bağlamalı. Hasan Ali Toptaş’ın bugün için neredeyse herhangi bir anlamı kalmayan vurgularla dolu romanı evet bizi gerçekliğimizden koparıyor, kabul; lâkin olması gereken iklimin kenarına bırakıyor. Dokunarak insana, insanın ateş gibi sıcacık yüreğine kaybettiklerimizin anısına bir ağıt tutturuyor şu kötü dünyanın tam ortasında.

“En münasip zamanda, en isabetli silleyi Allah’tan başka kim vurabilir?” (s. 145) beyanı babanın, sığınacağımız kudreti göstererek teselli de etmese bizi, yanıp yazıklanmaya bir başımıza devam edeceğiz belli ki.

Babalar ve oğullara; hüzünle avuçlanan bağlılıklarına…

***

Kuşlar Yasına Gider, Hasan Ali Toptaş

Everest Yayınları, Ekim 2016

 

Etiket(ler): , , , , , .Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Bir yanıt yazın