“Kurucu İslami Siyasi İrade” tartışmalarımızda bugüne ulaşan İslami mücadelenin ete kemiğe bürünüp bir iktidar perspektifine sahip olması gerektiğini ifade etmeye çalışırken siyasal bir çatının, derli toplu bir programla halkın önüne çıkmanın gerekliliği üzerinde durmaya gayret gösterdik.
Cihan Tuğal’ın “Türk Modelinin Çöküşü – Arap Ayaklanmaları İslami Liberalizmi Nasıl Yıktı?” başlıklı kitabında bizim tartışmalarımıza paralel bir biçimde Arap ayaklanmaları çerçevesinde Türkiye ve Ortadoğu’daki siyasi/toplumsal hareketlilikler değerlendiriliyor. Yazarın ideolojik genel tutum alışından bağımsız olarak özellikle “Lidersiz İsyanlar mı, Örgütsüz Liderler mi?” alt başlığında yapılan tartışmaların oldukça önemli olduğu söylenebilir. Özellikle Mısır’dan bahsederken yazarın, örgütsüz, programsız hareketlerle ilgili olarak başarısızlığı tahlil eden ifadeleri bizim de üzerinde durmaya çalıştığımız zaviyeye ışık tutuyor:
“Devrimci siyasal örgütlenmenin yokluğu pratikte devrimin taleplerinin önüne kurum inşa etme sürecini çıkarmaktaydı.
‘Lidersiz devrim’in zayıflığı kesinlikle buradadır. Liderler, deneyimler ve programlar olmadan da bir diktatörü devirmek herhalde mümkündür. Fakat kurumları inşa etmek ve politikalar ile platformları formüle edip uygulamaya koymak, o yükleri sırtlanacak liderler olmadan imkânsızdır.
(…)
Dahası, devrimci güçlerin örgütsüzlüğü, toplumsal adalet çağrılarını saran belirsizliğe ve bu hedefi somut bir şekilde tanımlayamamalarına yansıyordu. Böyle bir vizyon oluşturmak (ve daha sonra, sınıf güçleri ile diğer güçleri o vizyonu destekleyen bir sosyo-politik bir blokta toplamak) için gerekli ‘profesyonel kapasite’, parlak düşünceli bireylerin iyi niyetli gayretlerinden fazlasını gerektirirdi. Bunun için salt devrimci bir uğraşın ateşinde ortaya çıkabilenlerin değil, liderlerin, kadroların, entelektüellerin ve uzmanların (on yıllara değse bile) yıllara yayılan uyumlu çabalarına ihtiyaç vardı.” (Türk Modelinin Çöküşü – Arap Ayaklanmaları İslami Liberalizmi Nasıl Yıktı? Cihan Tuğal, s. 221-222)
Kitapta “isyan”la “devrim” karşılaştırması da bu eksende yapılıyor. Planı ve programı olmayan, örgütlülüğünü gerçekleştirememiş hareketliliklerin kendiliğindenci çıkışlarının trajik nihayetlenişi kaçınılmaz bir son olarak sunuluyor aslında.
Aslında Mısır örneği, darbeye dönüşen devrim sürecinin netameli seyri bakımından oldukça ders vericidir. Bugün lokalde ya da genelde yaygınlaştırılmaya çalışılan kanaat çoğu kere odur ki ideolojik/imani bir çerçevede örgütlenmek, hiyerarşik bir yapı oluşturmak kötüdür, hatta lanetlenmeyi bile hak etmektedir. Çok daha gevşek ve yan yana pozisyonlarla bir adalet mücadelesi vermek mümkündür ve hem bu durum sosyal ilişkilerde yeni iktidar alanları yaratmayarak muhtemel problemleri üretmeyen bir sterillik yaratacaktır.
Bu şekildeki naif bir söylemin tesirinin ve yaygınlaşıcı özelliğinin (en bariz görünürlülük olduğu için) Mısır tecrübesine rağmen fark edilemiyor oluşu mühim bir problemdir. İhvan gibi köklü hareketlerin bile sacayağını sağlam kuramadıkları için bertaraf edilebildiği acımasız siyasal süreçlerin karşısına karizmatik liderliklerden yoksun, belli başlı bir programı olmayan, sıkı, disiplinli ve kararlı örgütlülükten uzak ve daha çok şenlik ve festival havasına yakın karşı koyuşlarla çıkmak herhangi bir sonuca ulaşabilme ihtimalini yok etmekte, aynı zamanda bu tablo teselliye davet çıkaran adil duruş ve tavır sığınışına da uymamaktadır.
Hz. Peygamber’in son derece açık örnekliği bir yanda durmakta, insanoğlunun tabiatı ve sünnetullah kendini sayısız örnekleriyle göstermesine rağmen içinde olunması gereken büyük kapışmanın farkına varamamak açık bir hatadır. Kur’an-ı Kerim, Allah ve Şeytan karşıtlığında kurduğu tepeden kurulan mücadelenin taraflarını ifade ederken bu motivasyonu ikame etmeyi amaçlar.
Meşveret ve şura kavramlarının varlığı ile insanlar arasında ortaya çıkabilecek tahakküm endişesi birlikte düşünülmelidir. Hayat en nihayetinde imtihanların toplamıdır; nereden yürünülürse yürünsün bu gerçek zaten tam olarak muhataplığını sıcak bir şekilde sürdürecektir.
Fadlallah’ın “İslami Hareket – İlkeler ve Sorunlar” adlı kitabı bu çerçevede adı mutlaka zikredilmesi gereken bir eserdir. Fadlallah tam da üzerinde durmaya çalıştığımız tartışmaları çok daha pratik/sıcak bir zeminde, olabildiğince açılımlayarak yürütmüştür. Siyasal çatının, parti örgütlenmesinin, mücadelenin nasıllığının farklı aşama ve usullere göre ele alındığı çalışmayı başından beri dile getirmeye çalıştığımız hususların çok daha iyi anlaşılabilmesi için tekrar gözden geçirmekte fayda var.
Ahdini samimi bir şekilde beyan etmiş, çatısını ve programını inşa etmiş ve her an inşa etmeye devam eden; bu haliyle savruk, dağınık ve çaresizliğe sürüklenmiş enerjileri bir araya toplayabilen ve hattını tahkim eden bir pozisyona, o pozisyon bilincine yüksek derecede ihtiyaç duymaktayız.
Cihan Tuğal’ın işaret ettiği şekliyle bu on yıllara varan bir çabayı gerektirse bile…
Ahmet Örs