“Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı.
Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi.”
Sait Faik’in pilavlık olsun diye veya başka sebeplerle aşırı avlanma yüzünden kaybolan kuşlara ağıdı gibidir Son Kuşlar. Ancak bugün kitlesel iştihanın doğrudan ya da dolaylı olarak yok ettiği kuşları, talan ettiği tabiatı göremeden, bilemeden büyüyor çocuklar.
Öyle büyük iddialardan uzak ki Sait Faik, neye inanıp neye inanmadığı çok da önem arz etmiyor. Balıkların, denizin, balıkçıların, küçük şeylerin anlatısında sürükleyiveriyor bizi: yalnızlığın, koşuşturmanın, kapitalizmin, dünya kaygusunun boğduğu insanları. Ne kadar sade, ne kadar içten dünyalar var. Lanet olsun makineleştiğimiz döneme!
Son Kuşlar yerine, Son İnsanlar mı demeliydi yoksa?