Şehirlerin huzursuzluğu

İstanbul Tophane’deki saldırı aslında önemli bir soruna işaret ediyor.Ve bu sorun hızla değişen her şehirde farklı şekillerde tezahür etme riski taşıyor. Fakat konu, birçok toplumsal sorunda olduğu gibi yine doğru bir eksende pek tartışılmıyor. Olayın sosyolojik, ekonomik ya da kültürel boyutları göz ardı ediliyor.

Tophane’de de öyle oldu. Eksen kaydırma konusunda sicili kabarık olan merkez medyamız bu olayın da eksenini kendi istediği yere çekmenin bir yolunu buldu. Tartışma Madımak Oteli’ne kadar dahi götürüldü. Derin yapıların planlı, programlı gerçekleştirdikleri sistematik bir katliamın acı görüntüleri ve sonuçları, Tophane’ye aktarıldı. Saldırı bir anda “sanat düşmanı dinci yobazlar,” “laik hassasiyetli sanatseverlere” karşı gerçekleşmiş gibi sunuldu. Tabi meseleyi referandumdan çıkan “evet” kararının yan etkisi gibi gösterenler de çıktı.
Peki, yaşanan olayın izahı bu kadar basit mi? Söylenildiği gibi bu öfke dalgası gerçekte sistemli, derin bir saldırı mıydı? Herhalde öyle olsaydı kirli ilişki ağı şimdiye kadar hızla çözülerek önümüze koyulurdu. Lakin şu ana kadar herhangi bir “karanlık güç” aydınlığa çıkarılmış değil. Çıksaydı zaten tartışacak bir şey de kalmazdı. uçlular bulunur, dosya mahkemede kapanır giderdi. Ama mesele bu kadar basit değil.
Karşımızda her yönüyle değerlendirilmeyi gerektiren ciddi bir vaka var. Üstelik bu vaka sadece Tophane’nin sokaklarını ilgilendirmiyor. Yani olay, birkaç mahalle sakininin sanat galerilerinin açılışına davetsiz misafirler olarak sopalarıyla birlikte gelip konuklara rastgele saldırması gibi sıradan bir şiddet hadisesi değil.
Farklı süreçlerin birlikte işlediği bir arka planı var ve buna benzer süreçler her büyükşehirde yaşanmaya devam ediyor. Dolayısıyla sıkıntı ve risk her yerde…
Şimdi, şehrin lüks yerleşim noktaları arasında sıkışmaya başlayan gariban bir mahalle düşünün.
Ve mahalledeki mekânların hızla el değiştirmeye başladığını…
Tanımadığınız, bilmediğiniz bir kültürün tüketiciliğini yapan müşterileri, yıllardır bildiğiniz evleri, dükkânları ucuza alarak onları yepyeni mekânlara çeviriyor.
Sokaklar, yabancısı olduğunuz bir dünyaya dönüşürken; size “geri kalmış” bir kültürün mensupları olduğunuz hissettirilmeye başlanıyor. Sakini olduğunuz yerler size yabancılaşırken; yaşadığınız muhit ekonomik açıdan da iyi rant getiren bir hâle dönüşüyor.
Cazibe merkezi haline gelen çevrede ev ve dükkân kiraları zla hıyükselmeye başlıyor.  Fiyat etiketleri, sokağa yeni gelenlerin cüzdanlarına göre ayarlanmaya başlıyor.
Yerel yönetimlerin semte yaklaşımı farklılaşıyor. Hizmet ilişkileri kadar gündelik ilişki biçimleri de değişiyor.
Siz onlara başka bir dünyanın varlıkları gibi bakarken; onlar da sizi mekâna uymayan ve kendilerini tedirgin ve hatta tehdit eden unsurları gibi görüyor.
Çünkü onların sahip oldukları o kadar çok şey var… Sizin ise kaybedeceğiniz çok az…
Tonlarcasını toplayarak biriktirip sattığınız kâğıtlar, karnınızı doyurmaya ancak yeterken; “onlar” tek bir yaprak üzerindeki resimlere sizi yıllarca geçindirecek paraları ödüyor.  Bunları gördükçe öfkeniz de büyüyor.
Ve sonra her şey bir son damlaya kalıyor. Tophane’de de öyle oldu.
Bu hikâyede görmemiz gereken gerçek; şehrin, mahallenin ya da sokağın artık ortak bir yaşam alanı olmaktan çıktığıdır. Dolayısıyla “siz” ve “onlar” şeklinde kutuplaşan hikâye kahramanlarından boşuna masalsı bir “biz” bilincini beklemeyin.
Burada atlanılan bazı gerçekler var:
Farklılıklarıyla birlikte yaşamayı başarabilecek bir kültür, yapay projelerle üretilemez.Toplumsal doku bunca örselenmişken, profesyonel halkla ilişkiler faaliyetleriyle bir çırpıda onarılamaz.
Şehirler rant alanlarına dönüşürken…
Kentsel dönüşüm politikaları birçok yerde güç ve iktidar ilişkilerinin haksızca bölüşüldüğü bir noktaya varmışken…
Sosyal politikalar görüntüden ibaret kalırken…
Yaşananları değiştirmek, şehirleri huzur sokağına dönüştürmek, ekonomik uçurumların derinleştiği bir vasatta insanları birbirine sıcak kılmak, bireyselleşmenin hüküm sürdüğü dönemde eski mahalle dayanışmalarını hayata getirmek hiç de o kadar kolay değildir.
Fakat böyle gitmeyeceğini de iyi görmek gerekiyor.
Adaletsizliğin, haksızlığın, hakkaniyetin bu kadar çok yayıldığı ve gücün vicdanları böylesine örselediği hiçbir düzen aynen süremez.
Bir değişim şart!
Ama o değişim, sadece kendi çıkarlarını düşünenlerin ağzındaki gibi bir değişim değil!
Başka bir dünyanın mümkün olduğuna inananların değişimi!
Mümkün mü?
Önce bir uyanalım…
Etiket(ler): , , .Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Şehirlerin huzursuzluğu için 0 cevap

  1. çetin diyorki:

    Hayatımızı kuşatan bu düzen için bir başkaldırı gerekli…

  2. editör diyorki:

    oku:ikra
    yaz:kalem
    uyan:müzzemmil
    uyar:müddessir

  3. Özgür Sahne diyorki:

    kapitalizm hiçbir değer bırakmıyor dokunulmadık; ne varsa piyasaya tahvil ediyor, değerleri dinamitliyor, gelenekleri tarümar ediyor, zenginlikleri yağmalıyor, talan edip bırakıyor!

Bir cevap yazın