Hz. Musa Tur’a çıktığında orada kendisine vahyedilen ve Yahudi ve Hıristiyan geleneğinde On Emir adı verilen emirler dizisi kendisine vahyedildi. Mevcut Tevrat ve İncil’deki konu ile ilgili verilen metin Kur’an’la büyük paralellik arz etmektedir.
İlk maddeler Tevhidle ilgilidir. Devam eden maddelerde ana-babaya iyilik etmek, komşunun evine göz dikmemek, çalmamak derken tüm din ve insanlık tarihini göz önüne aldığımızda bir madde/emir özellikle dikkat çekmektedir ki bu madde ‘’öldürmeyeceksin’’ maddesi/emridir. Maide/32’de yer alan ‘’kim bir cana kıymamış ve yer yüzünde fesat çıkarmamış bir canı öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibi olur,kim de bir canı kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur’’ ayetini Tevrat’tan iktibas etmekle Kur’an, risalet geleneğinin bir devamı olarak aynı ülküyü paylaştığını insanlığa deklare etmektedir.
Mevcut İncil’de bu paylaşım çok daha yoğun bir şekilde yer almaktadır.
Üç kitapta öldürmeye karşı alınan tavırlar yine üç kitabın paylaştığı Habil ve Kabil kıssasına arzedildiğinde her üç kitabın hangisinin penceresinden bakılsa gökleri ve yeri yaratan yüce Allah’ın öldürmeme yolundaki irade-i seniyyesi ile yüzleşme imkanını elde etmiş oluruz.
Hal böyle iken Yahudiler ve Hıristiyanlar birbirlerini, sonra her ikisi dönüp Müslümanları, Müslümanlar birbirlerini ….ilh niçin öldürüyorlar?
Bana göre bunun nedenini eğitimde aramak gerekir. Buradaki eğitimden kastım insandaki şiddet tutkusunu tedavi etmeye yönelik psikolojik bir eğitim değil. Dini eğitim.
Bizden öncekilerden nasıl bir dini miras aldığımız ve insanlara nasıl bir din götürdüğümüz meselesi yani.
Dikkat edilirse bu dinlerde insanlar ibadetlere,dini ayin ve törenlere gösterdikleri duyarlılığı öldürmeye gelince gösterememektedirler.
Bunun nedeni daha çocukluklarından itibaren insanların dinle ilgili aldıkları eğitimde dinle ibadetler, (Yahudi ve Hıristiyanlarda) ayin ve törenler o kadar iç içe girmiştir ki aynı iç içeliği öldürme,barış ve adalet gibi dinin olmazsa olmazları olan ilkelerle ilgili konularda görmek mümkün değildir.
Bu durumdan hepimiz sorumluyuz.
Bu gün Suriye’de birbirini öldürenler Müslümanlar dün başka coğrafyalarda Hıristiyanlardı. Daha önce ise Yahudiler (Bkz: Bakara/85).
Onun için bu gün Suriye’de birbirini öldürenlerin Müslümanlar olması Yahudi ve Hıristiyanların bu konuda sorumluluklarının olmadığı anlamına gelmiyor. Zaten siyaseten işin içindeler. O ayrı. Bir de bunun dışında buna samimiyetsizlik mi dersiniz, gaflet mi dersiniz (bence hepsi) ama her üç dinde de teori ile icraat arasında bir tutarlılık olmadığı gibi her biri kendi mantığı içinde olmak kaydıyla teoriyi (eldeki kitabın bilgisini dışarıya) doğru yansıtmamaktadırlar.
Örnek olarak geçmişte Hıristiyanlar arasında vuku bulan savaşlarda gerek kilise, gerek din adamları ve gerekse Hıristiyan aydın ve mütefekkirleri tarafından İncil’in öldürmemeye yönelik vurgularına asla yer verilmemiştir.
Çünkü dini eğitimlerinde yoktur böyle bir şey. Daha kötüsü ufuklarında yoktur. Evet,olsaydı savaşmazlardı! Yaşadığımız ülkedeki vaziyet bundan farklı değildir. Müslümanlara gelince Habil-Kabil kıssası,yukarda verdiğim Maide/22 ayeti, kim bir mü’mini kasten öldürürse yerinin içinde ebedi kalmak üzere cehennem olacağını bildiren Nisa/93 ayetleri,meleklerin insanın yer yüzünde yaratılası ile ilgili ‘’Rabbimiz,biz seni hamd ile tesbih edip duruyorken orada kan dökecek ve fesat çıkaracak birini mi var edeceksin’’ diye kaygılarını dile getirdikleri Bakara/3o ayeti vd.
İslami yayınlarda, sohbetlerde, panellerde, Kur’an yorumlarında en yüksek mes’uliyet duygusu ve en yüksek düzeyde aşk ve heyecanla elden ele,dilden dile dolaşıyor olması gerekirdi. Bu gün Suriye’de kan akıyor. Ve aslında İslam aleminin büyük kısmında!
Kan, kin ve nefreti kudurtur. Bunun sonucu olarak vahşet ve barbarlık, gözü dönmüş tarafları bir anafor gibi içine çekmekte ve yutmaktadır. Onun için taraflar birbirlerine zulmün en vahşi ve barbar olanını reva görmekten çekinmiyorlar. Peki bunların dışında kalan Müslümanlar Hucurat/9 ve 10’u okumuyorlar mı?
Bu ayetlerde mü’minlerden iki taife vuruşurlarsa onları durdurmak görevinin savaşanların dışındakilerin üzerine olduğunu bildirmektedir. Ve bunu yaparken ‘’adil olun’’ diyor.
Savaş Esed’le Muhalifler arasındayken çoğunluk suçu Esed’in üzerine yıkıp onunla ferahlanıyorlardı. Fakat giderek Muhalifler birbirleri ile savaşmaya başlayınca ezberleri bozuldu. Şu anki çıkmaz ne sadece Müslümanların başında ne de bu zamana özgü!
Tüm zamanların en büyük sorunudur bu sorun! Ve semavi dinlerin!
Öldürmenin dört semavi kitapta da (ilk üçünün maruz kaldığı tahrifata rağmen) lanetlenmiş olmasına karşın üç dinin de aradan geçen bin yıllara rağmen (fitne ve fesat anlamında) öldürmeyi durduramamış olması bu üç dinin ancak İsrafil suruyla uyanacak bir gaflet uykusuna yatmış olduğunun açık belirtisidir.
Buraya kadarki anlattıklarıma binaen derim ve iddia ederim ki ülkeler arası savaş ve iç çatışmaları -bazı yorumlarda rastladığım için söylüyorum- ne din farkı,ne mezhep,ne atalar dini,ne de bid’at ve hurafelerle açıklamak mümkün değildir.
Kafa kesmek, uzuv parçalamak, ırz ve namusa tecavüz vb. vahşet ve barbarlık, Vandallık hayır, hayır!
Bunların hiç biri ile açıklanamaz.
Müslümanlar Suriye’yi bir labarotuar gibi düşünmeliler.
Herkes bu ülkede İslam’ın yüz karası olarak hüküm süren vahşet ve barbarlığı kendi siyasi görüşünü haklı çıkarmak için kullanma aymazlık ve bağnazlığından vazgeçmeli, bu vahşet ve barbarlığın arkasında yatan psikolojiyi analiz etmeye gayret sarf etmelidir.
Ben sebep olarak dini eğitimdeki çarpıklık ve yamukluğu görüyorum. Özellikle (belirttim ve) belirteyim ki dini eğitimden resmi eğitimi değil sivil eğitimi kastediyorum.
Ali Bal – İlahiyatçı, Mersin