Seksen sonrası ülkemizde üretilen edebiyatla ilgili tartışmaların yoğunluğuna rağmen meseleyi kavramaya ilişkin nitelikli tespitler görebilmek oldukça zordur. Yakın geçmişi siyasi ve kültürel anlamda önemli kırılmalar yaşamış bir memleket olarak sosyal ve fikrî alanlarda bu kırılmaların kendini hissettirmesi son derece tabiidir.
Edebiyatın farklı taraflarındaki birçok kalem erbâbı bahse mevzu meselelerle ilgili olarak ileri sürdükleri kanaatlerinde sadra şifa olabilecek değerlendirme ve rehberlikten uzak bir yetersizliği resmediyorlar. Niçin şiirimiz irtifa kaybetmekte, okuyucusuyla buluşamamakta, yeterli ilgiyi insanlardan görememekte; neden dünya edebiyatına katkıda bulunabilecek nitelikli romanlar veya tiyatro eserleri neşredilememektedir yollu birtakım sualler sorulmakta ve bunlar soruları soranlarca cevaplanarak tartışılmaktadır.
Bu noktada edebiyatçının misyonu öne çıkmaktadır. Yaşadığımız ülke elbette ki dünyadaki gelişmelerden bağımsız olamaz. Birtakım problemlerimiz yerel çıkışlı olabilecekken birçoğu da küresel sorunlardan kaynaklanacaklardır. Edebiyatın, yani şiirin, hikayenin, roman veya tiyatronun şekillenmesi evresinde yerel veya küresel meseleler edebiyatçının zihin ve gönül dünyasında bir karşılık bulabilmekte, eğer böyle bir şey mümkün olabiliyorsa bu karşılıklar edebî esere yansıyabilmekte midir?
Belki de her şeyden evvel şairin veya romancının fikrî yeterliliği ne kadardır, hayata ilişkin niyetleri nedir, dünyayı dönüştürme, gidişâta müdahale etme gibi bir niyeti var mıdır; yoksa sadece yaptığı işi tanrılaştırarak ona ihtiramda bulunmayı mı temel gâye edinmiştir gibi sorulardan başlamak bir açılım imkânını bizlere sunabilir.
Öyle görülüyor ki bugün edebiyatçı kimliğiyle öne çıkanların önemli bir kısmı varlıklarının anlamını kavrayıp onu sorgulama yeterliliğinden epeyce uzaktadır. Edebî eser sonuç itibariyle insanların önüne bir amaç doğrultusunda sunulmakta değil midir? İster tek amaç sanat olsun, ister toplumsal bir sorumlulukla hareket edilsin en nihayetinde eser okuyucusuyla buluşmak için insanların ilgisine sunulur. Varlığın anlamını kavramak çabasını kendine dert edinmemiş kalemler hangi anlayışla insanlığa nitelikli bir şeyler verebilme durumunda olabilirler?
Edebiyat dergilerinde yayımlanan eserlere baktığımızda derin bir anlamsızlık kaosuyla karşılaşmaktayız. Eğer sadece bir keyif malzemesi üretilmek isteniyor, herhangi bir anlam hedeflenmiyorsa onu bile gerçekleştirebilecek bir seviye kendini belirgin kılamıyor. Hâl böyleyken varlığın anlamını sorgulayan çabalar maalesef dergi ve kitap sayfalarına pek yansımıyor.
Nitelikli tartışmalar yerine gazete ve dergilerdeki köşelerden seviyesi oldukça düşük, eleştiriye zerrece tahammül edemeyen basit atışmalar yapılmaktadır. Kişilerin düşüncelerinin değil de isimlerinin hedef alınması aşağılık bir kompleksin ifadesidir. Yegâne amaçlanan şey kişisel istikbâlden başka bir şey olmayınca özlenen niteliğin ortaya çıkması elbette düşünülemez.
Şiirin irtifa kaybetmesinden şikâyetçi olanlar kendilerini sorgulamaktan imtinâ etmektedirler. Türlü eksik yanlarına karşın köklü bir şiir geleneği önümüzde duruyor ama ne talihsizlik ki şiir yazma çabası içinde olanlar ondan yararlanmak imkânını değerlendirmiyorlar. Daha da acı olan ise cumhuriyete kadar oluşan devâsâ bir geleneğin kelimelerini anlamaktan bile âciz bir seviyenin şiir üzerine temel problemleri tartışmaya çalışmasıdır. Mensubu olunan toplumun tarihî sürecini kavrayabilecek, inancını oluşturan dinamikleri tahlil edebilecek yeterli bir bilgilenmeden mahrum, birikimsizliği korkunç boyutlara varmış zihinlerin sarsıcı, parlak ürünler vermeleri elbette beklenemez.
Bu ülkenin en büyük şairleri son yüz senenin şairleri değildir. Hatta son yüz sene kişisel ve toplumsal anlamsızlıklarla karmaşaya boğulmuş bir zaman dilimidir ve bu da edebiyatı sahici bir çizgide seyretmekten uzak tutmuştur. Günümüz şairi bu zaman diliminden hareket etmeyi benimsemişse zaten baştan kaybetmiştir. Bulabileceği damar çok kuvvetli olmayacaktır. Gerekli bilgiyi temel alan bir çalışmanın izleri edebiyat dergileri ve eserlerine yansımamakta, bu hususta bir işaret de görünmemektedir.
Bir sanatçının bireysel olarak kendisine, insan olarak cemiyetine ve bütün bir evrene karşı sorumluluğu olmalı mıdır, olacaksa bunlar nedir? Soruya verilecek cevap üzerinde durmaya çalıştığımız meselenin aydınlatılmasına katkıda bulunacaktır. Kendini insanlığın meselelerinden soyutlayan bir sanatçı anlayışı sıradan okuyucuya/takipçiye ne kadar yakın/sıcak gelebilir? Sanatçının eseri hangi insanlarda, hangi çevrelerde makes bulabilecek, hangi sanatsal hareketlenme edebî eserlerin seviyesinin yükselmesine katkı sağlayabilecektir?
Yaşanan hayatla bağı zayıf, can alıcı problemleri göremeyen –görmezlikten gelen değil, göremeyen- bir edebiyat zaten sorumluluktan uzak olduğu için edeb köküne ihanet etmiştir. Yoksul yığınların sesini dillendiremeyen, siyasî ve sosyal yaraların üzerine gidemeyen, bunalımın kuşattığı modern insanın dili, yüreği olamayan bir edebiyatın insanlığa ne gibi bir hayrı dokunabilir? Küresel zulümlerin yaygınlaştığı bir evrede sesini yükseltmeyen bir anlayış ne zaman muhataplarıyla buluşup edebiyatın seviyesine ve takip edilebilirliğine katkıda bulunacaktır?
Eğitimdeki ideolojik yasaklamalar karşısında bir edebiyatçı topluluğunun birlikte bir etkinlik içerisinde yer aldığını; Irak, Afganistan, Filistin işgallerinin karşısında en azından basının karşısında boy gösterdiklerini, dergilerinde, kitaplarında bu acıları yeterince dillendirdiklerini siz gözlemleyebildiniz mi? İhtirasları tatmin aracı yerine evrensel vicdanın sesi olabilmeyi kaç isim tercih etmiştir? İnsanlar neden şiir okumazlar, neden tiyatroya gitmezler, neden bir roman okuyup tahlilini başkalarıyla paylaşmazlar diye düşünebilmek edebiyatın düşen irtifasını kavrayabilmek için bizlere bir kapı açabilir.
Hayata nitelik getirmeye çalışan eserler bazı talihsiz isimlerce ideolojik şiir veya eser diye mahkum edilip aşağılanmaya çalışılmaktadır. Onlara göre sanatsal çalışmalar kendini tatmin olarak da görülebilecek bir sanatsal uğraş çizgisinde tıkılı olarak devam etmeliymiş. Bu anlayış gerçekten acınmayı hak etmektedir. Özellikle de âhiret inancına sahip olduğunu iddia eden şahsiyetlerin böyle bir sorumsuzluğu dillendirebilmeleri utanç vericidir ki yukarıda değindiğimiz inancı bile kavrayamama yetersizliği hâline ölümcül bir örnektir. Daha da ilginç olanı ise bahsettiğimiz kişilerin üstâd olarak belledikleri yakın geçmiş önemli isimlerinin de toplumsal sorumlulukları eserlerinde iyi kötü işleyerek öne çıkmış olmaları gerçeğini görememeleridir.
Seksenli yıllardan sonra edebiyatın alternatifleri dillendirmeyen tavırsızlığı kaybolan nitelik ve seviyenin sebeplerini görebilen gözlere göstermektedir. İnancı benimsemeyen anlayışlar da sığ sularda seyretmeyi tercih etmişler, küresel kapitalizme çoktan teslim olarak sapkınca düşünceler serdetmek için gayret eder olmuşlardır. Geleneği, inancı kavrayamadıkları gibi öykünüp durdukları batıyı da yeterince kavrayamayıp ancak eserlerine isim olarak büyük bir özentiyle onların kelimelerini seçmeyi tercih ederek vaziyeti kurtarmayı yeğlemişlerdir.
Kendisi olamayan, insanlığa sunacağı bir mesaj üretemeyen bir anlayış hangi romanıyla, tiyatrosuyla evrensel saygınlık kazanabilir? Ucuz fiyatlarıyla piyasayı kaplayan ne idüğü belirsiz romanımsı kitap müsveddeleriyle edebiyatımızın çekebileceği ilgi ne olabilir?
Toplumsal hareketlilikleri, bireysel dönüşümleri beslemeyen, bilgiden yoksun edebiyatın insanlığa sunabileceği bir şeyi olamaz. Varlığın problemlerinden kopuk bir şiiri kimse okuyup ezberlemez, onda vicdanını harekete geçirebilecek bir değer bulamaz, o şiiri kimseyle paylaşmaz. Kişisel saplantıları dillendirip duran bir roman insanların yürek ve zihinlerinde bir dalgalanma meydana getiremez.
Nitelik ve birikimden hareketle sorumluluk duygusunu temel alan bir anlayışa ulaşma gerekliliği, bir bütün halinde sanatın tek çıkış yolu olarak önünde durmaktadır.
(Tasfiye Dergisi, 5)