Adı duyulmamış ülkelerde aç bırakılmış bütün çocuklara…
Anne, kocasının aldığı pahalı elbiselerden birine uygun ayakkabı ararken, o gün her şeyin yolunda gitmesini temenni ediyordu. Onlarca elbisenin ve ayakkabının içinde aradığını bulamamanın ızdırabı yüzüne yansıyordu. Yaşamın tadını çıkarmak lazımdı. Fakat bu kadarcık parayla olmuyordu. Bu her şeyin en iyisine ve en pahalısına sahip olma arzusunun sonunun gelmeyeceğini içinden bir ses söylese de o sesi susturuyor ve kendini alışveriş merkezlerine atıyordu. Çünkü hayatın bir gün sona ereceği ve öleceği düşüncesi durmadan içini kemiriyor; bu duygudan kurtulmak da kolay mümkün olmuyordu. Zaten vaktinin ve parasının çoğunu o da varsıl arkadaşları gibi yaşlandığını gösteren belirtileri yok etmeye çalışarak geçiriyordu. Aklı ise ne zamandır almayı düşündüğü o pırlantalardaydı.
Geri döndüğünde dalmaçyalı köpeklerin yerinde açlıktan bir deri bir kemik olmuş çocukları görünce büyük bir telaşla televizyonu kapattı. Çocuk farkında olmadan haber kanalını açmış ve öylece onlara bakıyordu. Konuyu değiştirerek çocuğun dikkatini farklı bir yöne çekmeye çalıştı.
—Bugün neyi kutladığımızı biliyor musun oğlum?
Çocuk başını çevirmedi; cevap vermedi. Çocuk dalmaçyalı köpekleri çok seviyordu.. Köpekler tıpkı neşeli çocuklar gibi oradan oraya zıplıyorlardı. Hepsi tertemiz ve bakımlıydı. Çünkü filmde rol alacakları için önemliydiler çok lüks otellerde günlerce en iyi yemekleri yemişlerdi ve en temiz yataklarda uyumuşlardı. Veteriner ordusu başlarında nöbet tutmuştu.. Çocuk köpekleri seyrederken annesine bakamıyordu. Kafasını çevirirse bir sahneyi kaçırmaktan korkuyordu.. Sonra okulda arkadaşları birbirlerine izledikleri filmleri anlatırken o bazı şeyleri hatırlamıyor, arkadaşları onunla alay ediyorlardı.. Annesi mutlu bir yüzle onu seyretti.. Günlerdir bu filmi izlemek istediğini biliyordu. Bugün onun için filmi onun için daha Türkiye’de satışa sunulmadan bir tanıdığı vasıtasıyla Amerika’dan getirtmişti. Yeter ki çocuğu mutlu olsun.
Baba kravatını bağlıyordu. Yüzünde uzun süre çabalamanın karşılığında bir şeyi elde etmenin getirdiği bir tebessüm vardı. Bugün çalıştığı kurumda önemli bir kademeye gelmenin haklı gururunu yaşıyordu. Bugünün mutluluğunu hiçbir şey bozamaz diye geçiriyordu o da karısı gibi içinden. Dışarıda pahalı bir Fransız restoranında yemek yiyeceklerdi. Tabi bu görevi almak için ne kadar çalıştığını kimse tahmin bile edemezdi. Anne ve çocuk onun nasıl bir işte çalıştığını bilmiyor. Daha doğrusu annenin bunları düşünmeye vakti yoktu.Zaten çok da önemsemiyordu.. Ve artık oturdukları semti de değiştirmeleri gerekiyordu Çünkü onların çevresinde bu bir gelenek sayılıyordu Baba artık o çok istediği arabayı almayı istiyordu. Anne ise artık makyaj malzemelerini Paris’ten getirtmeyi düşünüyordu.
Çocuk televizyon başında benekli köpekleri seyrederken, anne oğluna başka bir sürpriz hazırlıyordu. Yurt dışından getirttiği dalmaçyalı köpek desenli pijamaları ise oğluna daha sonra gösterecekti. Kim bilir ne kadar sevinecekti. Hamburger ve kolayı çok seviyordu çocuk, Brezilya futbolunu ve play station da oyun oynamayı.
Baba hazırlığını tamamladı. Aşağı inip keyifle marlborosunu yaktı. Anne bu sefer de hangi kürkü giyeceğine karar veremiyordu. Çocuk Mickey Mouse desenli yumuşak terliklerini çıkardı. Üzerinde ise Yine Mickey Mouse desenli montu vardı. “Dünya çocukları kardeştir” sloganıyla reklamları çıkan kazağını babası geçen yıl doğum gününde hediye emişti. Pantolonunun sağ dizinde sırıtan şapkalı bir maymun vardı
Haitili baba dikiş makinesinin başına oturalı 14 saat oldu Kan ter içinde geçen bu on dört saat için benekli köpeklerin babası olan firma saat başına 28 cent ödüyor. Önünde duran benekli köpek desenli kumaşları hırsından parçalamamak için kendini zor tutuyordu. İki çocuğu yetersiz beslenmeden ve hastalıktan ölmüştü. Bir diğeri evde hasta yatıyordu. Karısının ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüştü Eve her gidişinde bir kötü haber daha alacağım diye ödü kopuyordu. Çocuklarının katili benekli köpekler ve kulağı kopasıca fareler. Ama çalışmak zorundaydı Açlıktan ölmeyi geciktirmek için belki de kim bilir.
Evine et girmeyeli yıllar olmuştu. İki gündür kendisi de açtı. Kumaşların üzerine ter damlaları düşüyordu. Kıvırcık saçları su görmeyeli kaç gün olduğunu kendisi de unutmuştu. O bu yoksulluğun ve sefaletin nedenini çok iyi biliyordu. Fakat bunu söyleyemiyordu.
Haitili çocuk ateşler içinde yanıyordu. Annesi onun iyileşmesi karşılığında kendi canından vazgeçmeye hazırdı. Sıcak ve nemle birlikte evde ölüm sessizliği hâkimdi. Çocuğun bakışları donuklaşmaya başlamıştı. Anne endişeliydi. Yıllardır tek derdi çocuklarını doyurmaktı. Kendi hayatından vazgeçmiş bütün anneler gibi.. Çocuğun yüzüne bakmaya kıyamıyordu. Sanki bakarsa onu kaybedecekmiş gibi geliyordu. Öncekiler gibi. Toprak kokan yüzleriyle teker teker onları toprağa verdikçe, kendi canından birer parça kopartıldığını sanmıştı.
ANNEBABAÇOCUK, akşam neşeyle sıcacık evlerine döndüler. Anne çocuğu odasına götürüp yatırdı. İyi geceler dileyip ışığı söndürdü. Çocuk hala önünde bir kapla bekleyen zayıf ve bitkin çocuğu düşünüyordu, uyuyamadı.
Haitili baba yorgun argın eve döndü, alacakaranlıkta tedirgin eve girdi. Çocuğun yüzü örtülmüştü, anne hıçkırıyordu.
Dalmaçyalı köpekler, sırıtkan maymunlar, açlıktan çocuklar öldükçe semiriyordu. Terden sırılsıklam olmuş “serbest bölge babaları”nın terleriyle susuzluğunu gidermeye devam ediyorlardı.
(Tasfiye dergisi – 4)