Sıradanlaşma korkusu her yere sinmiş. Çoğunluğun sahip olduğu bu düşüncenin aynı olması oldukça ironik bir durum. Artık sıradan bir insan olmayı arzulamak çok daha aykırı bir durum olsa gerek. Ne garip ki aykırı olabilmek için bile sıradan kimselere ihtiyaç duyuyoruz. Günümüz insanı ne kadar farklı giyinmeye çabalasa da o tekdüze zihin yapısından kurtulamıyor. Bu ise sıradanlığın maddi yaşantıda oluştuğu yanılgısından kaynaklanıyor.
İçinde bulunduğumuz dijital çağda özgürlük ve eşitlik gibi çeşitli sosyolojik vaatlerin peşinde kitlelerde kutu zihinler oluşuyor. Yeri ve zamanı geldiğinde bu kutudan bir kart seçiliyor ve karşı tarafa sunuluyor. Aynı sorular, aynı cevaplar ve aynı insanlar… İnsanın yabancılaşması artık dışa değil içe doğru olmaya başladı. Kimse kendi hayatının başkahramanı olmayı beceremiyor, kendi yaşantısını bir başkasınınkiyle kıyaslamadan var edemiyor. Hissedilen her duygu ve çevresindeki birçok uyarandan uzaklaşması hâlinde oldukça takdir edilesi yere varabilecek düşünceler daha embriyo halindeyken sömürülüp metalaştırılıyor.
Mutluluk, farklı yaşamlarda aranır hale geldi. Mutlu olmayı kitaplardan öğrenmeye çalışıyoruz. Mutlu olmaktansa mutluluğun hayalini kurmak daha çekici sanırım. Yarınların hayaliyle bugünlerini sömüren insanlar kafalarında kurdukları mutluluk senaryoları için mutsuz bir yaşamı tercih ediyorlar. Bir gün saygı duyulan biri hâline gelmek için saygınlıklarını ayaklar altına alıyor, bir gün ezebilmek için ezilmeyi kabulleniyorlar. İnsanların umutlarıyla dönen bu sömürü çarkı bir insanın sahip olabileceği en kutsal şey olan zamanı ve şimdiyi tüketiyor. Zaten geçmişi tüketmiş ve şimdiyi tüketmekte olması yetmezmiş gibi ağzından salyalar akarak geleceği de sömürmekte… Şu anda sahip oldukları şeylerin ileride ellerinden gidecek olması mutlu etmez ve kaygıya düşürür insanı: “İstediklerini zahmetle kazanır, kazandıklarını da kaygıyla ellerinde tutarlar.” “Daha iyi yaşayabilmek için sürekli bir şeyle meşguller, yaşamlarını harcayarak yeni yaşam inşa ediyorlar!” (Seneca)
Fabrikalarda konserve zihinler oluşturuluyor. Taze beyinler saf değerlerle aynı kazanda pişiriliyor. “Bir olay mı oldu? Dur sen hiç kendini yorma, bizde bir sürü analiz ve eleştiri var. Seç, beğen ve al! Fikir üretmek için niye uğraşasın ki? Bak, seninle aynı fikre sahip (olduğunu düşünen) yüzlerce insan var. Sen özgürsün, istediğini savunabilirsin!” Kitleler, bir başkaldırı ve kendilerini ortaya koymak için özgürlüğün en rahat yaşanabileceği yer kıyafetine bürünmüş sosyal medyaya bel bağlıyor. İnsanlar kıyafet seçer gibi çeşitli fikir ve ideolojileri benimsiyor. Bu fikirler de kıyafet satarmışçasına pazarlanıyor. “Sıkıldın mı? Fırlat at! Yıpranmış zihinlerle işimiz olmaz, yenisini al; tüket ve bitir! Sen rahat ol, elimizde sömürecek daha bir sürü değer var!” Pazarlaması kolay ve alıcısı en çok olan şey ideolojilerdir. Fikir borsası sürekli kabarıyor. Herkes bir şeyleri satıyor: Güzeller güzelliğini, çirkinler çirkinliğini, bilgeler bilgeliğini (bilgiyi değil!), düşünürler ise düşüncelerini pazarlıyor. Pazarlayıp satmaya teşvik edildikleri asıl meta ise aslında kendileri. Eskiden mahrem çerçevesinde olan kişisel hayat kamusal alanda deşifre ediliyor. Daha da üzücü olan ise kullanıcıların bundan zevk alıyor olması. Eugene Enriquez’in özetlediği gibi: “Fiziksel, sosyal veya ruhsal çıplaklık, çağımızın düzenidir.”
Tüm bu öz benlik kaybına yol açan durumlardan kurtulmak için ilk önce bu konserve zihin yapısından kurtulmalıyız. Bunun için ilk önce farkına varmalıyız. Zincirden kurtulmak için zincirli olduğumuzu fark etmeliyiz. Tutsaklıktan kurtulup özgür olabilmek için tutsak olduğumuzu ve neyin tutsağı olduğumuzu anlamaya çalışmalıyız; ki emin olun, hepimiz bir şeylerin tutsağıyız. Tüm uyaranlardan uzaklaşmak tabii ki mümkün değildir ancak en azından kapsama alanında olduğumuz çeşitli düşüncelerin farkında olmalıyız. Sahip olduğumuz hiçbir fikrin öz ve öz içimizden çıkması imkânsızdır. Fikirler birçok yerden duyduğumuz, gördüğümüz ve benimsediğimiz duygu ve düşüncelerin özeti olarak meydana gelir. Fikir üretirken kullandığımız malzemeleri seçmek bizim elimizdedir. Sosyal medyada gezinirken, video izlerken, kitap okurken veya insanlarla sohbet ederken okuduğumuz ve duyduğumuz şeyleri mutlak doğru olarak almamalıyız. Zihnimizde bir filtre aracı yerleştirmeliyiz. Bu aracın her geleni almayıp yalnızca sağlıklı ve faydalı olan şeyleri süzmesi gerekiyor. Bu filtre mekanizmasını oluşturmak da yine bizim elimizde. Bu filtrelemeyi yaparken sahip olduğumuzun farkında bile olmadığımız birçok ön yargıdan zor da olsa uzaklaşmalıyız.
Bu sebeple kendimize karşı oldukça dürüst olmalıyız. Birisinin bizi gelip sihirli değnekle bilinçlendirmesini bekleyemeyiz. Doğruyu hep başkalarında arıyoruz. Oysa kendi içimize dürüst bir bakış açısıyla küçük bir inzivaya çekilme, hayal edemeyeceğimiz kadar birçok şeyin farkına varmamızı sağlar. Geçmiş tükendi, şimdi ise tükenmekte… Artık zamanı bedavaymış gibi müsrifçe tüketmeyi bırakıp onu bilinçli bir şekilde yaşamayı öğrenmeliyiz ama öğrenmeden önce böyle bir yaşamı arzulamalıyız. Değişim isteği, değişimin başladığı noktadır. Ya bilinçli ve sağlıklı bir şekilde dönüşüm geçireceğiz ya da farkında bile olmadan değerlerimizi kaybederek gelişim ve ilerleyiş vaatleri altında uçurumdan düşmeye devam edeceğiz.
Toplumsal çürümeden ve bu konserve zihin yapısından saf ve temiz bir ruh ile dirilişe davet ediyorum.