“İhsan Oktay Anar, edebiyatımızın son döneminin en özgün yazarlarından. Doğru okunup anlaşılması için kapsamlı bir çalışma” diye takdim etmiş Notos, ekim-kasım tarihli 30. sayısının dosyasını.
Ne diyeyim, itiraf etmeli ki biz Müslüman mahallesinin (Beytullah’ın adlandırmasıyla) çocukları ile başka mahalleler arasında görünmez duvarlar vardı/r. Şimdi sorun bakalım, son dönemin özgün yazarı diye tanıtılan Anar, bizim mahallece (ben piyasa derdim, eski radikallerden kalma bir alışkanlık, şimdi serbest piyasa düşmanlığımız öne çıktıkça Ayşenur Bulut gibi gençler eleştiriyor) bilinmekte midir? Bunu mutlak bir eksiklik olarak görmüyorum, sakın ola ki yanlış anlaşılmaya! Ne onlar bizi, ne biz onları… Gerçi eskisi gibi değil tanışıklıksızlık hali ama, Notos’çulara desen ki başka âdem yok mudur şu âlemde sizden başka diye, ne derler bilmem.
Bunlar aklıma gelir her zaman, şimdi yazmak nasip oldu işte. Gerçekle gerçek-dışılık arasında, hayalle gerçeklik sarkacında, düşle felsefe, dille tarih ikiliğinde zamanın ruhunu yansıtan tasvirlerin okuru zemininden berheva edişine kadarki geniş bir yelpazede Anar’ın eserlerini tartışan yazılarla zengin bir dosya koymuş ortaya Notos: Handan İnci, Ömer Türkeş, Semih Gümüş, Faruk Duman ve diğerleri…
Notos 30’da Nursen Karas’ın bir hikâyesi var ama ben bir yerini anlamadım: Derhal Gülümse adlı hikâyenin sonunda bir tarih var, 10-25 Mayıs 1967. Hikâye o zamandan mı kalmıştır, gerçi anlatılanlardan bu tarihi doğrulayan bir şeyler çıkarılabilir ama gene de tedirgin oldum. Hemen internete bakayım: Evet dedim ya mahalle duvarları. Olsun bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp! Bir bankanın 7. yılı kutlanıyor hikâyede. “… Bu mutlu günün hepimize kutlu olmasını candan dilerim. Bankamızın kısa zamanda böylesine bir başarıya ulaşmasının nedeni…” diye bir nutuk irad ediyor banka şube müdürü, ben de okuyucu olarak elbette cevabı yapıştırıyorum: Yağma ve talan düzeni! Ama hoş bir öykü… Okunası… [Ayrıca -ası/-esi sıfat fiil eki; bu şekilde adlaşmış sıfat olur: Bir öğretmenin dramı! Her neyse artık…]
Bir de Notos’un en son sayfasında hakkında öykü yazılmasını istediği bir resim var. Hoşuma gitti bu sayının resmindeki tema, buna bir öykü yazayım dedim, baktım ki son gönderme tarihi 1 Kasımmış, hayırlısı olsun dedim.
mahallenin eski duvarlarını bilemiyorum ama sanırım benim mahallenin arka sokaklarına geçtiğim dönemlerde -ki 28 şubat süreci ve sonrasıdır- en azından bizden taraf bir duvar kalmadığını söyleyebilirim. ihsan anar’ı üniversitede bir kitabından tanıyabilmem belki bu yüzdendi… belki kişisel sebeplerden bilemiyorum. ama edebiyatta benim için biz/onlar ayrımı olmadı sanırım. mesela parayı bulunca -çokluk anlamında değil tabi :)- gün doğmadan ve memleketimden insan manzaraları kitaplarını birlikte almıştım. elbette burada “o da bizim, bu da bizim” gibi kıstası bayağı bir toptancılıkla siyasi şirinlik yapanlarla arama kalın bir duvar ördüğümü de eklemiş olayım…