Hakikati Örten Perdeyi Kaldırın | Ahmet Örs

Ne kadar eleştirsek, ne kadar hakîkati haykırmaya çalışsak da ortaya olması gerekeni koymakta yeteri kadar çaba sarf etmezsek asla üzerimize düşeni yapmış sayılmayız. Her türlü savrulmanın meşru ve makbul telâkki edildiği bir vasatta dilimizin bütün sivriliği ile yozlaşmaya direnme, hakîkatin üzerine düşen yalanları ifşa etme yükümlülüğümüz vardır. Bu yükümlülük inançlarımız sürdüğü müddetçe var olmaya devam edecektir ama yapılması gereken çok daha mühim çalışmalar önümüzde duruyor.

Yozlaşmaya meyilli çalışmalar, beyhûde uğraşılar her geçen gün daha da çoğalıyor. Sağlıklı inançların, sahih duruşların yokluğunda -veya terk edilmişliğinde mi demeli- birbirini tekrar ve takdir eden olumsuzlukların yaygınlaşması elbette normal addedilmelidir. Sahih olmayanın yokluğunda bâtılın kendini hakikatin bir yüzü olarak göstermesi maalesef ki kaçınılmazdır. O halde sahih olanın belirgin kılınması, üzeri örtülen hakikatin aydınlatılması gerekiyor.
Edebiyatın kendisi esasen bir hakikât arayışına aracı kılınmayı hak ediyor iken savrulma ve yozlaşmanın aracısı konumuna indirgenmesi fevkalâde üzüntü verici bir durumdur. Edebiyatın hakikâti belirginleştiren damar ve dönemleri muhakkak ki tamamen ortadan kalkmayacaktır ama bu çizgiler bazen zayıflayacak, imtihanı kaybedenleri aralıklarla gün yüzüne çıkaracaktır.
Eleştiri yapmak da, sahih olanı üretmek de aynı kalemlerin, aynı dillerin omuzlarında yüce bir sorumluluk olarak duruyor. İlkeli duruşun vakti ve saati vardır diyebilmek mümkün müdür? İnancı parçalara, farklı isimlere, farklı çalışmalara göre bölüp parçalamak; hayata ve çalışmalara bu merkezde şekiller vermek mümkün müdür? Böyle bir tavrı inanç ve süreç kabul eder mi, bu duruş hiçbir şey olmamışçasına masum bir edayla aramızdan süzülüp geçebilir mi, takılıp kalacağı, sorgulamaya tabi tutulacağı kişi ya da anlayışlar olmaz mı? Keşke sorular ve cevapları sahih bir biçimde kavrayıp sorgulayacak bir düzleme sahip olabilseydi herkes.
Bu noktada yapılması gerekenleri sıralamak, onlar üzerinde fikreylemek gerekiyor. Olmaması gerekeni mutlaka dile getirmeli, hakîkate sırtını döneni görmeli ve insanlara göstermeliyiz. Onun ötesine ise bir an evvel geçmeli, ne yapılacaksa yola koyulmalıyız. Belki de hakîkî anlamda eleştiri ancak bu şekilde mümkün olabilecektir.
Doğruyu göstermeyen tenkitlerle işaret edebileceğimiz gerçeklikler tam olarak aydınlanamayabilir ve muhataplarımız ne demek istediğimizi anlama ve kavramada sıkıntı çekebilirler. Dik durmanın edebiyatını mutlaka fiiliyattan hareketle insanlara sunmalıyız. Saplantılı kişilikleri malzeme olarak üretenleri kınarken onurlu ve duyarlı yaşamları dergi ve kitap sayfalarına hiçbir kompleks duymadan taşımalıyız. Onurlu şahitlikleri Kitaptaki resullerin kudretli anlatımlarına öykünerek çoğaltmalıyız. Merhametin ve direnişin onurunu, tevhidin şirke boyun eğdirişinin örneklerini üretmeli, insanları hikmetin ve hakîkatin inananı ve taşıyıcısı olmaya gönüllü kılmalıyız. Oturup saatlerce, günlerce çalışmalıyız; bir destanı üretmek, bir inanışı destanlaştırmak gibi artık her ne olacaksa bu çerçevede usanmadan bu uğraşıyı vermek durumundayız.
Hangi öykü yazılacaksa yazılmalı artık. Şiir karmaşık hayallerden bağımsızlığını ilan etmeli ve Rahmanın kınadığı değil takdir ettiği şairler gün yüzüne çıkmalıdır. Fellûce’nin söylenmeyen şarkısına güfteler yazılmalı, Kudüs’ün Mescid-i Aksâ’dan çekilen resimleri desen desen sinmelidir mısralara. Dicle’yle Fırat’ın kederli öyküsüne yalın ayak çocukların hüznü eşlik etmeli, zulümlere taş atan küçük yüreklerin coşkusu nüfuz etmeli gözyaşlarından süzülen terennümlere. Edebiyat bir çocuğun elinden tutarken bir yoksula gülümsemeli, arayıp da hakîkati bulamayan genç insanların yollarına işaret taşlarını dizmelidir. Hikâyenin acılara, umutlara açtığı bayrak dergi sayfalarından hayatın içine süzülmeli; anlatılar, kimliğini yitirip şaşkın şaşkın türlü vadilerde dolaşanların kahırlarını çekmemelidir.
Bir dokunulup bin ah işitilecek acıların, hiçbir baskının bitiremediği özgürlük savaşlarının yazılacak ne çok romanı var, söylenecek ne çok türküsü! Herkes kendi imtihanını yaşar, varsın süreyi fütûrsuzca harcamak isteyenler şaşkınca kendi ateşlerine koşsunlar. Biz umudun ateşini harlamaya bakalım. Bizi hayata bağlayan ne kadar değerimiz varsa, hepsini binbir güzelliğin sergilendiği büyük bir panayır gibi serelim insanların önüne.
Utanıp sıkılmadan, üç beş kişi arasında bir nefis tatmininden başka bir hedefi kalmayanlara da hikmeti bırakmadan yaptıkları yanlışları anlatalım. Şeytanın ayartmalarına karşı uyanık bulunmalarını salık verelim. Örnek hayatları, sınavı kazanmış kişilikleri şiirin mısrasından, öykünün satır arasından, romanın destansı anlatımından çekerek hayata dair somut örnekliklere dönüştürelim.
Kitabımızın aydınlık çağrısını göz ardı edenler bırakalım en ufak bir değeri bile hak etmeyen çabaların esiri olarak meşguliyetleriyle gönüllerini şen tutmaya devam etsinler. Biz söyleyecek sözümüzü berkitmeye gayret gösterdikçe hakikatin gür sesiyle sarsılacaklar. Hiçbir uyarıya kulak vermeyenin akıbeti hiç kimsenin kaldıramayacağı bir ağırlıkta olacaktır.

(Ahmet Örs, Tasfiye-8)

Etiket(ler): , , , .Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Bir yanıt yazın