Cemal Şakar’dan Niksar ve Tokat’ta İslamcılık Seminerleri
Yazar Cemal Şakar, Niksar ve Tokat’ta İslamcılık tartışmaları çerçevesinde iki seminer verdi.
Şakar’ın “İslamcılık: Bugünü, Yarını” başlıklı konuşması TOKAD Niksar Temsilciliğinde; Tokat’taki, “İslamcılık: Ne Yapmalı?” başlıklı konuşması ise Özgür Yazarlar Birliği’nde gerçekleşti.
Cemal Şakar, her iki konuşma boyunca genel olarak aşağıdaki tespitlerde bulundu:
70’lerdeki devrimci bir dalga vardı
-İslamcılık aslında devletçi, milliyetçi-muhafazakâr bir faaliyetin adı olarak var oldu. Ali Bulaç İslamcılığı üç kuşağa ayırır. Birinci kuşak 1920’ler, sonra 1950’ye kadar bir uyuma dönemi, 1950-2000 arası 2. kuşak, 2000’den bugüne ise 3. kuşak. Bugünü anlamak için 70’lere bakmalı.
– 60’lı yıllarda görece demokrat adımlar atıldı. Devlet toplumla barışmaya çalıştı. 70 kuşağında Marksist bir dalga vardı. Mısır’dan Pakistan’dan yapılan İslamcı eserlerdeki çevirilerde Marksist bir etki vardı.
– Osmanlı döneminde ümmetçi bir dalga oluştu. İslamcılık devletten yana, onu kurtarmak isteyen bir çizgiydi. Mesela Necip Fazıl oldukça milliyetçidir. Sezai Karakoç’ta bu biraz düştü. Nuri Pakdil’de tamamen ortadan kalktı. O dönemde sağcı vurgu yerini solun etkisine bıraktı. Bu dönemin devrimci bir nitelikte olması en önemli özelliğiydi. İran İslam devrimi ile bu dalga doruğa çıktı.
28 Şubatta İslamcılar duvara toslamıştır
– İkinci kuşaktaki devrimci etki devletle İslamcılığı karşı karşıya getirmiştir. Mesela, 80’den sonra çıkarılan memur yeminleri için Atasoy Müftüoğlu, Y. Kerimoğlu gibi kişiler şirke düşmemek için imza atılmamasını savundular. Bu süreçte devletle İslamcılar arasında yarılmalar yaşandı. Devlet Özal ile beraber dışarıya açılınca eş zamanlı bir dünya yakalandı. Kitlesel olarak Dolar kullanılıp Marlboro içilir hale gelindi. Bu dönemde devletle barışıldı. Önceden kamusal alanda ifade sorunu vardı. Özal ile bir barışma yaşandı. Bu sebeple bürokraside ve siyasette yükselme yaşandı.
– 28 Şubatta Kemalizmle İslamcılar yüz yüze geldi. Milli Görüş dışarıda kalan kitleleri merkezde buluşturmuştu. Bu dönemde 20 Şubatta duvara toslayan İslamcılık dağıldı, politikaları iflas etti. Küllerinden AKP ortaya çıktı.
İslamcılar son süreçte yeniden sağcılaştı
– Buradan yeni kuşağa gelelim. Kamusal alanda ifade sorunu azaldı, İslamcı ikinci kuşak devleti ele geçirdi, solun etkisine giren İslamcılık yeniden sağcılaştı. Pazarlık kabilinden gerçekleşen cemaat reflekslerinde yedekten merkeze oynayan bir sağcılaştıran bir süreç var.
– AKP’nin devleti ele geçirdiği ve baskıcılaştığı iddiaları var. Küreselleşen bir vasattayız, bugünkü durum budur. Ulusal talepler yerine küresel ilişkiler öne çıkıyor. MİT müsteşarı bile bunu söylüyor.
– Peki, küresel dünyada İslamcılar ne yapmalı? Küresel olana tepki geliştirirken ulusalcı pozisyonda kalma endişesi ortaya çıkıyor. Ne önerdiğimiz bu noktada önem kazanıyor. Gümrüklerin, tel örgülerin yükselmesi mi isteniyor? Şunu unutmayalım ki güçlü kültür zayıf olanı belirler. Geçişkenlik ister istemez birbirini belirlemeye çalışıyor. Bu meseleler üçüncü kuşak tarafından tartışılmalı ve sorulara yeni cevaplar verilmelidir.
-28 Şubat’tan sonra neoliberal politikalar yaygınlaşmaya başladı. Kullan at tarzı bir yaşamın içindeyiz. Hepimiz sistemin tüketim hedefine odaklanmış vaziyetteyiz.
– Bugün dünyada herkes blok arayışı içinde. Hangi blok tarafında yer alacağımız tartışılmalı. Çokuluslu söylemlerin kayıtlarından kurtulmak tam bağımsızlıkla alakalı bir şeydir. Batı karşıtlığında Rusya safına mı geçeceğiz yoksa başka arayışlar içinde mi olacağız. Reel politik üzerine düşünürsek sağlam politikalar geliştirmemiz mümkün olabilir.
– Sünnetin teorik olanı pratize eden karakterini her gün müslümanlar ne kadar hayatlarına uyguluyorlar? Evrensel ilkelerle hayattaki somut pratiklerin birbirine uyumunu tartışmak gerekir.
Adaletin merkezî rolü üzerine vurgu yapmalıyız
-Bundan sonraki İslamcılık süreci içinde demokrasinin çokça tartışılacağına inanıyorum. 70’lerde demokrasiye şirk dendi. Mesele ifrat tefrit boyutlarında ele alındı. Demokrasi ve küreselleşme tartışmaları İslamcılığın geleceğinde belirleyici olacak tartışmalardır. Demokrasi karşısında bizim devlet ve hükümet etme anlayışımızı geliştiremedik. Önerilerimizi somutlaştıramadık.
– Devlet düşüncesinde adaletin merkezi rolü üzerine vurgu yapmalıyız.
– Şura modelinin ne olduğu üzerinde çokça düşünmek zorundayız.
– İslamcılığın devlet fikri ve iktisat politikası geliştirememiş olması en büyük handikaptır.
– Mülk üzerine bundan sonra daha derin tartışmalar yapılacak. Zenginleşen eski İslamcılar var. Bugün bir vicdan kararması yaşanıyor. Bu durum, bizim mülk vurgusuyla yüzleşmemize neden oldu. Bu yeni burjuva sınıfı bir yüzleşme durumu ortaya çıkardı. Bunların daha da öne çıkacağını düşünüyorum.
– Son dönem İslamcılığında üç temel kırılma vardır: 1. Medine Vesikası. Medine Vesikası söylemi 70’lerde gündemde yoktu. Devrimcilik o dönemde ortaya çıktı ama bu aynı zamanda modernist bir tavırdı. 28 Şubatla bu umutlar kırıldı. Milli Görüşün taşıyıp getirdiği kitle 28 Şubatla dağıldı. Baktık ki devlet güçlü, “o zaman hep beraber yaşayalım” dendi. Medine Vesikası bunun keşfidir. Çok hukukluluk, birlikte yaşama tavrı postmodern bir durumdur. 70’lerde “Allah’ın hükmü ne ise odur” deniyordu.
2. kırılma Başörtüsü meselesidir. F. Gülen’in meşhur “başörtüsü teferruattır” fetvası kendince çıkış için, çare için söylenmiştir. Basınç altında “başörtüsü kültüreldir” dendi. Bu görüş sayesinde cemaat üyeleri kamusal alana çıktı ancak İslami camiada derin bir kırılma gerçekleşti.
3. Kırılma devlet iddiası ile ilgilidir. Birden biz İslam’ın bizden devlet kurmayı istemediğini keşfettik. İslam devleti talebi geriye düştü. Bunlar küreselleşmeyle ilgili gelişmelerdir. Ulus devletler küresel güçlerle daha da güçleniyorlar. Üçüncü kuşakta devrimci doz düşüyor, demokrasi tartışmaları öne çıkıyor.
Teorik tartışmalar hayat içinde test edilmezse kıymeti yoktur
– Ne yapmalı sorusuna dönersek, yapacak çok şey var: Bu durumda aileden sokağa, oradan devlete ve dünyaya açılan bir süreçten bahsediyoruz demektir. Kuramsal ilkelerden daha çok pratikler sergilemeliyiz. Bu konularda çok fikrimiz yok. Ahlaki yozlaşma değerlerimizi yıprattı. Müslümanlar eminliklerini yitiriyorlar. Davranışlarımızla, pratiklerimizle bunu ortaya koymak zorundayız. Hayatla buluşmanın yollarını aramalıyız. Kuramsal tartışmaların artık sadra şifa bir sonucu olmalıdır. Hayatın içinde olmalıyız. Postmodernistlerin temel iddiası hakikatlerin öldüğüdür. Hakikatler yan yana dursun diyorlar. İslam hayatı komple kuşatır. Bu anlamda hakikatin kendisidir. Bu kamusal hayatın nasıl dönüştürüleceğini tartışmalıyız. Ne yapmalı sorusunun cevabı süreç içinde ortaya çıkacaktır. Yaptıklarımızı tartışmalıyız. Pratiklerimizi teorik boyutlarıyla tartışmalıyız. Kervan yolda düzülür. Mesela yardım kuruluşlarının faaliyetleri, işleyiş mantığı bizi hayattan koparabiliyor. Hayatla temasın sürmesi gerekir. Düşünceler, teorik tartışmalar hayat içinde test edilmezse kıymeti yoktur.
– Modern dönemin özelliği bireyselleşmektir. Biz modern insanlarız, eğitim süreçlerimiz hep modern süreçlerdir. Tüketim toplumuna eklemleniyoruz ister istemez. Bu süreçler bizi bireyselleştiriyor.
Müslümanlar olarak değer üretemiyoruz
– Bilgi çağında yaşadığımız iddia ediliyor ama bilgi kirliliği son derece yoğun, Arap baharının önemli bir kısmı tüketim toplumunun talebidir.
-Sivil aydın sistematik çalışamaz. Dağınıktır. Biraz daha akademik çalışmalara ihtiyacımız var.
-AKP İslamcıların içinden çıkmış bir partidir. Vizyonu bu kadardır çünkü, kömür dağıtıyor bunu sosyal devlet anlayışı olarak görüyor. Bizim ufkumuz bu kadar, çünkü biz İslamcılar olarak reel politikle tam olarak yüz yüze gelemedik.
-Yaralı bir bilinç halindeyiz. Demokrasi ile mülk ile yüzleşecek, bunlarla hesaplaşacağız.
-Lider bulmada bir sorun olmadı ancak akletmede bir yöntem geliştiremedik.
Emekten yanayım dememek yoksullara ihanettir.
-Marksist hareket, İslam düşüncesini çokça etki etmiştir.
-Müslümanlar olarak değer üretemiyoruz, çabuk çürüyor, dolayısıyla merkezi bir konum edinemiyoruz. Bu durum karışıklık doğuruyor. Bunun nedeni de değer üretememektir. Sabitelerin olmamasıdır.
– Emekten yanayım dememek yoksullara ihanettir.
– Bugünün Müslüman hikâyeci ve romancılarında öne çıkan temalarla ilgili olarak şunu söyleyebilirim: 80’lerde bunalım edebiyatı oluştu. 90’larla birlikte toplumsal hayata yönelindi. 2000’lerde bu daha da arttı. Kürt sorunu vs. eskiye nazaran edebiyatta daha da yer buldu.
Haber: Sedanur TOKEL
ASKERİ ŞURA YAKLAŞIRKEN…
R.T. ERDOĞAN’IN VESAYET REJİMİNDE YEDİRME(ME) HALET-İ RUHİYESİ!
Mezhep, cemaat, tarikat, kabile ve zümre piskolojisine seslenerek, “seni marjinal gruplara yedirmem” diyen Recep Tayyip Erdoğan, bu türden ”yedirmeme” söylemlerini, bir zamanlar seçim öncesi beyaz eşya dağıtan Tunceli Valisi için kullanmıştı, …”Valimizi Baykal’a yedirmem” demişti ve şimdi aynı Erdoğan kendisi için: “Baktılar büyük geldi; dişlerini geçiremiyorlar… Valilerimize, kaymakamlarımıza, polisimize hırlamaya başladılar…,” Erdoğan, MİT’ çi ‘Hakan Fidan’ı yedirmem’, derken, AKP li Akdoğan; “Tayyip Erdoğan’ı kimseye yedirtmeyiz. Yüzyılda çıkan bir liderdir Başbakan. Dönüştürücü, karizmatik liderliği ile. Şu anda böyle başka bir lider de yoktur….” diyerek, AKP’de yaygınlaşan bu ilkel kabile mentalitesinin sistematik hale dönüştüğünü ortaya koydu.
Önceleri Kışla alanlarında biraz daha temkinli olmaya çalışan Erdoğan, bu seferki Askeri şura’da, daha öncekilerden farklı olarak ”yedirtme(me)” kılıcını sallamakta ısrarlı…!
Psikolojik harekatın bir parçası olarak kullanılan bu türden propogandalar tamamen kendi insanları üzerinde etki kurmak ve toplumu mezhep, cemaat, zümre vesayetine entegreye yöneliktir.
Erdoğan’ın, kendisine bağlı olan subayları bile takibe tabii tutması, Sunni mezhepten ve dinci olmadığı bilinen, General olmayan alt rutbeli subayların ailelerinin telefonlarını bile dinlettirmesi, sorunun boyutunu yansıtıyor. Belli ki MİT’in verdiği raporlar, olası bir darbenin ”alt rutbellilerden” geleceği yönündedir. Bu tür darbeler daha acımasızdır. Erdoğan, üstekilleri yedirtmeden, bunları temizlemede kararlı görünüyor.
Vesayet pratikte, “Reşid olmama, akıl maluliyeti, mahkumiyet ehliyeti olmayan kişilerin idaresi ve onların temsil edecek birisinin atanması” anlamına gelmektedir. Cemaat, kabile ve mezhep vesayetine geri dönülen bu aşamada, bakalım kim kimleri yiyecek.
Sunni islam diktatörlüklerinin yaşandığı Pakistan’dan, Suudi Arabistan, Yemen, Katar, Kuveyt, Mısır, Libya, Tunus vs.. Fas’a kadar bütün devletlerde rastlanan mezhep, cemaat, kabile ve zümre vesayetinin inşasına Türkiye’de de hız verildi…Görünürde demokratik olan seçimle gelen ve giden gibi gösterilen AKP rejiminde asıl iktidar hala başka güç odakların elindedir. Seçimle iş başına gelmiş iktidar güç odaklarının risk olarak gördükleri yada beğenmedikleri kararlar alırsa derhal gerekli mekanizmaları harekete geçirirler. Bazen de doğrudan müdahale etmek zorunda kalırlar. ortak yanları yapılan her şeyin ülkenin menfaatleri için olduğunu söylemeleridir. Adeta kendilerini ülkenin gerçek sahipleri olarak görürler. bunun aksini iddia etmek vatan hainliği ile eşdeğerdir.
İslam ülkelerinin çoğunda, afrika ve uzakdoğu ülkelerinde ve maalesef türkiye de vesayet rejimi için örnek olarak verilebilir.
İslam dini, kültürü tamamıyla bir vesayet kültürüdür, Müslümanlarda ki vesayet ruhu kaynağını Kuran’dan alır.
AKP ile tamamıyla bir vesayet rejimine adapte edilen Türkiye’de, yaklaşık 200 yıldan beri süregelen ikilemin yeni bir biçimi yaşanıyor: Osmanlı’da siyaset genellikle tarikat-cemaat mezhep yapılanması üzerinde yürütülürdü. 21. yüzyılda, vesayetçilik buna benzer bir şekil almaya başladı. Tarikat-cemaat, kabile ve mezhepler ipleri yeniden çekmeye başladılar. Bir dönem iktidar olmak için Askeri gücü kullanmak yeterli idi, yeniçerilerin son dönemlerinde bu bir gelenek halini almıştı. Daha ileriki dönemlerde, özellikle Balkan savaşlarından sonra paniğe kapılan komitacı subaylar bu çizgiyi tamamıyla hakim hale getirerek 2000 li yıllara kadar başarıyla sürdürdüler…Her politika mutlaka tersini de yaratır. 1908′ lerden beri güç kaybeden Osmanlıcılar örgütlenerek, kaybettikleri alanları yeniden ele geçirdiler. Şimdi İktidarı almak için cemaatlere dayanmak gerekiyorsa ve de kendilerini ülkenin geleceğini kendi ideolojileri ve inançları doğrultusunda biçimlendirme misyonuyla donanmış gören cemaatler politik iktidar mücadelesine giriyorlarsa, orada modern alnlamda bir demokrasiden ve özgürlüklerden söz etmek güçleşir. Çünkü siyasal kadroların, yöneticilerin, iktidarların özgür iradeleri üzerinde vesayet var: bağlı oldukları ya da iktidar olabilmek için mecbur kaldıkları tarikat-cemaat vesayeti…
Cemaat, tarikat ve kabile kültürünce yönlendirilen R.T. Erdoğan’ın söylemleri bazı deli dolu Osmanli Padişahlarınkini geride bıraktı. Erdoğan’ın Esenboğa Havalimanı’na inerken söylediklerinden..: ”…çökersen sen çökersin borsada benim param yok. Biz spekülatörlere fırsat vermedik yarın da vermeyeceğiz. Eğer yakalarsam ümüğünüzü sıkarız.’
Sözde süper ekonomi yaratmış kişinin ekonomiye yaklaşım şekline bir bakın! Sanki İstanbul borsasından kendisi sorumlu değilmiş de, Kasımpaşa’da çaycılık yapıyor…Bu türden ilkel konuşmalara Afrika’nın kabile devletlerinde bile artık rastlanmıyor! Bu kafayla hangi ekonomi düzeltilir?
Kabile kafalı Milli Görüş militanı Erdoğan:…”Fidan için, “Sır küpüm, devletin sır küpü” ifadesini kullandı.” Erdoğan devamla: ‘…Geçen sene kardeşimi (Hakan Fidan) yakalayıp içeri atacaklardı. Siyasi riskimi aldım, teslim olmaması için bütün adımları attım. Bunu da açıkça burada söylüyorum’ ifadelerini kullandı.
“Polisimi kimseye yedirmem”, polis kuvvetlerini “yürüyün koçlarım, sizi kimseye yedirmem” gazıyla tahrik eden Erdoğan, açık açık iç savaş çağrılarında bulunup, alenen yaşanan polis terörüne sahip çıktı. İşte ruhlarına işkence ve terör işlemiş vahşet ve zulüm polisi böyle ele geçirilir…
Burada sanki Kongo’da bir kabile lideri konuşuyor! MİT ve polisi ele geçirmede zorlanmayan AKP, Vesayetin sadece askeri vesayetten ibaret olmadığını, sivilleşmenin sadece militarizmden bağımsızlaşmak olmadığını, silahlı güçlerin ve istihbaratın kilit bölümlerini kontrol altına almanın alternatif bir vesayetlen de mümkün olabileceğini gösterdi.
AKP, sadece Türkiye Sunniciliğine oynamıyor, Erdoğan kendisini bütün Sunnilerin başı olarak görüyor! Militarist-bürokratik vesayetten kurtulmanın özgür ve demokratik topluma doğru dev bir adım olduğundan en küçük kuşku duymadan, kişinin özgür düşünce ve eylemine sınır koyan her türlü üst iradeden, özellikle de tarikat- cemaat vesayetinden kurtulmadan demokratik bir ülkenin özgür siyasetçileri ve bireyleri olunamaz.
Üstelik günümüzde cemaatlerin uluslararası bağlantıları, hükmettikleri ağların muazzam mali kaynakları hesaba katılırsa, iktidar mücadelesinin boyutları daha iyi kavranabileceği gibi siyasetteki ağırlıklarının tek tek yurttaşlar, bireyler olarak hepimizin özgürlüğünü tehdit ettiği de daha iyi anlaşılır. Askeri mekanizmayı kontrol altına alan AKP’nin otoriter, baskıcı, özgürlükleri yok eden yüzünü, mezhep ve tarikatların takip ettikleri çizgiden bağımsız ele almamak gerekir.
Tarikatlere dayalı dinî cemaatlerin mensupları, müridleri üzerindeki güçleri kuşkusuz laik tarikatlerle-cemaatlerle kıyaslanmayacak kadar güçlü; bu gerçeği teslim etmek gerek. Ama neresinden bakarsanız bakın, her türlü tarikat-cemaat yapısı bireyin iradesinin üstüne ipotek koyar, özgür düşünceyi kısıtlar.
Vesayetçilik, sadece bir devletin halkı üzerinde oluşturduğu bir baskı kültürü değildir. Kimi zaman bunu bir toplum kuruluşu, bir yasadışı örgüt, bazen dini bir cemaat olabilir.
Bu tür vesayet anlayışları, değişik isimler (Örgütlenme, teşkilatlanma, veya cemaatleşme/biat) adı altında tabiileri tarafından kabul edilir. Bu tür vesayetçiliklerin toplumun içselleştirdiği vesayetçiliktir.
Bir vesayet şekli de var ki özellikler az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri yön veren vesayetçiliktir.
Soğuk savaş yıllarında uygulanan vesayetçilik anlayışı farklıydı. Ülkemizde ki darbelerin nedeni bu vesayet anlayışı olmuştur. Elbette bunun son örneği 12 eylül 1980 darbesidir.
Akparti 2002 seçimlerinde % 34 gibi bir oranla, İslami ve muhafazakar oyları alarak, ezici bir çoğunlukla işbaşına geldi.
Vesayetçiliyi bir platforma taşıyan cemaatlerin son dönemlerde yapılan icraatlarına baktığımızda kendi vesayet anlayışlarını ilahi bir kılıfa sokarak “kutsal” vesayetçiliğin temellerini atmaya çalışmaktadırlar.
Yani dış devletlerin TC’ nin askeri kanatlarını kullanarak bize dayattığını bu defa cemaat dayatıyor. Bizim kendi kendimizi idareden aciz olduğumuzu, akılsız ve cahil olduğumuzu, bizi bize bırakırlarsa efendilerimizin iradesi dışına çıkarak “tek devlet, tek dil, tek millet, tek ırk ve tek bayrak” anlayış alanından çıkacağımızdan korktukları için kendileri ile dirsek teması olmayanların üzerinde vesayet geliştirmeye ve hizaya sokmaya çalışmaktadırlar. Bu örgütün kuracağı “Sünni Ayetullah vesayet rejimi”, askerin “vesayet” rejimiyle bazı noktalarda farklılık gösterse de özde aynıdır.. “Askeri vesayet” somut bir kurumdur. Ordudur. Başındakiler bellidir. cemaat ise bir “hayalet” örgüttür. Bakın topluma, yalnızca “tek ve ebedi şef” orta yerdedir. Hatta orta yerde bile değil, hiçbir Türk devlet kurumunun eliyle dokunamayacağı uzaklıktadır.
Erdoğan, Özal gibi, vesayetin en kötüsünü inşa ediyor. AKP, Abdülhamid’in pan islamcı politikalarını yeniden canlandırarak, Tanzimat döneminde kalınan noktaya geri döndü. Dinci şöven militanlar başta MİT, Ordu ve polis olmak üzere devletin ana noktalarını ele geçirerek hedeflerine yürüyorlar. Sunni mezhepçi tarikatçı kitleler başta Suudi Arabistan olmak üzere, dünyanın en kötü rejimlerine benzer bir vesayet, yeni tipten bir köleliğe doğru hızla ilerliyorlar…
Mezhep tarikat partisi AKP’nin, ülkeyi yönetebilecek bir vizyon ve kapasiteseye sahip olmadığı artık ortaya çıktı.
Balon gibi şişirilen sözde ekonomi, Suudi, Katar veya Kuveyt kopyalamasıdır. Bu türden diktacı ülkelerde, Sunni Araplar dollarların arasında boğuluyor,ama oralarda kurulan refah ekonomisi kendileri tarafından değil tamamıyla yabancılar tarafından kurulmuştur…Bu ülkelerde yaşayan Araplar’ın katkıları nihildir. Bu parazitlik, A. Gül, Arap bankalarının başında iken, Türkiyeye’de bir model olarak sunuldu. AKP rejimince aynen devralınan, Sunni Arap sisteminin ”porto ekonomisi”, doğası gereği her an tümden sıfırlanabilir. Şu an Türkiye’de ekonomiyi elde tutanlar yabancılardır. AKP, Katar’da ki benzeri zümre gibi sadece rantını yiyor.
Erdogan ve yandaşları, beceriksiz oldukları kadar farklı fikir ve hayat tarzlarına karşı tahammülsüzler… Ülkedeki Alevi ve Hristiyanlar, Erdogan döneminde aşağılandı! Keza; Sünni inancına sahip olmayan müslümanlar da aynı politikadan nasibini aldı. Erdogan, ”herkesin başkanı”olmayı başaramaz. Zaten, dünya görüşü buna izin vermiyor. Temsil ettiği Nakşibendi ve Milli Görüş için Aleviler, laik görüşlüler birer düşmandırlar.
Sevgi ve Saygılarla
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey
———————————————————————-
Esin Duran,
Selda Suner,
N. Gök,
Ferdi koçkar
Yeliz seren
Pelin Moda,
Bedri Engin,
Nazmi Dogan,
Sevda Suner
Sezer Aşkın,
H. Datvan,
Salih Demir,
Nizamettin Duran
A. Demir
Melahat Baykara,
ismail çekmez.
Aydin Nizam
Uğur Demir
Ismail B. Cenk,
Tekin Balkic
Selma Altuntaş,
Murat Koç
Filiz Serin,
Nedim Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Erdal Cömert
Ismail Bulak
Ahmet Meriç
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman B.
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
Aynur Balkaya
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burhan Kulakçı
Oğuz Duran
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
M. Oktay
Kemal Aktas
Yelda tekinoglu
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
esma yıldız
Murat Çetindal
Ali OkyarMusa Tekin
Aslı Birdal
Nazmi Doğan
İnci Gür
L. Okar
Mustafa Karkaya
Omer Aytac
Mürsel Bozkır
Zeynep Şengül
Gülcan Iğsız
Murat Nidar
şemsi Kaya
Ayten Ekşi,
Eda leman
nermin ışıl
D. Polat
Kadir Erdem
Serdar OKTAY
Mehmet Özdemir
Mustafa Erkan
Nuri AKTAS
Emine AKTAS
O. Kadir Ergun
Metin Kurca
Sedat Isiklar
Filiz Bag
Kadir Baskale
Sevim Varlik
Hasan Mesut Akkaya
Necmi Guler
Erhan Isguz
Meral Okur
Bilge Okyaz.
Kemal Koç
L. Mirakoğlu
Oktay Kızılcık
Mehmet Yavuzgil
Erdal Polat
Hüsnü oktay
k. Sankay
Ahmet tekin.
Semra Kaya
Mustafa Çiçek
Kayhan Göçkaya
Erdal Solgun
Mehmet Solgun
Esra Solgun
N. Altik
Oguz Karakış
Leyla Mert
Işık mert
D. Öksüz
Erdem Yılmaz
Ayse Eltan
S. Guner
M. Deniz Ok
Mehmet İnce
Huseyin Cinar
Meltem Cinar
Berk Cinar
L. Demirkaya
Huseyin Çilek
Ayten Irmak
D. Okdere
Ali Uskan
Berdan Temiz.
H. Baskale
Murat Gülay
Esra Gülay
Mustafa Akyol
A. jale Kol
M. Kol
Tamer Oktay
Aslan Burukoglu
I. Demir
Nurettin Akdal
Uzan Kara
ismail Igdır
Ali Serin, Gül Akın, esra Serin
Nuri Şen
Hasan.Y. Balci
Mehmet Yucel
İsmet C. Koray
salih Söğütlü
Nuri Akçay, Gül Akçay, Esra Akçay
Ali Dem. Sarahoğlu
***********************************************************************
TAKSİM’E VE ÇAMLICA’YA CAMİ İSTEMİYORUZ. YENİ SULTANLARA HAYIR!
İMZA KAMPANYASINA KATILALIM…
http://www.change.org/petitions/başbakan-yuksek-bina-yapmayın-demis-peki-ya-camlica
Çamlıca ve Taksim’e kazma vurmanıza rızamız yok, bu sizi ilgilendirmiyor mu? #Camlica – Kampanyaya İmza Ver!
Kampanyaya İmza Ver