Öteden beri batının sadık bir müttefiki olan Türkiye, son yıllarda yine emperyalist batı için tam bir füze rampası, boylu boyuna ileri bir karakol, devasa bir uçak gemisi haline geldi.
Suriye’ye karşı konumlandırılacağı iddia edilen patriotların Türkiye tarafından talep edilip edilmediği, talepten önce NATO’nun zaten patriotları Türkiye’ye konumlandıracağı tartışmalı mevzular olarak yazılıp çizildi.
Birçok iddia ileri sürülebilir ancak tek bir gerçek var; onu da başbakan defaatle söyledi zaten, biz de ondan aktarıyoruz: “Türkiye, NATO toprağıdır!”
Bu korkunç gerçeklik karşısında aslında söylenecek pek bir şey yok. Elbette Türkiye’nin NATO macerası yeni başlamadı, kirli ittifakta yer alması uzun bir geçmişe sahip ancak başbakanın bunu birçok vesileyle tekrarlaması ülke olarak artık başka bir aşamada olduğumuzu ifade diyor.
Türkiye egemenlerinin eskiden beri dillendirdikleri egemenlik söylemlerinin ne kadar sahte, ne kadar yalan olduğu devletin tepesindeki şahısların açıklamalarıyla bir kez daha kabul edilmiş oldu. İçerdeki muhalifler karşısında şahinleşenlerin dışarıdaki meselelerde ürkekçe nasıl da onun bunun koltuğuna sığınmaya çalıştıkları açık bir şekilde görülmüş oldu.
NATO kara kuvvetlerinin karargâhı İzmir’e, NATO füze kalkanı Kürecik’e konumlandırıldı. İrili ufaklı çok sayıda NATO radarının yanı sıra ABD İncirlik üssü zaten ayrı bir işgal ve teslimiyeti ifade ediyor. Şimdi de güney sınırlarına patriotların konuşlandırılması ülkenin NATO üssü oluşunu tamamen perçinliyor.
Afganistan’da NATO’yla sürek avına çıkan Türkiye, Kürt meselesi gibi kısır korkularının arkasına sığınarak egemen güçlerin çekişmesinde Ortadoğu halklarına hesabını veremeyeceği bir pozisyona doğru koşar adım ilerliyor. İşbirlikçi politikalarının tavan yaptığı müstemleke ruhunu “Türkiye, NATO toprağıdır.” söylemiyle iyice benimsemiş görünen Türkiye, geri dönülmez bir ileri karakol misyonu ile var olacak görünüyor.
Ortadoğu halklarının yaşadığı bunalımlarda adaletten yana durarak tavır üreteceğine kapitalist batı blokunun taşeronu olarak saf tutmak işbirlikçiliğin acınası karakterinden başka bir şey değildir.
İslamcı camia bu utanç verici tabloyu sindirmekte maharet sahibi olmuş görünüyor. İslami, bağımsız ve devrimci kişilik ve karakterlerin AKP iktidarı tarafından yok edildiği bir vasattayız. Her türlü ihanet ve fitne tepkisizce karşılanıyor. İslam ümmetini kuşatan askeri ve ekonomik faaliyetler eleştiri konusu bile edilmiyor. Suriye hadisesinin çok boyutlu tarafları görmezden gelinerek iktidarın saf tutuşları sorgulanmıyor.
Küresel sermaye kuruluşları tarafından sömürüye uygunluğu not artışlarıyla ilan edilen Türkiye, batı muhafızlığı için koca bir füze rampasına dönüşüyor. Topraklarındaki kontrolün NATO’ya ait olduğunu söylüyor. Doğu-batı çekişmesinde ön cepheye kaydını çoktan yaptırmışa benziyor. Bunu yaparken Ortadoğu halklarının fiili ve zihinsel geleceğinin kuşatma altına alınışına seyirci kalıyor hatta kuşatmanın neferi yazılıyor.
Mevcut durum, direnişin, muhalefetin yükseltilmesini zorunlu kılmaktadır. Boykot ve grevlerle, kesintisiz eylemlerle memleketin NATO üssüne dönüştürülmesine karşı çıkmalıyız. Müslümanlar / İslamcılar olarak geleceğe bırakacağımız en büyük miras bu utanca karşı çıkmak olacaktır.
Esasen ‘gerçek bir sosyal bütçe’ demek, yerli ve uluslararası sermayeye büyük darbe vurmak anlamına gelir. Parlementoda görüşülmesine rağmen şu aşamada bütçenin ‘milli’ olduğunu kabul etmek mümkün değil. Bütçeyi yapanların gözleri adeta uluslararası sermaye kuruluşlarında. Bütçe kalemleri böyle hazırlıyorlar. Zaten Fitch’in Türkiye’nin kredi notunu yükseltmesinin nedeni bütçe politikalarında gördükleri ‘başarı’dır. Dikkat edin TÜSİAD, MÜSİAD’ın da bütçe şöyle olsun diye ‘özel talepleri’ yok. Çünkü teşvikler, vergiler tıkır tıkır işliyor. 2002’den 2012’ye farklı bir şey yoktur.[Erhan Bilgin]