Uzak Çakal Sesleri

Bizeri’de kış, köyün kuzeyindeki lojmanlarda çok daha sert geçerdi.

Önü, etrafı açık lojmanlar köyün daha güney bölgelerindeki mahalle ve evlerden çok daha fazlaca kış mevsiminin zorlu koşullarına açıktı. Sert rüzgârlardan kaçınacak bir kuytuluktan bahsedilemezdi bu durumda. Lojmanların önüne park edilen araçların sabah çalışabilmesi çok zordu. Yoğun beton yığınından başka bir şey olmayan lojmanları ısıtmak o soğukta ne mümkün! Bir kere soba kesintisiz yanmalıdır. Yanma zayıfladığı an ısırıcı soğuk evin içinde hemen gezinmeye başlar. Kor halinde yanıp o şekilde görünmesine rağmen tesiri azalan kömür kovası çıkarılmalı, derhâl yenisiyle değiştirilmelidir. Tabi, yenisi kenarda hazır beklemelidir ki değiş tokuş çarçabuk olsun. Yoksa uzun bir set gibi yan yana bitişik nizam sıralanan lojmanların duvarlarına çarpa çarpa ilerleyen rüzgâr kolay kolay izin vermez kovaların kömür ve odunla doldurulmalarına. Kovayı dolduran eller kıpkırmızı kesilir, pancar ve hatta havuç gibi. Kovanın sapını tutabilmek bile başlı başına bir maharet sayılmalıydı. Kovayı zor bela doldurmuşsunuzdur, elleriniz üşümüş, genzinize kömür dolmuştur. Uzak çakal sesleri, kesik ulumalar yüreciğinizde bir korku ıslığı çalmaktadır, tam çıkacakken birden öfkelenen rüzgâr daracık kömürlüğün kapısını çarpıverir. Bütün emeğinizi doldurduğunuz kova, kapının çarpmasıyla devrilmiş, madenci özeniyle seçtiğiniz parçalar karanlığa savrulmuştur. O an çakal ulumaları sizi kuşatmış, kısa devre yapan bilinciniz sizi nedensiz sıçramalarla çocukluk ve yaşlılığınıza doğru rotasız yolculuklara çıkarmış, öfkeden delirerek evreni ateşe verme fikrine hemen teslim olmuş ve bütün imkânsızlıkları hayal olarak zihninizde listelemişsinizdir. Tekrarlanan işlem ve eve dönüş, kabul etmeli ki tarihin en zorlu seyahatlerindendir. Rüzgâr ya arkadan ittirir, ya suratınıza çarpar. Kova, sağ yanınızı baskılamaktadır. Sobacı Sedat’tan krom nikel kova mı almalıdır artık? Çakallar, belki de kurtlardır, köye iniyor. Kapıya dayanacaklar. Binecek köyünden bir-iki ölgün ışık bir görünüp bir kayboluyor. Allah’la baş başayız dostum. Yâ Rab! Şu günahkâr kulunu affeyle! Öyle yalnız ve çırılçıplağım ki yüce kudretinin karşısında, şu ayaz çölünde bunu tüm iliklerime kadar hissediyorum. Yalnız, çaresiz ve güçsüzüm. Medyen’de yolunu şaşırmış Musa’yım. Şimdi anlıyorum ki bu ıssızlığın ve soğuğun tam kalbinde ve hiç olmadığı kadar yakınım sana. Şehirlerden, kalabalıklardan, okullardan, yürüyüş ve eylemlerden, cümle koşturmacalardan sonra burada seninle buluşmaya geldim. Bu bir tesadüf değil. Buna imanım tamdır. Bana lütfedeceğin her hayra öylesine muhtacım ki… Kapıyı aç, içeri gir. Evdekiler donmamıştır umarım. Bu zorlu sefer/ler böyle tekrar olunur elbette, aylarca. Sonra soğuktan ancak kapının içerliğine sığınarak ayakta, rüzgârın sert esişine yakalanmadan hızlı nefes çekişleriyle sigaraya sığınmak; yukarı, karanlık tepelere konuşlanan Binecek’e doğru dumanlar savurmak pek de teskin edici değildir.

Evet, Bizeri’de kış, köyün kuzeyindeki lojmanlarda çok daha çetin geçerdi ve sert rüzgârlarla deliren soğuk, karanlıkla birleşerek bir çakal uluması olarak insanı başka bir âleme yükseltirdi. Oradaydım.

Etiket(ler): , , .Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Bir yanıt yazın