Hasan Ali Toptaş’ın “Gölgesizler” romanını okudum. Mustafa Kıyak “Romanın filmi de var, birlikte seyredelim” deyince onu da seyrettik.
Gölgesizler ilginç bir roman. Ne anlatıyor? Aslında romanın adı içeriğini hissettirebilecek çağrışımsallığa sahip.
İnsan var oluşunu esas alan bir zeminde ilerliyor roman. Var oluş meselesi, köy ve şehir insanları arasındaki gidiş gelişlerle roman boyunca çok boyutlu olarak işleniyor.
Köyde geçiyor ağırlıklı olarak roman. Şehirle bağlantısı aslında sadece bir berber dükkânı ile sınırlı bir de köy bekçisinin içsel konuşmalarındaki devlet dairelerinin işleyişi hakkındaki değerlendirmeleriyle…
Uzak bir köy… Köyün “uzak” olması, romana masalımsı bir gizem katıyor. Çünkü masallarda mekânlar belirsizdir ve uzak köy ya da ülke olarak vasıflandırılırlar. Köydekiler de uzaklara gitmek isterler. Herkes bir uzak hayalinin peşinde gibidir. Uzaklara gitme arzusu kendi gerçekliğinden bir kaçış, hayatı kavrayamamışlığın tabii uzantısıdır.
Her seçildiğinin ertesi günü bir kayıp haberiyle sarsılan köy muhtarı hayatın anlamını, varlığı kavrayamamıştır. Köyde değişik zamanlarda değişik kişiler kaybolmaktadır. Berberlik yapan Cıngıl Nuri yıllarca kayıp yaşarken, köyün en güzel kızı Güvercin de muhtarın dördüncü dönem seçilişinin ilk günü kaybolmuştur.
Köyün bekçisi, muhtarın yardımcısı, o da muhtar gibi insanların var oluşuna farklı anlamlar yükler. Muhtar ve bekçi bir de Cıngıl Nuri’nin iç konuşmaları sürrealist boyutuyla okuyucunun ayaklarını zeminsiz bırakıyor dense yeridir.
Şehirdeki berberde müşteriler, çırak ve usta ile oynanan oyun, kahramanların yazarı da içine alan geçişkenlikleri okuyucuyu içine çeken bir girdaba dönüşüyor. Berberde konuşulanlar da tasavvufi bir temaya yaklaşan romanı besleyerek ilerliyor.
Köy imamının tacizci olarak tasviri temanın neresini tamamlamak için yapılmış bilemem ama klasikleşmiş tasvir kötü bir yargının ürünü olarak sırıtıp duruyor. Yazar için kötü not!
Güvercin’in kendini kaçıran ayıdan doğurduğu çocuk, bilge Musa Dede’nin köydeki (insandaki) yozluğa köken arayışları ile anlattığı asker Hamdi rivayeti, Ramazan’ın at kısrak tarafından köy meydanında parçalanması, köyün içinde önüne gelene “karrrrr, neden yağarrrr karrr” diye diye deliren Cennet’in oğlunun köyün çocuklarına gösteri yaptığı yılanlarca öldürülmesi, ilçeye gideceğini söyleyen muhtarın muhtarlık odasında kendini asmış olarak bulunması, uzaklardan gelen berberin köyün hayatına sessiz girişi… Bir bütün halinde okuru gerçekliğinden kopartıyor, hayatı “belki köy de yoktur” diyen bekçinin karmaşıklaşan varlık tasavvurunda sıkıştırıp bırakıyor.
Bu arada bana göre film çok zayıf kalmış romanın yanında. Belki bu romanın filmi yapılmamalıydı ya da masrafı göze almak icap ederdi, çok daha fazla figüran, roller için daha özenli oyuncu seçimi…