Tarihin ilerlemediğine inanan biri için edebiyatın değişmesinin daha iyi ve olgun bir noktaya, doğrusal olarak ilerlerlediğini kabul etmek zordur. Evet, tarih ve edebiyat değişiyor, ancak uzunca bir zaman süren değişme bir bütün olarak anlaşılabilir mi, ayrıca mutlak manada olumlu bir değişme midir? “Ortaçağ karanlığından, aklın ve bilimin aydınlanmasına.” Böyle bir tarih okumasını benimsemek, ister istemez, edebiyatın kendisine koşullu bulunduğu, eserin içindeki hayatın ve güzellik/çirkinlik anlayışının belirleyicisi durumunda olan tarihsel durumla birlikte edebiyatın da tekamül edeceğini kabullenmeyi gerektiriyor. Edebiyat eleştirisinde yahut belli dönemleri kapsayan edebiyat tarihi çalışmalarında, -zenciler, feministler yahut etnik unsurların yaptığı aykırı çalışmaları dışında tutacak olursak-, edebiyatın mutlak yükselişini görürürüz. Ama edebiyatın kendisi, bu okuma biçimini yalanlar. Eserleri/yazarları alt alta dizerek edebiyatı bütüncül olarak değerlendirmeye çalışan bu tür metinlerde ikili bir durum söz konusudur: ilerleme fikri ilksel olanın başlatıcı ve kurucu oluşunu önemsemez, gelişmemiş olduğunu öngörür. Edebiyatın tarihsel gelişimine baktığımızda ise, biçimsel buluşların ve değişmelerin olgunlaşma değil yaşanana isabet etmenin çağcıl gerekleri olduğunu kabul edecek olursak, ilk eserin kuruculuğunun yanı sıra başlı başına olmuşluğunu, kendi kendine yeterliğini ve bunun tarihsel olarak onaylanmış olduğunu tespit etmek zor değildir. Başarısız denilebilir mi bir klasik için? Olgunlaşmamış denilebilir mi? Ham, kuru, ilkel, acemi denilebilir mi? Tarihin ilkellikten gelişmişliğe, bedevilikten medeniliğe, hamlıktan olgunluğa, acemilikten ustalığa, çirkinlikten güzelliğe doğru gittiğini söyleyen ilerlemeci düşünümün edebiyatta hiçbir geçerliliği olmadığını görebilir ve “ilericilik/gericilik” retoriğinin tutarsız olduğunu, böyle bir bilme biçiminin hayatın gerçekliğiyle açıkça çeliştiğini söyleyebiliriz buna bakarak.
Edebiyat İlerler mi?
Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.