İnanılan değerlerin bir müddet sonra kuşatamadığı hayatların nasıl bir açıklaması olabilir? Dünyayı, kişinin kendisinden önce değiştirecek kadar kudretli söylemlerin karşı konulamaz, eleştiri konusu bile yapılamaz etkisi hangi sebeplerden yitip gitti, bir kandilin yağı gibi zamanla eriyip tükendi?
İnanç ya da iman yorgunluğu gibi bir tamlama meseleyi açıklamaya yetmekte midir, bilemiyorum. İnancın yorgun düşmesi kuşkusuz bu inancı yüklenen kişi ya da çevrelerden azade değildir, olamaz. Girişte dile getirmeye çalıştığımız kudretli söylemlere sahip yüce imanların kişiyi ezme, ona ağır gelme sebepleri yeterince tartışılıp anlaşılmaya çalışıldı mı? Uzayıp giden soruların yolumuzu bir şekilde doğrultmaya dönük ciddi bir katkısı oldu mu, oluyor mu?
Bağlılarını selamete, dünyevî ve uhrevî saadetlere ulaştıracak inançların insanlara ağır gelmesi, zamanla bir yorgunluk hissinin egemenleşmesi pek mânidardır. İmtihan bilincinin penceresinden baktığımızda çoğu zaman normal addedilebilecek bir durum, bir mağlubiyet sonucu olarak da okunabilir elbette ki. İnsan sınav sürecinde yaşadığı, geçmek zorunda kaldığı aşamalarda yorgunluk ve yılgınlıklarla karşılaşabilir, bu kaçınılmaz bir durumdur. Öyleyse ortada çok daha farklı bir hâl vardır ki saadeti temin etmesi gereken inançlar zamanla anlamı kavranılamayan bir yük olarak yorgunluk vermeye başlamıştır.
Akıp giden zamanın içerisinde varlığı ve yaşam süresi küçücük bir nokta kadar bile olmayan her insanın yaşamı kendi içerisinde asırlara ve sonsuz bir evrene denktir. Varlığını anlamlı kılacak veya herhangi bir anlamın semtine bile uğramayacak bir yaşamı omuzlayacaktır. İddiaları son derece kavî olan bir inancın söylemleriyle karşılaşıp onunla tanışan insanın o ilk heyecan ve teslimiyetindeki adanmışlığı tahayyül edelim. Koskoca bir evren olan varlığı nihayet anlamını bulmuş, hayatını kuşatan engin bir anlayış kendisini derin saadetlere boğmuştur. Bir değere adanılan bir hayatın coşku ve heyecanı daha nerede, hangi nesnelerde bulunabilir ki? İşte böyle bir itminan ve coşkunluk hâli kişiyi sonuna değin bir mücadele hattında tutmalı iken bu mümkün olamamış, yılların türlü sebeplerle yıprattığı kişi veya kişilerde yorgun inançlar oluşmaya başlamış, heyecan ve coşkunun terk ettiği yılgın hayatlar neredeyse kaçınılmaz olmuştur.
Hayatta akışkanlığı kesilen maddi veya düşünsel hiçbir çizgi, anlayış, hareket mevcudiyetini devam ettiremeyecektir. İnancın hayata aksettirilmesi noktasında yeterli motivasyonu üretemeyen hayatlar bir ışık olarak yüreklerinde ve gözlerinde yaşattıkları inançlarından artık güç alamaz, bir enerji kaynağı olarak ona yüzlerini dönemez olmuşlardır. Yaşanılan her anın yaratıcıya verilecek bir hesap yükümlülüğüyle mukayyet olduğu bilinci yittiği vakit imtihan kaybedilmeye başlanacaktır. İmtihan bilincinin kaybolması demek tüm mana ve alanlarıyla hayatın avuçlarımızdan akıp gitmesi demektir. İnanç tadına varabilmişler için bunun hiçbir şekilde başka bir açıklaması olamaz. İmtihanda duyarlılıkları daim kılmak, hemen her aşamada hayatımızı ona yoğunlaştırmak, herhangi bir kayışı mümkün kılacak duyarsızlığı yanımıza yaklaştırmamak en büyük yükümlülüğümüz olmalıdır. Suya sabuna dokunmayan hayatların, inançların temiz kalmasına imkân var mıdır? İmtihan duyarlılıklarından bilerek veya bilmeyerek sıyrılmaya başlamak sınav bilincinden tümden uzaklaşmaya bir ilk adım olacaktır. Şeytanın kişiyi her an hakikatten uzaklaştırmaya çalışmayı amaçlayan türlü oyunları, alçak fısıltıları vardır ve inancın tazeliği, coşkusu azaldıkça bu fısıltılar kendisine teslim olunulan kuvvetli emirlere dönüşmekte, bir emir eri görevi kaçınılmaz olmaktadır.
Hayatlar asla herhangi bir boşluk kabul etmez, terk edilenin yerine mutlaka bir gelen olacaktır. Bir şeyi terk edip etmemek tamamen nefislerin tercihidir, dışarıdan dayatılan herhangi bir zorlama insanların tercihi olamaz. Dolayısıyla seçilmiş bütün tercihler sorgunun doğrudan muhatabı olmaya adaydır. İnançların coşkulu hayatlar üretme, hazırlama özellikleri eğer kişiler üzerinde görülemiyorsa artık yorgunluk inançların üzerine çöreklenmiş, yılgınlık hayatın başat karakteri olmaya başlamıştır. Bu durum da kişinin hayatiyetini sürdürmesini bir işkenceye dönüştürmekte ya da değersiz arzu ve isteklerin egemenliğine tabi olmaya çalışan şeytani fısıltı veya emirlerin boyunduruğuna sürüklemektedir.
Her zaman bir atılım, bir açılım yapmak imkânı insanın önünde durmaktadır. İnancımızın motivasyonları artırmak, bilinci diri tutmak için kişileri sarıp kuşatacak sıcaklığı her zaman hissedilebilecek yakınlıktadır. Her şeyin üzerinde olan imtihan bilincini sarıp kuşanmak varlığımızı anlamlandıran en açık, en basit hakikattir. Yapılacak sağlıklı tercihler duruşları ve sahih eylemleri belirleyecek, yorgunluk ve yılgınlık hayatları tamamen terk edip gitmek zorunda kalacaktır.
(Ahmet Örs – Tasfiye, 7)