Çok şey söylenmiş, çok şey yazılmıştır özgürlük adına. Adına nice insanlar canlarını feda etmiş, niceler bu yolda mahpus damlarını tercih etmişlerdir. Özgürlüklerini hiç kimsenin eline kaptırmamak için de kıran kırana mücadele etmişlerdir. Özgürlük uğruna öldürmek ve ölmek izzet ve şeref kaynağı olmuştur.
Bu kelimenin anlamının neyi ifade ettiği, özgürleşmenin hangi anlama sahip olduğundan habersiz kalma talihsizliği içinde kalan da yine insan olmuştur.
Liberal düşünce için özgürlük; bırakınız yapsınlar, bırakınız tüketsinler anlayışıdır. Yap ve üret sonra tüket. Ardından tüketme çılgınlığı başlasın. Öyle tüket ki başkaları sana gıpta ile baksın. Senin tüketmene kimse ulaşamasın. Mal biriktirmenin önünde kimse durmasın.
Sosyal devlet anlayışında özgürlük bireyin toplum içinde verdiği fayda oranında ölçülür. Ne kadar fayda sağlayan birisi varsa o özgürleşmiş insandır. Onun ötesinde bulunan insan ise toplumda asalak olmaktan başka bir şeye yaramayacağı için toplumda köle olarak yaşamak zorunda kalır. Öyle ki “Toplumun gelir düzeyine ya da devletin kalkınması içinde yer almayan birisinin ne anlamı vardır?”anlayışı içinde kalan bir dünyadan söz etmek çok vahim bir gerçektir.
Kapitalizm paranın her şey olduğu bir dünyadır. Kapitalist anlayıştaki özgürlüğü tarif etmeye kalkarsak, onu tarif etmek insanlık tarihinin açlığa, yoksulluğa mahkûm edildiği bir manzumeler dizesi olacaktır. Unutmayın ki bulunduğumuz ülkede de bulunan tekel sermayenin gelişimi İstiklal savaşının yaşandığı yıllarda başlamıştır. Nice Avrupa ülkesinde yüzyıllar boyunca kazanmak, daha çok kazanmak için her yol doğrudur, her şeyi yapabilirsin düşüncesine sahip olanlar 19. yüzyıl içinde pirinç fiyatlarını yükseltmek için milyondan fazla insanın gıdasız kalması sonucu ölümüne sebep olmuşlardır. Yıllar geçmiş savaşlar sonrası savaş sanayisinin tüccar özgürleri yüz binlerin ölümü pahasına özgürlüklerini ilan etmişlerdir.
Sermayedarın özgürlüğü, şimdi de görülür ki stoklar sonucu malların fiyatlarının yükselmesi arzusu ile halktan uzak tutulmasıdır. Bu durum şu an görülmeyebilir ama bu durumun hangi yıllar olduğunu çok iyi hatırlarız. Otuz yıl öncesinde öyle bir kriz yaratabilme gücüne de sahiptir sermayedar özgürlük.
İran’da, sermayedar özgürlükten yana olmayan bir adayın seçimi yakın tarihte kazanması sonucu özgür sermayedarlar(!) o ülkede malları kısma ve ekonomik bir buhran yaratma çalışması içine girdiler. Ülke içinde halkın temel ihtiyacı olan maddelerin sıkıntıya girmesi durumu gündeme geldi. Bu tarzda kullandığı özgürlükleri yüzünden sermayedar özgürlük, yönetimleri ve halkı sıkıntı içine sokabilmektedir.
Özgür olabilme çabası içine giren insan sürekli olarak başka unsurların esareti altına girmek durumunda kalmıştır. Özgürlük uğruna çabalayan insan, arzuladığı gibi bir hürriyet meşalesinin ardına gidilen değil zincirlerin tekrar berkittirildiği bir dünya içinde bulmuştur kendisini.
Özgür insan öyle olmuştur ki arzu ettiği devletin köleliğiyle esarete girmiş, heves ve çılgınlığın kölesi olmayı özgür olma zannederken bir insanın ulaşabileceği en aşağılık dünyalar içinde kendisini hapsetmiştir. Özgürleşme adına tüketmenin tutsağı olan bir insanlık örneğini dünyanın her yerinde aşikâre görürüz ki bu tüketme arzusu her şeyi kuşatmış insana nefes bile aldırmaz bir hale gelmiştir. Toplum adına kölelik her şeyi toplumun menfaatleri için yap ve yaşa düşüncesi ile topluma köle olan bir insan vardır karşımızda.
Paraya tutsak olan insan da özgürleşme çığlığını en başta atan idi. Şimdi ise ihtiyaçlarını karşılama varlığı olan paranın kölesi ile karşılaşıyoruz. Peki nedir özgürlük, ne olabilir, nasıl açıklanan bir gerçektir? Bu sorunun cevabını siz de düşünmüşsünüzdür. O zaman şu olabilir: Her şeyden vazgeçmek, köşede sessizce kalabilmektir özgürlük!…Ama bunun çok ötesinde bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Özgür olma insanın ayaklarına zincire vurulmasına neden olabilecek olandan sıyrılıp yücelerin yücesine ulaşma çabasından başka bir ifadeyi belirtmek olmalıdır.
Tarihte gerçekten öyle özgür insanlar tanıyorum ki bambaşka bir insan olmuşlardır onlar.
Ebuzer yalnız yaşamış, yalnız gezmiş, yalnız tercihini yapmış, altınlarla ve ipeklerle süslü saraylara karşı tek başına mücadele etmiş. Yoksulların ve zavallı halkın hakkını savunan yegâne bir insan olduğu için o insan devrin halifesi tarafından çöle sürülmüştür. Ne paraya kulluk ne de devlete kölelik vardır Ebuzer’de.
Hüseyin bin Ali… Canından vazgeçeceği bir yolculuğa çıkmıştır bu insan! O bütün özgürlüğünü terk ederek hayatını, evlatlarını muhafaza altına alabilirdi. Ama öyle yapmadı; kendisinin ve evlatlarının canını özgürlük ve hürriyet yolunda feda etti. Ne devrin iktidarına köle oldu ne de gücün karşısında teslim oldu. O hürriyeti seçti kendine.
Hicr bin Adiyy’in, Ali bin Ebitalip ve evlatlarına hutbede, egemenler adına küfretmediği için başı gövdesinden ayrıldı. Oysa ona neler vaat edilmişti birkaç küfür için; ama o, alçağa boyun eğmektense özgürlüğü seçti.
Said bin Cübeyr yıllar boyunca zalim sultanlardan kaçmıştı ama bu kaçışın boşuna olduğunu anlamıştı Said bin Cübeyr. Hürriyet olmadan ne diye yaşanırdı ki!
Hürr bin Yezid… Kerbela’da bir ordunun komutanı olan bu insan zalime köle olmayı reddetti ve hürlerin yolundan gitmeyi tercih etti. Onun, komutanı olduğu ordu ile savaşması da ne ilginç bir gerçek olarak karşımıza çıkar! Ey hürriyet yolunu çizen Hürr, babalar hep senin gibi evlat sahibi olmak ister; esareti hürriyete tercih edendin sen!
Bu insanların ardından kalem yazmaz olur artık; adı bilinmeyen özgürleri yani kendisi gibi olanları, hürriyet yolunu seçenleri…
Özgür olmak ne de zor bir yolmuş demek geliyor insanın aklına.