1983 seçimlerini Delta marka transistörlü radyomuzdan takip etmiştik. Köyümüzde elektrik yoktu; televizyon da tabii olarak… Gerçi aküyle falan da çalışırdı ama elektrik geldikten sonra da uzun yıllar televizyon almadı babam eve. Umumi ahlaka mugayir görüldü bizim evde hep. Her neyse…
Radyomuzun evde saygın bir yeri vardı. Pili bitmesin diye genellikle haber dinlemek için açılırdı. İri pilleri vardı, köydeydik, piller bitince yenisini almak hemen mümkün olmazdı. O yüzden keyfe keder çevrilmezdi kulağı radyonun. Biri irice, üç düğmesi vardı. Moskova, Tiflis, Amsterdam, Tahran, Diyarbakır, İstanbul… Hangi istasyonu seçerseniz artık; kısa, uzun ya da orta dalgadan…
Sun’i kırmızı derinin kenarlarını çevrelediği kocaman sapıyla en çok da hayvanları otlatmaya (gütmeye mi demeli) çıkardığımızda futbol maçlarının naklen yayınını dinlemek için dolaştırırdık yanımızda. Biri hariç bütün maçlar pazar öğleden sonra oynanırdı. Cumartesiye de bir maç alınırdı. Transistörlü Delta radyomuz her yerde bizimleydi. Tislilerin tarlalarında, kanal üstünde, ırmak boyunda… “Mikrofonlarımız şimdi Trabzon’da” dediyse merkez stüdyodaki spiker bir heyecan ki sormayın…
Babamlar vedahi bütün dindar kitle Turgut Özal’ın Anavatan Partisini destekliyor ama esasen Selametçiler; lakin darbe olmuş, Evren Paşa partilerin alayını kapatmış. Dindar halkımız da Özal’dan yana durmuş. Necdet Calp Halkçı Parti, Turgut Sunalp Milliyetçi Demokrasi Partisi ile yarıştalar. Temiz iş: cunta sadece üç partiye vize vermiş. Bütün siyasi eğilimler kendini ifade ediyor, fena mı!
Radyodan bir abla sesleniyor, bir abi. Şehir şehir oyların dökümünü yapıyorlar. Saatler geçiyor, biz seviniyoruz. Eski ahşap evimizin üst katında amcamlardayız. Öyle radyoya kulak kesilmişiz. Dokuz yaşındayım. Siyaset için o ıssızlıkta erken bir vakit…
Sonra radyonun pilleri zayıflıyor, gazyağı biten lambanın feri azalıyor. Karanlığa, sessizliğe gömülmek için çekiliyoruz.