“Şimdi ilgimi en çok çeken insanlar, Gerbido Geçidi’nde oturan Kalvincilerdi. Bu dini izleyen herkesi Kral’ın paramparça ettirdiği Fransa’dan kaçıp gelmişlerdi. Dağlardan geçerken kitaplarını, kutsal eşyalarını yitirmişlerdi, bu nedenle şimdi ne okuyacak İncil’leri, ne söylenecek ayinleri, ilahileri, ne de yapılacak duaları vardı. Kovuşturmaya uğrayan ve başka inançtan insanlarla bir arada oturan herkes gibi, ne bir din kitabı edinmek istemişlerdi ne de ayinlerini nasıl yapmaları gerektiği konusunda verilen öğütleri dinlemişlerdi. Birisi çıkıp gelip de kendisinin de Kalvinci bir kardeş olduğunu söyleyecek olursa, Papa’nın gönderdiği, kılık değiştirmiş özel bir görevkli olmasından kuşkulanıyorlar, ağızlarını açmıyorlardı. Böylece Gerbido Geçidi’nin sarp topraklarını ekip biçmeye başlamışlardı. Gündoğumundan günbatımına dek, kadın, erkek bir arada çalışıyor, Tanrı’nın kendilerine yol göstermesini bekliyorlardı. Günahın ne olduğunu doğru dürüst bilmediklerinden, yanılgıya düşmemek için yasakların sayısını artırıyorlar, küçücük bir davranışın bir suçluluk niyeti içerip içermediğini belirlemek için, sürekli olarak sert bakışlarla birbirlerini gözlüyorlardı. Kiliselerinin kavgasını bulanık bir şekilde anımsadıklarından, saygısızlık yapabiliriz korkusuyla, Tanrı’nın adını da kutsal başka adları da ağızlarına almaktan kaçınıyorlardı. Böylece, hiçbir din kuralı izlemiyorlar, hatta hep ciddi bir biçimde bu konuyu düşündükleri izlenimi verseler de, büyük olasılıkla inançla ilgili düşünce geliştirmeye bile cesaret edemiyorlardı.”
Italo Calvino, Atalarımız: İkiye Bölünen Vikont, Ağaca Tüneyen Baron, Varolmayan Şövalye, Çevirenler: Rekin Teksoy, Filiz Özdem, Neyyire Gül Işık, Yapı Kredi y., İstanbul 2008, s.35-36.