Temmuz her zamanki gibi sıcaktı. Rüzgâr çam ağaçlarına değmeden geçmek için toprağa bileniyor, toz kalkıyordu sokaklardan. Çınar ağaçlarının tafraları çarşıyı kaplıyor, Zeliha sancı çekiyordu. Fatma su getirmek için bidonlar elinde aşağı mahallenin bakışları altında sokaktan geçiyor, abisi hafifçe mırıldanıp öfkeleniyor. Kediler çöp kovalarında yiyecek bulmanın müjdesini yaşamadan çok önce. Zeliha sancılı, belediye işçileri çekingen… Hava yaz sıcağını ısrarla vurguluyor. Bayağı bir ses kahvenin içinden gülüşmelere karışıyor. Fatma ter içinde su, abisi öfke içinde çay içiyor.
Ahmet eşinin hamile olduğunu gizlemek için nefesini tutuyor. Sigarası henüz ciğerlerinin içinde yol edinmemişken kafası göz bebeklerinden önce dönüyor kapıya, koridora, somyaya, tavana, sonra kapıya. Rüzgâr gevşemiş demir kapının mandalını sallıyor, karıncalar birazdan çığlıklara yuva yapacak evden son bulgurları çalma derdinde. Rüzgâr Fedai’yi, ağaçlar Zeliha’yı zorluyor yeni bir tebessüme. Ahmet sigara çekiyor son demine kadar. Fatma koşuyor sokağın başından bakkala. Bakkal telefon elinde mırıldanıp taksici Remzi’yi çağırıyor. Temmuz, kedilerin boynuna yüklüyor teferruatlı soruları. Gölge kime nasip olacaksa o esniyor. Sokaktan bir konvoy temmuza inat müzik sesiyle inleyerek geçiyor. Babalar asık suratlı, çocuklar sevişken, anneler bıkkın. Bakkal ve kediler ise küçük hesaplar içinde sokağı gözlüyor. Kelebekler rüzgârdan yana. Önce çığlıklar yankılanıyor, karıncalar buğday sırtlarında cam gibi dağılıyor bahçenin her yanına. Sabah serinliği yerini terli bir su satıcısının serenadına bırakıyor. Kötü sesiyle geçiyor. Ahmet, sigaranın başında yılgın ve endişeli, susuyor. Tırnakları öfkeli. Belki de neşeli. Çocuk kedi sesleri arasında annesinin göğsüne yapışıyor. Fatma ve Zeliha gülümsüyor. Ahmet, kahvenin kokusunu sinmiş halde ne yapacağını bilmeden ayaklarını kaşıyor. Kucaklamak için can attığında etrafındaki ağaçların gölgesi şamar vuruyor yüzüne. Kediler karıncalar kadar hızlı bakkalı gözlüyor. Zeliha susamış, gülüyor. Fatma’nın abisi kahvenin önünde Nurten’in geçişini bekliyor. Kadınlar her temmuz ölüyor. Çocuklar çişlerini sokağın en belirgin yerine bırakıp gidenin ardına, gelenin yüzüne bakıyor. Karıncalar yağmurun geleceğini bildiğinden seri ve anlamsız kaçışıyor. Fransız ihtilali henüz Zeliha ve Fatma’nın heyecanında yer etmiyor. Ahmet, çocuk sevmenin ayıbını ayak bileklerinde hissedercesine Zeliha’yı uzaktan süzüyor. Uzaktan düşlüyor Fedai’yi. Kara Murat kahvede alkışlar eşliğinde kahpe Bizanslılardan öç alıyor. Namazdan sonra yaşlı amcalar yırtık çoraplarına parmaklarını geçirip kaşlarını çatıyor. Havada ağır kokusu var öğrenci olaylarının. Babalar çocuklarını kucağına almıyor. Söğüt ağaçları güneşle yükselip gölgesi ile kapatıyor sokağın toprak yolunu. Toprak kanla buğulu. Anneler bilezik istiyor. Damatlar ev düşlüyor. Dikiş ipleri boğazında düğümlenirken Ahmet, Fedai’nin gülümsemesini fark ediyor. Karşılıksız ve direngen. Buharlanmış bir mutfak penceresi gibi uzak ellerini kimse yokken doya doya öpüyor. Kahvenin kokusu sinmiş kıyafeti kalbine batıp, karaciğerinin derinini parçalıyor. Çocuk gizlice öpülüyor, Zeliha salça yapıyor. Bezin kaynadığı alüminyum kabın kokusu bakkalın ruhuna işliyor. Fatma elinde su bidonu kahvenin önünde. Elleri titreyen bir adam çay bardaklarını deviriyor. Kahkaha sesleri Fedai’nin odaklanmasını sağlıyor. Ahmet oğlunu kucağına aldığında dut ağaçları yapış yapış ediyor sokak başlarını. Kül, çeşme, yemek artıkları çeşme başlarında, arıkların akıp giden yalnızlığına karışıyor. Güneş, Fedai’nin gülümsemesine engel olamıyor. Annesi poposuna vurup gülüyor, Fatma gülüyor, yaşlı kadınlar can çekişiyor. Ev sahibi Ahmet’in kapısında. Kediler ve sigara dumanı sokağın bir ucundan diğerine uçuşuyor. Sabah en çok duvarları eritiyor. Ahmet, Fedai’yi kucağına aldığında Mars’a ayak basılıyor, Hiroşima bombalanıyor, yüzyıllardır alev alan köyler sessizce boşalıyor. Şehrin ucundan koşan adamlar iş arayan var mı, diye haykırıyor. Rusya henüz Afgasnistan’a girmeden Fedai, elindeki çakıl taşlarını ağzına doldurup ağlıyor. Zeliha duvarın önünde eşarbı dağılmış, ağzında bir damla kan, elinde kül ve tencere. Humeyni, Paris’ten yönetiyor devrimi. Fatma’nın abisi Almanya trenine kaçak binerken Nurten çeşmenin başında kaplumbağaların böğürtlen çalılarının arasındaki kaçamağını izliyor. Temmuz, her yıl aynı zamanda kâğıda dökülüyor. Sokakta ölen çocuklar derelerin önünde toprağa veriliyor. Fedai ağzında şeker elinde çubukla yuvası dağılmış karıncalara yardım ediyor. Köşe başlarında kavgalar. Babası gece ağladığı için kızdığında annesinin ürkek bakışlarını fark ediyor. Sırtında Fedai, Zeliha yokuşu çıkarken kutup yıldızı küçük ayının kuyruğuna tutunup göç edenleri uğurluyor. Köyler ıssız bir derinliğe bırakılıp meşe ağaçlarının gizlenmesine yardım ediyor. Şehrin meydanlarında Ahmet, oğlunu özlüyor. Dokunmayalı geçen temmuzların acısı yarasına gark etse de kahvenin kokusu ve kırılan bardaklar yer ediniyor içinde. İlk şamarı yediğinde babasından annesinin kucağına ilk kaçışında, yaraları henüz diriyken oğlunu özlüyor. Fedai, babasının tütün tabakasını kaybedince radyo yönetime el konulduğunu söylüyor. Sokakta ölüyor çocuklar ve dere kenarları çocuk ölülerini çınar ağacından ödünç aldığı yapraklarla kapatıyor. Salça sürülmüş ekmek, halıda fare izleri, paslı telle tutturulan pencere kolu, annesinin kanlı dudağı… Fedai, büyüdükçe yardım ediyor kedi yavrularını duvara tırmanmasına. Çocuklar ölüyor ve kadınlar kazak örüyor kırmızı. Balkanlardan gelen sıcak hava dalgası Ahmet’in yüzünü yakıyor ve Fedai babasının kucağını özlüyor. Babası annesine kızdıkça karıncaların yuvasını bozuyor. Yedi aylık Semiha’nın emziğini çalıp salonun en uçsuz köşesinde kendini çam ağacı gibi rüzgâra bırakıyor. Rüzgâr onu sokağın mahallenin kentin dünyanın büyüsünden çıkarıp babasına ve annesine götürüyor. Kapıların kilitleri pas tutuyor.
Temmuz ekmek kuyruklarında ölen çocukları meşeliklerin gölgesine hapsediyor. Fedai, kedilerin kuyruklarına sertçe vurup kovalıyor onları bahçeden. Zeliha’nın dudağı kanıyor, Ahmet, kahvenin içinde ücra bir köşe buluyor kendine. Kucağında çocukla geçen Samet, Brezilya maçını izlemeye gidemiyor. Kediler ve karıncalar köşe başlarında usulca dağılıyor. Hava, Temmuz kadar kirli ve paslı. İran ve Irak savaşa tutuştuğunda Fedai dedesinin annesine bağırmasını görüp elindeki sopa ile lastik yuvarlıyor. Kırlangıçlar göbeleklerin etrafında kümeleniyor. Önce Foucault, ardından Humeyni ölüyor. Kentler girdap içinde uyanıp yutuyor okula giden çocukları. Yeşil elbiseli adamlar Fedai’nin misketlerini dağıtıp geçiyor sokaktan. Annesinin dudağı kanıyor. Dedesi ve nenesi Ahmet’e fısıldıyor. Karıncalar bulgur taşıyor. Fedai, dere kenarlarında yaprakların altından ceset topluyor her Perşembe. Öfkeleniyor ve ağlıyor. Babaları ölen çocuklar hep birlikte gülüyor. Ekmeğine vişne reçeli sürüyor Zeliha. Fedai, ağzına çekirdek gelince önce annesine bağırıyor. Elmanın tadı boğazını yakıyor. Newton yerçekimini buluyor. Tarihin sonu tezi bir sabah Bağdat’ta siren seslerine karışıyor. Fedai söz almak için atıldığında öğretmeni bakışları ile kırıyor tahtayı ve evreni iki yarım küreye. Kent, fabrikalarda yeni cesetler veriyor rahimlere. Ahmet, evin demir kapısının camını kırıp okulun sokağına döküyor. Kuru bir sıcak Temmuz’da şehrin kapılarından giriyor. Ahmet, oğlunun çantasını taşımıyor. Kahvenin kokusu bakkalın önünden geçip kuruyan çeşmenin yanına, böğürtlen dallarına dokunup Fatma’nın kanserli hücrelerine değiyor. Adamlar gülüyor, Ahmet bardakları kırıyor. Sonra asık suratlı bir dev şehrin gölgelerinden gizlice kaçıp dudaklarda kan bırakıyor.
Liseden bir çocuk dere kenarlarında ölmeden önce Fedai’yi taciz ediyor. Fedai öfkeyle yedi aylık Semiha’nın emziğini dereye atıyor. Öğretmen, elinde tahta cetvel ceza veriyor haritalara ve tablolara. Çocuklar konuşmamayı öğreniyor ve Barthes yazarın öldüğünü ilan ediyor. Karıncalar temmuzda taşıdıkları bulgur tanelerinden mezar yapıyor dere kenarlarında. Kızarmış yanakları ile Fedai, annesinin kanayan dudağını öpüp kedilerin kuyruğu tekmeleyip karıncaların yuvasını bozuyor. Fatma ölürken dudakları mırıldanan abisi ağlamıyor. Ahmet bardakları kırıyor, Zeliha’nın dudağında kan, kent böğürtlen ağaçlarına kıyıyor. Mezarı başında üzgün üç beş kadın ve karıncalar çeşmenin neden kuruduğunu merak ediyor. Fedai, kahveden gelen kokuya kapılıp arkadaşının koluna vuruyor. Ağlayan arkadaşına merhameti kabarıp ekmeğini tuzlayıp veriyor. Gece Ahmet’in hüznünü, Fatma’nın mezarının üstünü aşındırıyor. Rüzgâr, çınar ağaçlarından aşıp tilkilerin yuvasına et kokusu götürüyor. Fedai, ses yaptığı için camide azarlanıp, sokakta dövülüyor. Kedileri tekmeleyip annesine bağırınca babası olup büyüyor. Karıncaların yuvasına su döküp kirpileri öldürüyor. Fatma mezarında sessiz, Kara Murat filmi yeniden oynuyor.
Zeliha dudağındaki kanı mendil ile silip oğluna beslenme çantası yapıyor. Fedai yumruklarını sıkıp babasına bakıyor. Ahmet onun sorularını kavak ağaçlarının yel değirmenini aldırmaz raksına benzer gözlüyor. Kahvenin önünden geçen bir kadın bir daha görünmüyor. Hüzün, sokağın kalbinde sert bir dalganın önündeki kayalık misali temaşa ediliyor.
Kara Murat ve Ahmet en çok varoşlarda yer buluyor kendine. Dudağı kanlanmış kadınlar temmuzda çocuklarının arkasından bakakalıyor. Çocuklar ilk annelerine sarılıyor. Fedai, yanına gelen bir köpeği okşuyor. Merhamet parmaklarından sokağın ucuna sel olup kahveyi ve çeşmeyi önüne katıp kenti talan ediyor. Cami bu sele ansızın yakalanıp minareden halkı teskin ediyor. Böğürtlen ağaçları ve kurbağalar bağrışarak kaçışıyor. Bakkal mendil satıyor dudağı kanlı kadınlara. Fedai, kara kaplı bir kitaptan öğreniyor kan kusmayı.
Fatma öldüğünde körfez hareketi durmadı, Fedai’nin sivilceleri köşe başlarında durmaya yetti. Babasının kemerinin izleri sırtında ve baldırlarında, kahvedeki gülme sesleri, dedesinin feryadı, annesinin kanlı dudağı. Bir adam şehre koşarak geldiğinde Fedai gülümsüyor. Bu son tebessüm öfkenin zincirinde yer ediniyor. Fedai annesini döven babasına değil de kendini savunmayan annesine öfkeleniyor, Kandahar da cami önlerinde çocuklar bombalarla oynuyordu. Sonra vişne reçeli ekmeğin üstünden akıp Fedai’nin beyaz gömleğinin kollarına geldiğinde Fedai karıncalarla gülüp, sincaplara kur yapıyordu. Sonra bir tokat gırtlaktan çıkmayan hemzenin süzülüşünü izliyordu. Bir tokat ses yapan komşuyu, diğeri bahçeye düşen topu, babasını kovalayan zabıtayı, Meryem’i köşe başında izleyen Tekin’i, Beyrut’ta kerpiçten bir evin yarığını, Kulp’ta bombalanan bir dağ kekiğinin rüzgarla süzülüşünü izledi. Kara Murat ölmedi, kahve Cemile’nin bakışlarında yağmalandı. Fedai, dudağı kanayan Büşra’ya âşık oldu. İlk defa altına kaçırdığında bacaklarına sigara yanığı değdi. Sivil toplum Makedonya için ayağa kalkıyor, Nuran asker yolu gözlüyordu. Ölüsü gelse tekbir çekiliyor dirisi gelse sigara içiliyordu. Fedai, Büşra’nın yolunu gözlüyordu. Bir tokat Gazze’ye, bir şamar annesine, bir tokat pazarda illegal tezgâh açan babasına geliyordu Fedai’nin.
Vişne reçeline margarin sürmeyi unutan annesine ilk defa bağırdığında kahveden alkışlar dünya kupasını kazanan Brezilya içindi. Zeliha’nın dudağı kanıyor, Ahmet gizlice ağlayıp limon satıyordu. Sanayide taciz edilen Fedai, mezarlığın duvarında lanet olsun yazısını okudu. Güldü ve öfkelendi. İçki şişesinin deniz gibi akıp gittiğini öğrendi. Usta olduğunda mezarlığın duvarına bir çocuk gönderdi. Yaşlı kadınlar Zeliha’ya kaş çattı. Horkheimer, Hegel’in kayıtsız kaldığı konuları söylediğinde Büşra evlendi. Bir adam şehrin dışından koşarak gaz kuyruğunda kanlısını öldürdü. Fedai, kan bürüyen gözlerle sırtlarda, ağzında emzik, askere gitti.
Bir kadın çocuğunu düşürdüğünde önce yılanlara sonra meşe palamutlarına dost oldu Temmuz ortasında. Temmuz, askerden dönenleri hırçın yüzüyle kentin arka sokaklarını pusuladı. Sıcak asfalt ilmiği elinde dere kenarlarında ölen çocukları kutsadı. Büşra, yaprak altında sararmış yüzü ile Fedai’ye kan ter içinde bilendi. Askerde dişlerini sıkmayı öğrendi Fedai. Dudağı kanayan Züleyha otobüste oturacak yer bulmadı. Bir adam yazar kasayı attığında Fatma unutulan bir melodi ile çıkageldi. Şair, Yusuf’u uyandırma derdindeyken Fedai kahvenin kokusu sinmiş gömleği ile kentin koynuna girdi. Karıncalar ve kediler kenti terk etmiş, çeşme yerini sıcak ama korkak bir griliğe bırakmıştı. Kahvedekiler hariç herkes sessiz bir Temmuz’un izleri ile doluydu. Çınar ağaçları ve yaban mersini toplayan kadınlar Fedai’nin günden güne babasına benzemesine şahit oldular. İçine sinmiş bir çocukluk hali duvarlara politik figürlerin resmini hiç çizdirmedi ona. Odasına poster asmadı, babası ona yeni aldığı kuş kafesi ile sürpriz yapmadı. Kahveden bir adam başını okşayıp okula giderken simit parası vermedi. Yediler, kırklar aşkına alınmadı mahallenin sazları. Rüzgâr dereden bir tebessüm getirmedi. Karıncalar ve kediler onunla koşmadı. Hiçbir öğretmen ruhunu saran gerginliğe merhem olmadı. Kaos ve kan biriktirdi ceplerinde. Yürüdü. Kızdı.
Titrek ellerini keskin bir sertlikte ileri ittiğinde kan damladı gömleğine. Sabah serçeler ve yavru köpekler her yere kaçıştı. Dere kenarında yapraklar altına bir ceset gömülürken Zeliha kanını sildi, ağladı. Ahmet, ağarmış saçlarından teller koparıp dereye bıraktı. Arkalarından ilk defa sincap gören bir çocukluk hayreti yaşadı. Kahvedekiler Fedai’ye lanet ettiler. Şimdi herkes beyaz gömleklerini giyip sabah 7.30 otobüsünde yer bulacaktı. Mahkeme salonları dolacak, hastaneler denize doğru yürüyüp kirlenecekti. Bir adam yemi doğan çocuğu için koşacak, bakkal kedileri eliyle kovacak, bulutlar sağanağa aşina oradan oraya koşacaktı. Tevfik yeni doğan kızına Emine ismini verecek, dere kenarları kanla baharı bulayacaktı.