İslamcılık son dönemde farklı bir mülahazayla analiz masalarına yatırılıyor. Harici yorumcular silikleşmiş görünen bir hayaletin bir daha asla geri gelmeyeceği kanısını dile getirirken, hareketin içinde akmaya devam eden birileri de sorunları ve zaafları konuşmaya çalışıyor. İslamcılık zaten hiç yoktu, diyor paradoksal açıklamaların üstadı. İslamcılık bir emperyalizm kurgusudur diye vurguluyor muhafazakâr hissiyat. Ben aslında hiç İslamcı olmadım, diyor eprimiş kırkyama karakter.
Kişisel olan siyasal değil midir Peygamberimizin (s.a.) sünnetinde? İslamcılık, Müslümanlığın haldeki meseleler karşısında yaşadığı sorunların tanımlanması için olduğu kadar çağdaş insanın ıstırabına çare arama konusunda da kaygı taşıyan, siyasal olduğu ölçüde kültürel ağırlıklı konjonktürel bir çabanın adıdır. Bugün Türkiye’de gerek AK Parti gerekse Diyanet Kurumu ya da cemaatler tarafından gündeme taşınan pek çok ilerici eleştiri ve açıklama 80’lerin başlarından itibaren İslamcıların tartışma gündeminde vücut buldu.
Meşrutiyet dönemi İslamcılığı bir tarafa, yeni İslamcılığı etkili kılan ana dalgada öne çıkan temalar nelerdir acaba? İslamcılığın ana dalgası Sedat Yenigün, Rasim Özdenören, Atasoy Müftüoğlu, Metin Önal Mengüşoğlu gibi edebiyatla iştigal etmiş yazarların dil ve üslubunda tecessüm ettiği üzere demokratik, toplumcu, evrensel ve kadının toplumsal/akli katılımı konusunda ısrarlı; sanat ve edebiyat alanında ise –Baudelaire aykırılığını çağrıştıran bir anlamda– modernisttir. Kadının toplumsal/akli katılımı ve üretimi İslamcılığın bir kaygısıdır ve bu yöndeki çaba yüzeysel/vesayetçi okumalarla her daim etkisini sürdüren temelci Müslüman kadın algılarıyla bir tutulamaz.
Bu ayın başında Sakarya Üniversitesi’nde “Kriz ve Kritik” ana başlığı altında “Türkiye’de İslamcılığın Dönüşümü” üzerine iki gün süren bir sempozyum gerçekleştirildi. Davetine icabet edemediğim için üzgün olduğum bu programla ilgili kimi notlar elimin altında.
İslamcılık tartışmalarının ortaya koyduğu sonuçlardan biri, İslamcılığın İslam ile özdeşleştirilmemesinin gerektiği. Yasin Aktay katılımcısı olduğu sempozyumu değerlendirdiği “İslamcılığın beşeri halleri üzerine” başlıklı yazısında yer alan “Bırakınız ideolojik yanları daha ağır basacağı varsayılan İslamcılığı, insani yorumdan bağımsız bir İslam da ancak Allah indinde var, insanlara düşen samimiyetle o İslam’dan muradın tam olarak ne olduğunu anlamaya, gereğini de yerine getirmeye çalışmak” şeklindeki ifadesiyle İslamcılığın İslam’la ilişkisini sade bir şekilde açıklamış. (Yeni Şafak, 5 Kasım 2011)
İslamcılık bugün güncel mevzular bağlamında kendi içinde bastıran muhafazakârlaşma eğilimi karşısında yeni bir kavşağa ulaşmış görünüyor. Söz gelimi “insan hakları” konusunda söylenebilecek her ne varsa Kur’an’dan alınan ilhamla çağı kuşatacak şekilde dillendirildi mi, yoksa ezberlerin –ve pozisyonların– korunması adına zihin konforlarını bozacak tartışmaların önünü kesme tutumu baskın mı çıkıyor?
Ataerkilliğin feodaliteyle buluşan hegemonik tavrının iç bünyede süren muhafazakârlaşma nedeniyle oluşturduğu baskı nihai planda İslamcı söylemlerin sürçmesi sonucunu veriyor. Habil Sağlam sempozyumda sunduğu “Türkiye İslamcılığının Siyasi Statüden Kültürel Statüye Geçişi” başlığını taşıyan tebliğinde iktidar tecrübesinin Türkiye örneğinde siyasal bir varlığa sahip olan İslamcıları kültürellikle (ve AKP örneğinde ayrıca imar-inşayla) sınırlı bir konuma zorladığını anlatırken, maruz kalınan varlıksal daralmayı açıklamaya çalışıyor.
Asım Öz sempozyumda sunduğu “Özgünlük arayışından melezliğe: İslamcı kültürel muhayyilenin serencamı” başlıklı tebliğiyle bu bağlamda uzayıp giden sorulara cevap arıyor. Tebliğin özü, eleştirileri ve talepleri toplumsal bünye ile kaynaşırken İslamcılığın iç bünyesinde yaşanan katılaşma, bana kalırsa. İslamcılığın etkinleşmek ve meşruiyet kazanımı adına eklemlendiği ya da kendi etki alanına çektiği muhafazakâr bünyeyi taze bir bakış ve duyuşa sevkettiği muhakkak. Buna karşılık bu etkileşim sürecinde yaşanan eksilmeler ve eklenmeler, Öz’ün sözünü ettiği melezleşmenin içyüzünü tayin ediyor.
“İslamcı” eleştiriden mahrum kalan bir İslam anlayışının zaman içinde folklorik ve nostaljik söylemlerle cansızlaşan bir yapı kazanacağı şeklindeki eleştiriyi hiç yabana atmamak gerekir.
İslamcı eleştirinin verimleri sıklıkla iktidar emelleri uğruna çarçur edilirken, Kürt meselesinde yaşandığı üzere ulus-devlet formatı etrafında geliştirilen sentezler, evrenselci ve demokrat çözümlerin güncellenerek aktifleşmesine izin vermiyor. Asım Öz de “… ortak iyisi henüz oluşmayan dönemsel kabuller ışığında yol alan demokratik siyasetin temel kabulleriyle temelden farklılık taşıması noktasında bugün İslamcı entelektüeller arasında ciddi bir kırılma yaşanmaktadır” derken, İslamcılığın hem iktidar alanı eklemlenmeleri hem de entelektüel anakronizmince geçirdiği iç tartışmaların henüz sürmekte olduğunun altını çiziyor.
Taraf, 14 Kasım 2011