Hayatı Iskalayan Edebiyat | Ahmet Örs

Yaşadığı hayata bir mektubu çok gören edebiyat, yaşanan acılara kulak vermeyen edebiyat, özgürlük çağrılarına ses vermeyen edebiyat, işgalleri yüreğinde hissetmeyen edebiyat neyin edebiyatıdır diye sorulduğunda verilecek hangi cevaplar var önümüzde?
Cevaplanacak soruya biz başka bir soruyla karşılık verdik. Okuma ve yazma çabalarının, söyleme ve anlama çabalarının tümüne birden bir ad olarak veriyorsak hayatı, varlığımızın anlamını kuşatan bu uğraş neden bizim varlıkla ilgili meselelerimize bir türlü el atmaz, onları ıskalar. Acaba bu ıskalamalar bilinçli bir duruşun sonucu mu? Eğer böyleyse ne kadar yazıktır o duruşa!

Hayatı ıskalayan, ona değmeden geçip gitmeyi kendine bir çizgi olarak benimsemiş görünen edebiyata dönüp onun karartılmaya çalışılan kalbini yarmak gerekmez mi? Onu tanımlamaya, yanlışları göstermeye çalışmak gerekmez mi? Gerekir elbette, hem de daha fazlasıyla.
Halinden memnun yakışıklı beyedebiyatçılar, feminen dalgalarla uçuşa geçmiş hanım yazarlar, şairler, boy boy arz-ı endam etmekteler gazete sayfalarında, popüler dergilerin saygın sayılarında, televizyonların ışıltılı dünyalarında.
Yeterince keyifli gündemlerinde asla Irak işgaline yer yok gördüğümüz kadarıyla. Öylesine körelmiş ki bakışlar, kalemlerin ürettiği o kadar kelimenin arasından sıyrılıp çıkacak bir Ortadoğu hüznü yok bizi kalbimizden vuran. Kasıntı söyleşilerde ülkeleri yağmalanmış evlatlar bir paragraflık olsun yer bulamıyor, acılı babalar seslerini duyuramıyorlar. Bakımlı yüzler ve pahalı giysilerle profesyonel fotoğraf duruşlarının arasında siyah gözlü bir Filistinli kızın ülkesi adına hayata tutunmasını hatırlatacak tek kareye rastlanmıyor.
Yoksul halkımızın acılarını bestelemek için yazılmış tek mısralık bir şiirleri yokken saplantılı ruhlarını tatmin etmek için sıralayıp durdukları dizeleriyle saygınlık avına çıkılıyor.
Dünya, şimdiye dek görülen en büyük küresel saldırının şiddetiyle sarsılırken, medeniyetleri değiştirip yozlaştırmayı hedefleyen projeler pervasızca üretilirken, edebiyat hep sessiz kalıyor. Sanki bunların hep dışındaymış gibi, sanki bu dünyadan değilmiş gibi.
Üniversitelerde başörtüsü yasaklanıp en temel özgürlükler kısıtlanırken adeta bir perde altına gizleniyor edebiyat, kendini göstermiyor, saklanıyor. Görmezden geliyor yasakları, acıları, umutları. Her şeye rağmen kalemini sivriltenleri, korkuyu yedeğine almayanları kınıyor, suçluyor, aşağılıyor; ideolojik davranmakla kategorize etmeye çalışıyor. Özgürlükleri törpüleyen anlayışlara değer veriyor edebiyat, kendi sonunu hazırladığını fark edemeden.
Paraya, pula yöneliyor edebiyat, çok satmak istiyor, iki haneli baskılar yapıyor, elden ele dolaşıyor, tükeniyor, tüketiliyor. Ödüller alıyor, ödüller veriyor edebiyat. Hayata dair bir anlam üretmiyor edebiyat, üretilenlerin seslerini kısıyor, yok sayıyor onları, üstlerini örtüyor. Duygulu şiirler okuyor edebiyat, genç insanları dar alanlara hapsediyor, düşünceyi kısıtlıyor, sahte hayallerle insanları kuşatıyor, gerçeklerden kopartıyor. Siyasete, düşünceye karışmıyor, karışsa bile sahih duruşlar göstermiyor, çıkarları eksen alıyor.
Bir çocuğun gözlerine bakmıyor hâsılı, bir dikeni parmağına batırmıyor, sokakların sesine kulak vermiyor, dünyanın dört bir yanında uçuşan bombaları havai fişeklerden ayırt edemiyor.
Varlığının temeline varlığını anlamlandıranı koyamadıkça edebiyat anlamını, değerini yitiriyor, hayatı ıskaladığı gibi kendini de ıskalıyor, güdükleştiriyor, umut olmaktan çıkıyor, yitip gidiyor.
(Tasfiye Dergisi – 7)
Etiket(ler): , .Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Bir cevap yazın