Eski İslamcı Ayşe Böhürler’in Yeni Zihniyeti

Ayşe Böhürler’in  Hayreddin Karaman’ı yerle yeksan  edeyim derken Müslümanları  ve onların bilincini de aşağılayan yazısına dair  en önemli eleştiri Ömer Lekesiz’den geldi. Gerçi bugün Ali Bulaç da aynı mesele etrafında Zaman’da bir yazı yazmış ama  onun yazısında çekinik bir bilinç var gibi geldi bana. (Ama bu yazının Dünya Bülteni yahut Özgün Duruş’ta değil de Zaman’da yazılmış olması bile başlı başına takdir edilesi bir durum.) Eski İslamcıların düşünce dünyalarının nerelere vardığını göstermesi bakımından önemli  Ömer Lekesiz’in yazısı. Böhürler’i cahil Vivet Kanetti ile  ekranda vıdı vıdı yaparken izlemiştim de içim cız etmişti. Zaten bu tarz programlar “iman diyeti” yaptırmak için hazırlanıyor gibime geliyor bana. (Umarım bu eleştiriler  maskülen addedilerek feminen bir tepkinin nefret nesnesi haline getirilmez. Çünkü AKP alınganlığı gibi bir şey  bu alınganlık hali. Hooop hemen başka bir yere geçivermekte son derece mahir)

Biraz sen biraz ben derken yumuşakçalar sınıfının nesnelliğinde buluşuluveriliyor. Atı alıp Üsküdar’ı geçmek için.  Uzak ülke cenneti beklemeye gerek yok yorum çağında.  Hakikatin yapısızlaştırıldığı,  sefer/seyr edemeyen tahammül de edemeyen ama hoşgören  horgörülü zihniyet ideolojisi durmadan kamusallaştırılıyor.  Hakikat ise durmaksızın özelleştiriliyor. Tabi hakikatin özelleştirilmesi kitlerin özelleştirilmesi gibi değil. Birinde sürekli kan kaybı yaşanırken diğeri dünya kan bankası gibi kan üstüne kan biriktirir.

Korkulacaklar listesine  yeni zihniyetli eski İslamcıları da eklemeliyiz galiba.  Lekesiz’in  Ayşe Böhürler’in zihin dünyasına ilişkin  yapmış olduğu  analizde öne çıkan noktalar şöyle:

“1-Düzeyi medyatiktir. Müslüman bir toplumun teşekkülüne ilişkin çabaları nostaljik bir tutuma indirgeyerek geçmişle sınırlı bir karikatüre dönüştürmekle kalmamış, her şart ve durumda dindarlarca yaşatılması gereken umudu, sıradan bir ütopyaya bağlayarak onu rasyonalizme ve pragmatizme kurban etmiştir.

2-“Günah” kavramı çevresinde, günahı sevenlerden ve yaygınlaştıranlardan oluşan bir toplumun Müslüman bir toplum olarak nitelenemeyeceğini, onların oluşturduğu devletlerin kendilerini “İslam”la tanımlamalarının da siyasi bir istismardan öteye gitmeyeceğini söylemek varken, onları eleştirilmeye değer görmekle medyatik kaygıların ötesinde ucuz bir psikolojizm yapmıştır.

3-Muhatabının tespitini, bunu her zaman ve şartta yapamayacağını söyleyerek ona yönelik bir güven problemi üretme çabasını “kendimize ilişkin bir iç bakışın da kapısını” açma iyi-niyetiyle örtüp, facia niteliğindeki ilk sorusuna malzeme edinmiştir.

“Din zihinlerimizi özgürleştiriyor mu köleleştiriyor mu?” sorusunu ancak ve ancak Spinoza’nın Tractatus Theologico – Politicus’un içinden soruyor olabileceğini fark etmeksizin, İslam’daki kul telakkisini modernizmin özne’sine feda edercesine ve kendi zihni karışıklığını genelleştirircesine vehimlere (ilüzyonlara) yeni bir kapı aralamıştır.

4-“Buğz” kavramını, özne’nin somuta / eyleme dönüşmeyen pasif ve kendi beyninin çapıyla sınırlı kalmasından yana olduğunu söylemeye cesaret gösteremeyip, Karaman’ı da onun dışsal mı, içsel mi, vaziyete göre davranma şeklinde mi olacağına dair bir görüş belirtmeye zorlayarak yeni bir eleştiri imkanını elinde tutmak istememiştir.

5-Çünkü, “buğz” kavramı üstünden asıl yapmak istediği şey –sosyoloji değil- çok açık olarak sosyolojizmdir. “Böyle telkinlerin… toplumdaki yankılarının sert olması” sözüyle, toplumu mutlak dayanışma anlayışıyla dizayn etme, sükunet içinde yaşamayı sağlama, geleceğe birlikte ve problemsiz yürüme gibi romantik ve kendini bununla görevli sayan bir muktedir edasını kuşanmıştır. Ki, bu muktedir için asıl olan farklılıkları giderilmiş (inançlarının köşeleri kırılmış), gönüllü bir hoşgörürler topluluğu yaratmaktır.

6-Söz konusu sosyolojizmin cümlesinden olarak, özgürlük, baskı, toplumsal ayrışma gibi tikel ve tümel kavramları birbirine karıştırarak, din’in hükümlerini toplumun gerisine düşürüp sosyolojizmi kutsamıştır. “Dini bir hükmün ötesinde sosyolojik etkileri olan meseleye…” derken, aslında demek istediği sosyolojizmin, din’i gereksizleştiren bir bilimsel gerçeklik olarak ortak bir düşünme biçimine dönüşmesi ve bu uğurda “iman” kavramına, toplumun sükunet içinde yaşamasına hizmet ettiği sürece başvurulmasıdır.

“Tahammül insanın ötekilerin arasında değil bizzat kendi mahallesinde sıkça hissettiği bir durum değil mi?” sorusuyla da benim yaptığım ve başkalarının da yapabileceği mahiyette bir “yeni zihniyet eleştirisini”, peşin peşin mahalle içi kısır bir tartışmaya indirgeyip bundan malum zihniyetinin geçerliliğine bir pay çıkarma çabasını sergilemiştir.

Bir önceki yazımda da söylemeye çalıştığım gibi benim meselem Böhürler’in imanını, dindarlığının düzeyini imanometrik bir ölçüme tabi tutmak değildir. Tekrar söylemeliyim ki, onun yazısını gelişimi hızlı ama içi boş dindarlık tarzının dayandığı “yeni zihniyeti” çok iyi temsil etmesi bakımından seçtim. Böylece, -onun cümleleriyle sınırlı olarak- “yeni zihniyet”e mahsus şu hususları belirlemiş oldum:

1-“Yeni zihniyet”in kendini ifade etme biçimi medyatiktir ve rasyonalisttir (dolayısıyla da seküler ve pragmatiktir, yani mevcudun kökten ve ilkeler itibarıyla eleştirisini esas almaz; mevcut işleyişte bir yer, mümkünse itibarlı bir yer edinme çabasını öne alır).

2-Psikolojizm esaslıdır; savunma ya da eleştirme biçimi tikel’liğe de kısmen itibar ederek, salt toplumsal faydanın gözetilmesini esas alır.

3-Batı felsefesinin eksik ezberinden kaynaklanan ve giderek kendi yanlışlarını doğru sayma eğilimine bağlanan vehimlerle (ilüzyonlarla) kendini teşhir eder.

4-Kul kavramını gündelik hayatın dışına iten, özne kavramını öne çıkaran, bunu yaparken de din dışı (profan) yanlış metafizik kurguyu önceleyen bir tutumu sergiler. Dolayısıyla kul’luktan vaz geçmeksizin özne’likten nasiplenmek kaygısıyla din’le modernizm arasında asıla kalır.

5-Sosyolojiyi din’in önüne alarak sosyolojizmi yeni bir inanış biçimi olarak kutsar.

Bunlardan hareketle yazımın başlığını “yeni zihniyet”e en uygun ad olması bakımından “Frank-ala-turka” olarak seçtim.

Son tahlilde bu zihniyet, Batıcı – mülemmalı ve kendisini “şanlı tarih”le ilişkilendirerek, dindar ama şeriatsızlaştırılmış bir topluma “şanlı gelecek” üretmeye çalışan bir zihniyettir çünkü.”

 

Etiket(ler): , , , , , , , .Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Eski İslamcı Ayşe Böhürler’in Yeni Zihniyeti için 3 cevap

  1. said ramazan diyorki:

    hayreddin hoca tartışmayı biraz daha derinleştirdi. Zaman’ın diğer Alisi de yazmış bugün…Zaman bu konuda beni yanılttı.Ama Feyhullah Gülen olmadan hoşgörü eleştirisi yapabilmek mümkün mü, sorusu ise baki kalacak..

  2. Bu kadın geçenlerde bir tv kanalında iken Kibirinden dolayı yayılan negatif enerjıden evimdeki balık ,kuş,çiçek gibi canlıların ölmelerinden korktum.
    Başka birşey söyleyip günaha girmek istemiyorum.
    Ama şunu söyleyeceğim; Bu kadının mensubu olduğu partililerde nedense böyle bir kibir var ,buna şahit oldum, oluyorum.
    Kişi il teşkilatında bakıyorum hasbelkader bir göreve gelmiş bakıyorsun ondaki kibir fravunda yoktu belki de.
    Hasbelkader göreve gelmek dediğime bakmayın, Belkide bu kadın gibi samimi,saf ve temiz kardeşlerini ”VELAYAGURRANNEKÜMBİLLAHİLGARUR”LOKMAN-33
    Bu ayeti kerimede işaret buyurulduğu şekilde ”NURİ ALÇO GAZOZU” la uyutarak gelmiştir
    Bu parti mensuplarındaki KİBİR i gündeme almanız ümidiyle
    İYİLİK VE GÜZELLİKLER
    dilerim
    .

  3. Geri izleme:Islam/cılık « Serdargunes' Blog

Bir yanıt yazın