Epistemolojik Farklılıklar ve İslam – Berke Kahraman

Modern Epistemoloji ve Klasik Epistemoloji Temelinde Oluşan Kültürler ve Özelde İslam’ın Durumu

Klasik epistemolojide evrendeki tüm olgu ve olayların kendisiyle açıklanabileceği mutlak bir hakikat ve bu hakikatin insanlar tarafından bilinebileceği şeklinde bir tez söz konusuydu fakat önceki yazıda da bahsettiğimiz gibi daha sonra Kant; algının birtakım filtrelerden geçerek oluştuğunu, dolayısıyla mutlak hakikat diye bir şey olmadığını ve bunun insandan insana değişiklik gösterebileceğini ortaya koydu.

Bu, “hakikat” dediğimiz şeyin bizden, zihnimizden bağımsız bir şey olmadığı demekti. Kant’ın düşüncesine göre bu mekanizma herkeste aynı çalışmaktaydı. O yüzden bu, hemen ilk akla geldiği gibi karikatürize bir şekilde “Var olan insan sayısı kadar hakikat vardır.” demek değildi. Kant, aynı zamanda “Bizim dışımızda mutlak bir hakikat var ve biz onu bilebiliriz, bildiğimizde de evrendeki tüm olay ve olguları açıklayabileceğimiz hakikate sahip oluruz.” önermesine de karşı çıkmıştı. Kant, “Biz evrendeki hakikati asla olduğu gibi bilemeyeceğiz, bize göründüğü şekliyle bilebileceğiz ancak mekanizma ortak olduğu için farklı zamanlarda ve mekânlarda farklı uzlaşımların meydana çıkmasını sağlayabileceğiz. Bu uzlaşımlar hakikatten izler taşıyacak ve hakikatten bağımsız olmayacak ama hakikatin kendisi de olmayacak.” demiştir. Bu önerme kabul edilmesi hâlinde devrimsel bir niteliğe sahiptir ama bir o kadar da bedelleri olan bir önermedir. Kant’ın algının ve hükmün nasıl oluştuğunu doğru açıklaması ya da açıklamaması bir yana en azından klasik epistemolojiye karşı söylemiş olduğu sözler açık bir şekilde doğrudur ve bu, bilim tarafından da doğrulanmıştır (genel görelilik yasası ve kuantum).

Bu durumda klasik epistemoloji temeline dayanan kültürlerin bir sorunla karşılaşması kaçınılmaz olmuştur. Nitekim bugün Batı’da, Yunan’dan kalan o felsefî miras aslında iki yönden kıymet ifade eder: Birincisi ilham olması ve hikmetli sözler içermesi, ikincisi kendi dönemiyle kıyaslandığında “Akılcı Batı, romantik/duygusal Doğu” söylemine zemin teşkil ederek Batı’ya “Biz o zaman da öyleydik!” deme fırsatı vermesidir. Oysa bugün modernizm ve sonrasında ortaya çıkan postmodernizm, Yunan’daki düşünce biçiminin doğrusal bir devamı değildir. Modern epistemoloji ancak klasiğin reddedilmesiyle mümkün olabilmiştir çünkü klasik epistemoloji, mantıksal sınırlarına kadar dayanmış bir paradigmaydı ve bunu mantıksal sınırlarına kadar dayayan kişi maddeci evren algısı yönünden İbn-i Sina; ruhani, manevi evren algısı yönündense İbn-i Arabî’dir. Dolayısıyla o paradigma içerisinde artık cevabı verilmemiş bir soru kalmamıştı ama bununla birlikte o paradigmadan hareketle izah edemeyeceğimiz bir sürü yeni olgu da ortaya çıkmaya başlamıştı.

Yeni bir paradigmanın gelişmesi mevcut eski paradigmanın yıkılmasına bağlıydı ve olması gereken gerçekleşti eski paradigma yıkıldı.

Kant’ın ortaya koymuş olduğu yeni epistemoloji, doğrusal bir süreklilik değil, bir çeşit devrimsel yaklaşımdır. Biraz önce “Bu kabûlün birtakım bedelleri var!” demiştik. Bunu, Kant’ın “Algı, zaman ve mekâna bağlıdır.” sözünün farklı alanlara uyarlanması neticesinde ortaya çıkan sonuçlarda çok net bir şekilde görüyoruz. Mesela “algı”nın zamana bağlı olduğu yaklaşımı tarihselciliği, bunu mekâna uygulayan yaklaşım yapısalcılığı, dile uygulayan yaklaşımsa hermenötiği ortaya çıkarmıştır. Bunlar bir eleştiri ya da varsayım değil, vâr olan durumun tespit edilmesidir. Dolayısıyla bunlar klasik epistemoloji içerisinde oluşmuş kültürler için aynı zamanda bir sorundur çünkü klasik epistemoloji içerisinde vücut bulmuş kültürlerin yapılan bu tespitlere karşı verecek cevapları yoktur.

Modern epistemolojiyle, modernizmle karşı karşıya geldiklerinde modernizmin hayata dönük çözümleri belki onlarınkinden daha iyi değildi ama epistemolojik zeminlerinin sıkıntılarından dolayı yaşanan yüzleşmelerde kendi tezlerini savunamadılar. Bugün aynı sıkıntıyı İslam coğrafyası da yaşıyor çünkü İslam coğrafyası da modernizmle gerçek bir yüzleşme yaşayamadı çünkü modernizm ortaya çıktığında onun karşıtı/düşmanı, İslam coğrafyasıydı ve en şiddetli yüzlerinden birini buraya gösterdi. Dolayısıyla İslam coğrafyasında bir savunma pozisyonu alınmasına sebep oldu. Bu savunma pozisyonu, ortalama 2000 yılına kadar devam etti. 2000 yılından sonra İslam coğrafyasında İslam’ın farklı yorumlarının iktidar olmasıyla gerçek yüzleşme başladı. Bu yüzleşmenin ilk etapta İslam’ın aleyhine sonuçlandığı aşikârdır çünkü buna dönük bir hazırlık henüz yoktu. Bununla birlikte şunu da unutmamak gerekir ki ilk karşılaşma yenilgiyle sonuçlanacak ki, ardından sorunun ne olduğu vs. gerçek bir şekilde algılansın ve yeni bir düşünce vücut bulabilsin. Yani aslında şu an, olması gereken bir süreç yaşanıyor.

“Yaşanan bu süreçte ilk göğüslemeler, ilk teorik karşılaşmalar nelerdir?” diye baktığımızda orada farklı çözümlemelerle karşılaşıyoruz. Mesela Fazlurrahman, “Peygamberimiz dönemindeki o algının birebir bugüne taşınmasına imkân yok. İki aşamalı bir okuma yapmamız gerekiyor. Yani önce gidip indiği dönemde vahiy ne dedi, bunu anlamamız lâzım. Sonra bugüne gelip “Bugün inse ne derdi?” diye bunu ortaya koymamız lâzım.” demiştir. Fakat bu çözüm epistemolojik değerlendirmeye tâbi tutulduğunda ilk olarak “Neler tarihsel, neler değil?” sorusuna bir cevap üretmesi gerekmektedir. Fazlurrahman buna “Hüküm ayetleri tarihseldir, akide ve inançla ilgili ayetler yani teorik kısım evrenseldir.” diye cevap vermektedir fakat mesela hüküm ayeti kısmında bulunan zinanın haram kılınması İslam’ın yaşam tarzının cinsellik boyutuyla ilgili en temel hususlardan bir tanesine işaret ediyor. Kur’an, “Zina haramdır!” dememiş olsa iki kişinin rızasıyla gerçekleşmiş böyle bir olaya olumsuz bakmak için hiçbir makul, mantıklı gerekçe de kalmış olmaz. “Eğer o zaman hüküm ayetleri tarihselse bu duruma ne diyeceğiz?” vb. sorular cevaplanamamış oluyor. Yine “İnançla/teoriyle ilgili ayetleri tarihsel olmaktan çıkartan ne?” sorusuna cevap vermek de mümkün olmuyor çünkü mesela tanrı tasavvuruna ve evrene dair birtakım anlatımlar da ancak o günün zihin dünyasına karşılık gelirken bugünün zihin dünyasına karşılık gelmiyor. Dolayısıyla ilk anda çözüm gibi görünen bu çıkışın, epistemolojik temellere indiğinde aslında bir çözüm olmadığı ortaya çıkıyor.

Bu teori geliştirilmeye çalışılıyor fakat açılımlar ana eksenden çok uzaklaşamıyor. Mesela İlhami Güler “sabit din dinamik şeriat” kavramsallaştırmasıyla izah ediyor meseleyi lâkin bu, sadece bir kavramsallaştırmadır ve Fazlurrahman’dan daha ileri bir şey söylememektedir. Orada da biraz önce bahsettiğimiz sorun ve çıkmazlar geçerlidir. Mustafa Öztürk ise buna “O güne git, tefsirini anla; bugüne gel, tevilini yap!” demiştir. Bu da aslında aynı İlhami Gülerinki gibi sadece Fazlurrahmanın düşüncesinin kavramsallaştırmasından ibarettir. Tabi bu kavramsallaştırma bizi bambaşka bir sorunla da yüz yüze bırakmaktadır. Zira tevil, yorum demektir ve bu da aslında kişiyi dinin peygamberi konumuna getirerek oradan kendince yeni bir din üretmesine imkân vermektir. Bu da kendini epistemolojik alanda bir zayıflık olarak göstermektedir. Yani bu kavramlarla beraber ortaya çıkmış eleştiriler haklı eleştirilerdir ve onlar üzerinden bir okuma yapılmaya kalkıldığında mantıksal tutarlılık ancak böyle bir ayrım yapılmadığı noktada ortaya çıkar. Yani tarihselci bir okuma yapıyorsanız “Her şey tarihseldir!” demeniz gerekir.

Bu tarz ara çözümler İslam’ın güncellenmesine imkân verebiliyor. Bugün İslam’ın görünen yüzü nedir? Elbette ahkâm kısmıdır. Neticede teorisi, doğrudan pratiğe inmemektedir. O yüzden bugünün algı biçimi çerçevesinde mesela “Hırsızın eli kesilmesin, elektronik kelepçe takılsın!” ya da “Dört eşli evlilik olmasın, tek eşli evlilik olsun!” vs. denildiğinde pratik çözüm üretilmiş olup “an” kurtarılmış olunuyor ama bir fikir/bilgi üretilmiş olunmuyor. Zira insanlığın çeşit çeşit sorunu var ve her geçen gün de hem artıyor hem de sorunların niteliği değişiyor. “Peki bunlara karşı İslam ne diyor?” dediğimizde buna, bu şekilde bir cevap verilemiyor. İslam coğrafyasında da bugüne kadar ortaya çıkan çözümler genelde bu yönlerinden dolayı başarılı olamamışlardır. Zira insanlar zaman içerisinde sorun yaşadıklarında bu çözümlere başvuruyorlar, ikna oluyorlar ama bir süre sonra tutarsızlıkları fark ettikçe onlardan da ümitlerini kesip mantıksal olarak tutarlı olan noktaya gelerek “Her şey tarihseldir, her şey insan yapısıdır.” diyerek İslam’dan ümitlerini kesiyorlar. Çaresizlikten gelinen bu nokta bir çözüm değil, çözümsüzlüğün çözüm olarak benimsenmesi yani bir yenilgi hâlidir.

Hâlbuki şu an Batı dünyası da bir toplumsallık ve değerler inşa etmede farklı, iyi bir durumda değildir. Dünya hızla nihilizme doğru gitmektedir. İlk rauntta Müslüman düşünürler çıkmaza girip savrulma yaşamışlar ve Batı’nın peşinden sürüklenmişlerdir. Modern epistemolojinin diğer kültürler ve İslam coğrafyası açısından ortaya çıkardığı sonuçlar bunlardır fakat bu durumun çözümü “Modernizme karşı laf söyleyemiyorsak bunu reddetmeliyiz, düşünce dünyamıza girmesini engellemeliyiz, bununla savaşmalıyız!” değildir.

Tekrar başa döner ve hakkını teslim edersek modern epistemoloji dediğimiz şey aslında tekerleğin icadı, ateşin keşfi gibi bir buluştur. Bunu, kendisiyle birlikte gelen bütün felsefî birikimi onaylamak anlamında söylemiyoruz. Bu felsefî birikimden yukarıda bir şeydir. Mesela evrenin yapısıyla ilgili bir keşif yapıldığını düşünelim; bu, ister istemez birçok algıyı yukarıdan aşağıya doğru etkiler ve değiştirir. Varsayalım ki bulduğumuz bu şey sosyal hayata indiğinde çok olumsuz neticelere yol açtı. Bu durumda o bilgiyle savaşmanın bir anlamı var mıdır? Yapılması gereken, o bilgiden yola çıkarak olumlu şeyler nasıl üretilebilir, işte ona bakmak gerekir. Vâr olan o gerçeklikle, buluşla savaşmak sadece kişiyi gerçeklikten kopartır. Epistemoloji dediğimiz şey de işte bu tarz bir şeydir yani üst bir kategoridir. Herhangi bir düşünceyle, dinle, felsefeyle ilgili bir şey değildir. Felsefelerin daha kendi zemininde meydana geldiği, oluştuğu temel bir bilgi zeminidir. Yani bu (modernizm) kendisinden kaçacağımız, düşman ilan edeceğimiz bir şey değildir. Eğer bugün bir söz ortaya çıkacaksa modern epistemolojiyi göz önünde bulundurarak ortaya çıkacaktır.

Etiket(ler): , , , , , , .Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Bir yanıt yazın