Kiliselerin giriş kapılarının hemen karşısındaki duvarlarda, duvarların kenarlarını süsleyen dev boyutlu tablolarda hep yüzünde acı çekmiş ifadesi ile annesi Meryem’in kollarında Hz İsa’nın ölü bedeni yatar. Hemen yanı başında Mecdeli Meryem’in yüzü, örtüsünün kenarından acıyı, tevekkülü, imanı yansıtır. Bütün kalabalığın silindiği bir yalnızlık senfonisidir bu. Tasvirde İsa’nın getirdiği yeni dini anlayış ile iktidarları sarsılan Romalı egemenler kaybolmuş, İsa’yı bir ayrılıkçı ve mürted olarak gören, onu işte bu sona getirmek için ellerinden geleni yapan eski dinin müntesipleri görünmez kılınmış, İsa’ya iman eden, onun doğru söylediğine şahitlik edenler susmuş, silikleşmiş, yüzyılların ardından bu güne uzanan tüm tablolarda, bir inancı uğruna kendini feda etmekten kaçınmamış İsa’nın cesedi ve ardında bıraktığı mahzun ve mütevekkil iki kadın görüntüsü kalmıştır; bir de İsa’yı çarmıha geren, çarmıhtaki İsa’nın göğsünü mızrakla delen Romalı askerin gölgesi…
Hristiyanlık, öğretisini işte bu görüntü üzerinden geliştirir: “Tanrının bizim için feda ettiği oğlu.” Bu adayış, insanoğlunun günahları temizlensin, insanoğlu Tanrı katında bir bağışlanma bulsun içindir. İnanmış bir mesihî, içi titreyerek bakar bu yüzden, tablolardan, duvarlardan, kitaplardan önüne akan bu fedakârlık görüntüsüne. “Birisi” acı çekerek, kendini feda ederek ölmüş, böylelikle diğerlerinin “kutsal”ına dönüşmüştür. Kalabalıkların ortaya çıkışı, bu son görüntüyü duvarlara, tablolara, dinin esaslarına taşıyışı sonra olmuştur. Yüzyıllar sonra… Konstanstin, Hristiyanlığı bir devlet dini olarak kabul ettikten, İsa’nın uğruna öldürüldüğü Tanrı adına yapılan kiliseler, güneş tapınaklarının üzerinde yükselmeye başladıktan, bir başka deyişle devran döndükten sonra.
On beş yıl sonra, 28 Şubatı anarken, eskinin mağdurları görünüyor birer birer ekranlardan, belgesellerden, gazetelerdeki satır aralarından. Oturum salonuna girdiğinde alkışlanarak kovulan, çocukları okullarında yuhalanan, hakkında hemen Devlet Güvenlik Mahkemesince dava açılan, bir telaş ülkeden ve vatandaşlıktan çıkarılan Merve Kavakçı anılıyor ilkin. İade-i itibar edilmesi düşünülüyor. İdam ile yargılanmış militanların, aslında küçücük yaşlarda, ilgisiz nedenlerle, yalnız İslami hassasiyetleri nedeniyle tutuklandıkları söyleniyor. İdam ile yargılanmış Salih Mirzabeyoğlu’nun yayımlanmış kitapları nedeni ile fikir adamlığı üzerinde duruluyor. O günlerde namaz kıldığı gerekçesiyle ordudan atılan subaylar giriyor görüntüye, üniversiteden el çektirilen akademisyenler, işlerine son verilen öğretmenler, en iyi haliyle hastanelerin görünmez köşelerine itilen hemşireler… Başörtülü kızlar geçiyor sonra ekranlardan. Yerlerde sürüklenen, kadın polislerin ağızlarını kapatarak susturmasına direnen, gözleri yaşlı, endişeli bakışlı küçük kızlar giriyor görüntüye, okullarını bırakanlar, şapka ve perukla devam etmeye çalışanlar, bir umut yurt dışına açılanlar… Okumaya yurt dışına giden, bu vesileyle, bilgisi, görgüsü kariyeri artan kızlardan başarı öyküleri dinleniyor sonra. Avrupa sokaklarında yaşadığı yalnızlık ile, kendini ayakta tutmak için verdiği ekonomik mücadele ile, yeni bir dil ile uğraşmanın, yeni ve bencil bir kültürün içinde kimsesiz ayakta durmanın güçlüğü ile artık kendine, ailesine, geldiği küçük taşra kentine, ülkesine yabancılaşmış, acı çekerek, yalnızlaşarak büyümüş küçük kızlar Berlin’de, Londra’da, Viyana’da yalnız başına yaşlanmaya durmuşken, ülkemde yapılan anma programlarında isimleri bile geçmiyor. 12 Eylül ertesi zamanlara pek denk düşmeyen, 12 Eylül gibi mazlum kitleyi ezip geçmeyen, yüzlerce idamın, yüzbinlerce işkence mağdurunun, binlerce mültecinin geride kalmadığı, düşük yoğunluklu 28 Şubat, sihirli bir örtü gibi kuşatıyor toplumu. Bin yıl sürecek iddialarıdır belki o örtüyü böyle kalınlaştıran, örtünün altındakileri böyle silikleştiren. Sessizce o örtünün altında dönüştüren.
Devran bir kez daha değişiyor. Siyasi iktidar, geçmişin acımasızca saldırılarına muhatap olmuş bir inancı, bir kesimi örtünün altından çıkartıyor yeniden. Eski defterler böylelikle açılıyor, geçmişte görüşmekten kaçınılan isimler bir mağdura, bir kahramana, bir kutsala, bir isme dönüşüyor yeniden. Örtülerinin gölgelediği iman etmiş, mahzun genç kız resimleri, bu tasvirde eski, çok eski bir hikâyenin devamı olarak, yerini alıyor. Âlâ dergisinin sayfalarından fırlamış, tebessüm eden güzeller akıyor artık hayata. 28 Şubat geride kalıyor.
Bir İsa, İsa, hep aynı hüznü taşıyor gözlerinde.