Edebiyat, vicdana, hayata, yaralara dokunabilmelidir.
Bursa Büyükşehir Belediyesinin düzenlediği “14. Bursa Edebiyat Günleri”nin ikinci gününde (30 Nisan Cumartesi) “Edebiyatla Neyi İmar Etmek İstediler?” başlığı altında gerçekleşen ve Yrd. Doç. Dr. Sadettin Eğri’nin yönettiği üçüncü oturuma Metin Önal Mengüşoğlu (Bir Toplum Mimarı: Mehmet Âkif), Arif Ay (Nuri Pakdil’in Dili ve Anlatımı) ve Reşit Güngör Kalkan’ın (İsmet Özel’de Medeniyet Düşüncesi) yanı sıra Özgür Yazarlar Birliği Başkanı ve Tasfiye Dergisi editörlerinden Ahmet Örs de “Bugünkü Edebiyatımız Neyi İnşa Edecek?” başlıklı tebliği ile katıldı.
Konuşmasına edebiyatın tek başına, inanç ve ideallerden bağımsız bir inşa gücü olamayacağını ancak inşa süreçlerinin en büyük katalizörlerinden biri olacağını ifade ederek başlayan Ahmet Örs, Seyyid Kutub’un ifadesiyle insanı bir bütün halinde kuşatan cehennemî uçurum sürecini tüm boyut ve ayrıntılarıyla edebiyatın muhteşem dilinde açığa çıkarmanın, oradan da somut fotoğraflar elde etmenin gerektiğini belirtirken fotoğrafa dönüşen bir edebiyatın acıları, yozlaşmayı, parçalanmışlık ve çürümeyi, zulmü ve direnişi ifadedeki tesirinin görmezden gelinemeyeceğine vurgu yaptı.
Her fotoğraf karesinin, her çarpıcı kelimenin edebiyatın geleceği inşa etme sürecinin adalet harcı olarak görülmesi gerektiğini söyleyen Örs, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Özgür ve adil bir dünya, âlemlerin Rabbi Allah’ın emridir. Adalet, insan olmaklığın yeryüzündeki tecellisidir. Adaletin olmadığı bir dünya yaşanılası değildir, bir Selda Bağcan türküsünün dillendirdiği isyandır. Edebiyat, adil ve özgür bir dünyayı işaretlemiyorsa yalanların arkasına saklanıyor demektir. Doğrudan yana tavır almıyorsa, kelimenin, cümlenin, eserin temel gayesi olarak adaleti esas almıyorsa sadece bir kandırmacadan ibaret olacaktır.”
Başka bir dünyanın mümkün olduğuna işaret eden ve “Çağlar boyunca süregelen köleliğe, düşünsel sefalete, yozlaşmaya karşı vahyin diriltici değerleriyle kuracağımız başka, adil bir dünya tabiî ki de mümkün! Bir Orhan Kemal romanından, Füruzan hikâyesinden, İsmet Özel şiirinden fışkırıp gelen acıları “Evet, İsyan” iradesine dönüştürecek bir iradeden bahsediyorum. Bizim edebiyatımız vâr oluşunun anlamını, hakikatin bilgisini yitirmiş her çağdaki insanın elini tutmalıdır. Hayatın tam ortasından geçen acıları süzüp vicdana, hayata, yaralara dokunabilmelidir.” diyen Ahmet Örs, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Yumruğumuzla birleşen “Tebbet Yedâ Ebî Leheb” sloganını, değişmeyen Firavun zulümlerine, değişmeyen bir mustazaf direnişi olarak dikeltmek zorundayız. Asgari ücret köleliktir; tekstilde, temizlikte, ağır sanayide, tezgâh başlarında asgari ücretlere çalış(tırıl)an kadınlar, kızlar, genç ve yaşlı erkekler birer köledir, diye bağırmamız gerekiyor! Edebiyatı, o bağırmaların alanı kılmamız gerekiyor. Bir Steinbeck romanıyla mücadele meydanlarını vâr etmemiz, oralara dergilerimizin sayfalarından, şiirlerimizin mısralarından inmemiz gerekiyor.
Egemenlerin, halkları Firavun örneği üzerinden Rabbimizin ifadesiyle “ahmaklaştırma”ya çalışması, ahlakın yozlaşmada sınır tanımadığı bir çağda edebiyatımızın izini süreceği damarı işaret etmektedir. Evet, egemenler halkları tebaalaştırmak, onları ahmaklaştırmak, yani endoktrine etmek isterler. Direnen Edebiyat ise bütün bu sürece karşı bir direniş kültürü, çizgisi, hafızası oluşturmak ister. Coşkulu bir direniş çizgisi; şiiri, romanı ve hikâyesiyle…
Egemen paradigmanın hayatı zindana, cehennemî uçuruma çevirdiği Kürt halkının acılarını edebiyat görmezden gelebilir mi, gelirse eğer bu ne kadar insani, ahlaki ve İslami olabilir? Dilleri, kimlikleri yasaklanan, köyleri yakılan Kürt halkının acılarına kulaklarını tıkayanlar edebiyatçı olabilir mi? Asit kuyularının, toplu mezarların, Kuyucu Murat Paşaların yuttuğu Kürt halkının ağıtlarını, stranlarını söyleyecek dengbejler çıkaramayan bir edebiyat gözü kara bir adalet çığlığı olabilir mi?
Yoksulluk ve çaresizliklerden katliam ve tehcirlere, 28 Şubatlardan vahşi başörtüsü yasaklarına, darbelerden idamlara, İstiklal Mahkemelerinden Diyarbakır zindanlarına kadar halka reva görülen onca karanlığa bir vicdan feneri olarak adalet ve umut ışığı tutabilecek mi edebiyat? Biz bu edebiyatın nesi olacağız? Yoksa medeniyet tartışmalarının enginliğinde acıları sümenaltı ederek durgun sulara yelken açmaya devam mı edeceğiz? 28 Şubat pratiğinin asırlık projesi kemalizmle edebiyat üzerinden hesaplaşmayı sürekli erteleyip zamanla unutacak mıyız?
Okullarda edebiyat adına resmi ideolojinin kerameti kendinden menkul vicdan ve ahlak malulü metinleriyle büyüyen bir halka vicdanın dilini göstermek sorumluluğumuz var. Ahmaklaştırma, katletme, tehcir etme; kuyulara, toplu mezarlara doldurma, büyük biraderlerin gözetim ve insafına terk etme gibi envai çeşit zulme en içerden, yürekten, vicdandan kalkan metinler üretmeli edebiyatımız; yeni, adil ve özgür bir dünyayı kuracak olan “Direnen Edebiyat!”
Haber ve fotoğraf: Serhat Edizer