TYB’de her ay düzenlenen, yeni çıkan kitapların yazarlarıyla konuşulduğu Mürekkebi Kurumadan programının bu ayki konuğunun hikâyeci Cemal Şakar olduğu duyurulmuştu. İlgili programı bugün TYB Sultanahmet Kızlarağası Medresesi’nde takip ettik.
Okumaya Kemalettin Tuğcu ile başladı
Okumaya nasıl başladığının sorulması üzerine ilk olarak Kemalettin Tuğcu okuduğunu söyleyen Cemal Şakar, ortaokulda iken Tuğcu’nun anlatılarından etkilenerek üvey anneli bir merhamet romanı yazdığını söyledi.
Arkadaşlarıyla birlikte çıkardıkları Aylık Dergi sürecini aktaran Cemal Şakar, derginin “abiciler”e karşı verilmiş bir kavga olduğunu aktardı.
Dergicilikten söz ederken, şimdi bile her yeni sayının kendisinde bir heyecan uyandırdığını söyleyen Cemal Şakar, bir dergide ilk olarak kendi öyküsünü okuduğunu, yayımlanan metinlerini dergiden defalarca okuduğunu söyledi.
Yarınlar romanın mı yoksa öykünün mü?
“Biz gelecek zamanların öyküye teslim olacağını tahmin ederek öykü yazmaya başladık.” diyen Cemal Şakar, bu öngörüde yanıldıklarını, çünkü romanın günümüzde öyküden fazla rağbet gördüğünü söyledi. Kendisinin de roman yazmaya çabaladığını, bazı projeler düşünerek ölçüp biçtiğini ama nihayet buna cesaret edemediğini söyledi.
Tasavvuftan neden uzaklaştı?
İlk metinlerinde yazarın tasavvufi kavramları kullandığını ama sonradan tasavvufi evrenden uzaklaştığının söylenmesi üzerine bu tespiti çok doğru bulan Şakar, bunun sebeplerinin en başta teolojik nedenler olduğunu ama burada bu hususu açmak istemediğini söyledi. Tasavvufun simgesel dünyasının edebiyata uygun olduğunu ama bu simgesel yaklaşımın kutsamacı bir anlayışa evirilmesini hatalı bulduğunu, Bursa Ulucami’deki vav harfinin kutsanmasının, camekânla çevrilmesinin kendisini üzdüğünü söyledi.
Tasavvufta en ünlü simgenin “gül” olduğunu, bu simgenin Hz. Muhammed’i karşıladığını söyleyen Şakar, “Hz. İsa’dan geriye çarmıh kaldı, böyle giderse Hz. Muhammed’den de gül kalacak diye korkuyorum.” dedi.
Simge mi güçlü yoksa imge mi?
Simgenin konveksiyonel, uzlaşımsal olarak toplum tarafından üretildiğini söyleyen öykücü, oysa imgenin kişisel olduğunu; birinin hazır iken, diğerinin bireysel çabaya, tespite dayandığını belirtti. Bu doğrultuda imgenin bağlamsal olup, bir öyküde kullanılan imgenin bir başka öyküde kullanılamayacağını öne sürdü.
Özetle; hazır olan simgenin yazarı kısırlaştırdığını ama üretimsel olan imgenin yazarın anlatımını zenginleştirdiğini belirtti.
Sanat Müslüman için amaç mı araç mı?
Bir soru üzerine öyküye bir ‘araç’ olarak baktığını söyleyen Cemal Şakar, bu tutumunun öyküyü küçümsemek anlamına gelmediğinin altını çizdi. “Öykü benim için bağlama, gitar gibi bir enstrümandır. Bu enstrümanı en iyi biçimde çalmaya çabalarım. Öykünün imkânları üzerine kafa patlatırım. Bir Müslüman’ım ve iman bir yandan bize mübah alanları açarken diğer yandan bazı alanları bize kapatır. Bu enstrümanı çalarken bunu gözetiyorum.” dedi.
“Bir eserin ölümsüzlüğüne inanmıyorum.” diyen Şakar, bu iddiasını şöyle temellendirdi: “Doğrusu nefsimiz, eserimizin kıyamete kadar yaşamasını ister ama gerçekçi olalım; muhtemelen eserimiz bizden 30-40 yıl sonra unutulur. Ben eserlerimi birer ‘sadaka-i cariye’ olarak görüyorum. Biri ondan yararlanıp beni hayırla ansa yeter. Biri benim eserimden dolayı günaha girse, nefsanî duygulara kapılırsa bundan hesaba çekilirim bilinciyle oluşturuyorum metinlerimi. Hasan Aycın’ın her zaman söylediği, çok sevdiğim bir sözü vardır; hitap, muhatabını bulur, der. Ben buna inanıyorum.”
İnsanın Kuran’da ‘nâkıs’ olarak da tavsif edildiğini söyleyen Cemal Şakar, kendi öykülerinde de birçok noksanlığın olabileceğini söyledi.
Programda, Cemal Şakar öykücülüğünü konuşmak üzere kürsüye yazarlar davet edildi. İlk olarak dinleyiciler arasında bulunan romancı Işık Yanar’ı çağrıldı ama Yanar bu teklifi nazikçe yerine getiremeyeceğini ifade etti.
Cemal Şakar öyküsünde yapaylık yok
Kürsüye ilk çıkan yazar, bu yıl Oğuz Atay Roman Ödülünü alan Güray Süngü oldu. Süngü, “Cemal Şakar’ın öykülerinde samimiyet vardır, kendi dünyasından olmayan insanlara karşı bile yazarın tutumu samimidir.” dedi. Cemal Şakar’ın, ‘meselesi olan bir öykü’ yazdığını söyleyen Güray Süngü, son olarak yazarın postmodern unsurları öykülerinde kullanmasını çok önemli bulduğunu söyledi.
Sevgigül Kandoğmuş Şahin, öyküye başladığı zamanlarda Ali Haydar Haksal’ın kendisine hediye ettiği Gidenler Gidenler kitabıyla Cemal Şakar öyküsünü tanıdığını, piyasada varoluşçuluğun etkisiyle ben merkezli bir öykü yazılırken bu kitaptaki öyküleri kendisine çok yakın bulduğunu, bunların sosyal sorunlara değinen metinler olduğunu söyledi. Daha sonra yazarla yıllarca süren tanışıklıklarının böylece başladığını söyledi. Uzun yıllar taşrada yaşayan Cemal Şakar’ın taşradaki samimiyeti öyküsüne taşımaya çalıştığını söyledi. Öykücünün seküler bir mantıkla yazmadığını, sanatının hayatından ayrı düşünülemeyeceğini, hem hayatında hem de sanatında Müslüman bir duyarlığın göründüğünü, Cemal Şakar’ın artistlik yapan bir yazar olmadığını sıraladı.
Telkin ve teklif arasında Cemal Şakar öyküsü
Ömer Lekesiz, kısık bir sesle yaptığı konuşmasında “telkin” ve “teklif” kavramları bağlamında Cemal Şakar’ın öykücülüğüne değindi. Fuzuli’nin “Dest bûsı arzûsuyla gerölürsem dostlar / Kûze eylen toprağım, sunun ânunla yâre su.” mısralarında bir teklif bulunduğunu, oysa Kemalettin Kamu’nun “Ne örümcek, ne yosun / Ne mucize, ne füsun / Kâbe Arap’ın olsun / Çankaya bize yeter.” dizelerinde bir telkin, bir vaaz olduğunu, Kemalettin Kamu yerine Aka Gündüz’ün ya da Ahmet Günbay Yıldız’ın da aynı kefeye konulabileceğini öne sürdü. Cemal Şakar öyküsünün ise ilk örneklerinden son örneklerine kadar tamamen teklif edebiyatı içerisinde mütalaa edilmesi gerektiğini belirtti. İsmet Özel’in bir yazısının başlığı da olan “Kul muyuz, özne miyiz” sorusunun çözümlemesi yapılırsa Cemal Şakar öyküsünün daha net anlaşılacağını düşündüğünü söyledi. Bunu anlamadım.
Bir soru üzerine öykücü Cemal Şakar, yeni çıkan kitabı Sel ve Kum’un dosyasına yıllar önce yayımlanmış olan Gidenler Gidenler kitabını almasının, eski öykülerinin arkasında durduğunu gösterdiğini söyledi. Her kitabında yeni bir devrin kapandığını hissettiğini söyleyen Şakar, her defasında “şimdi yeni şeyler söylemek lazım.” diyerek yeni öykülere çalıştığını, sözgelimi Pencere kitabının ilk üç öykü kitabından çok ayrı bir yerde durduğunu söyledi.
Hangi öykücüleri önemli buluyor?
Modern Türk öyküsünün Ömer Seyfettin’le oturduğunu söyleyen yazar, öykü yazmak için çok okumak gerektiğini, bu hususta ısrar sahibi olmanın şart olduğunu vurguladı. Türk edebiyatında en önemli öykücüleri sıralarken şu isimleri saydı: Memduh Şevket Esendal, Refik Halit Karay, Haldun Taner, Kamuran Şipal, Tomris Uyar, Rasim Özdenören, Mustafa Kutlu, Ramazan Dikmen, Necip Tosun, Hüseyin Su.
Ahmet Kekeç’in Son İyi Şeyler adlı öykü kitabıyla çok iyi bir çıkış yaptığını söyleyen Cemal Şakar, medyanın edebiyatı olumsuz yönde etkilediğini söyledi, bu bağlamda medya sektöründe çalışan Kamil Doruk’u artık yazmayan başarılı bir öykücü olarak andı.
Kürsüye davet edilen Osman Bayraktar, bir öykücünün herkesin denediği şeylerle değil de yeni biçimleri gözeterek ortaya çıkması gerektiğini savundu. Cemal Şakar’ın öykülerinde değişme cesareti bulunduğunu, değişik anlatım biçimlerinin denendiğini söyledi, örneklemedi.
Mihriban İnan Karatepe, yeni yayımlanan Sel ve Kum kitabının eski yayımlanmış kitaplarından oluştuğunu ancak kronolojik sıranın tersine çevrildiğini, metinlerin sondan başa doğru yayımlandığını söyledi. Pencere öyküsünün başta olduğunu ve ilk öyküyle okurun zihnini allak bullak ettiğini, adeta okura ‘burada farklı bir durum var’ dediğini söyledi. Hiçbir öyküsünü Cemal Şakar’a okutmadan yayımlatmadığını söyleyen Karatepe, Türk öykücülüğünde ilk biçimsel denemelerin Sevim Burak’la başladığını, Cemal Şakar öyküsünde de biçimsel denemelerin bulunduğunu söyledi. Cemal Şakar öykülerini ‘artist öyküler’ olarak değerlendirdiğini söyledi.
Tekrar söz alan Cemal Şakar, modernist yazarların uzak durduğu sosyal olaylara yakın durmaya çalıştığını söyledi: “Bir dönem 1950 kuşağı öykücülerinin etkisinde kaldık ve bireyin yapmacık varoluşsal sorunlarda boğulan tutumu maalesef öykümüzün son 30 yılına damgasını vurdu.”
Süslü bir laf: Çağa tanıklık ediyorum
Sorsanız çağa tanıklık ettiklerini öne sürecek birçok yazarın öykülerine bakıldığında böylesi bir tanıklığın görülemeyeğini söyleyen yazar, yarınki kuşakların Cemal Şakar öykülerine baktıklarında Dünya Müslümanlarının acılarına duyarsız kalmakla suçlanmak istemediğini söyledi. Irak işgalinden sonra orada bir milyon insan öldürüldüğünü söyleyen öykücü, buna duyarsız kalmanın imkânsızlığını sözlerine ekledi.
Son olarak kürsüye gelen Zafer Acar, bir şair olarak öykü üzerine bir şeyler söylemenin kolay olmadığını söyledi. Bununla birlikte Acar, yazarın öykücülüğü üzerine birçok şey söyledi. Cemal Şakar öyküsü denince Müslümanca bir duruşu ısrarla öne sürmenin akla geldiğini söyleyen Zafer Acar, yarına bugünden ancak birkaç şairin kalabileceğini, oysa Cemal Şakar da içinde olmak üzere 80 kuşağı Müslüman öykücülerimizin günümüze kaldıklarını söyledi. Öykücülerin, bu olumlu durumu kendi gayret ve mücadelelerine borçlu olduklarını söyledi. Cemal Şakar’ın komplekssiz bir yazar olduğunu, özellikle batıya karşı bir kompleksinin bulunmadığını söyleyen Acar, yazarın bütün postmodern unsurlardan yararlandığını iddia etti. Cemal Şakar’ın öykülerini yazarken biçim aramadığını, bilakis biçimin onu bulduğunu söyledi. Cemal Şakar’ın Yedi İklim’de yayımlanan Önce Vatan adlı öyküsünün biçimsel özelliklerinin 90 kuşağı şairlerinden biri tarafından Hece dergisinde on sayfalık bir şiirde taklit edildiğini öne sürdü.
Dinleyici sorularıyla biten programın sonunda katılımcılara yazarın Yazının Gizledikleri adlı kitabı hediye edildi. Öykücü Cemal Şakar isteyen okurlar için kitaplarını imzaladı.
(Mehmet Sait Çakar – dunyabizim.com)