Atasoy Müftüoğlu’nun “Teslimiyetçilik Kader Değildir” Kitabı – İlyas Çetin

foto

Türkiye’de tevhidi bilinçlenme sürecinin en önemli aktörlerinden birisi hiç kuşkusuz Atasoy Müftüoğlu’dur. Müftüoğlu; bugüne kadar yayımladığı yirminin üzerinde eserde, onlarca dergide yazdığı yazılarda, yurtiçinde ve yurtdışında katıldığı birçok seminer, konferans ve etkinlikte Müslümanların sorunları ile ilgili samimi eleştirilerde bulundu. İslam coğrafyasında yaşanan yığınca sorunun çok önemli bir sebebi olarak sömürgeci güçleri görmekle birlikte İslam dünyasının sömürgeciliğe müsait yapısının temel sorun olduğunu vurguladı. İslam dünyasında zihinsel bir devrim gerçekleşmediği müddetçe İslam dünyasının emperyalist güçlerce sömürülmeye devam edeceğini belirtti.

Hece Yayınlarından çıkan Teslimiyetçilik Kader Değildir isimli son eseri de karşı karşıya olduğumuz sorunların çözümü için Müslümanlara sorumluluk üstlenme noktasında bir çağrı niteliğindedir. Eserde İslâmcılık, küreselleşme, kapitalizm, neoliberalizm, emperyalizm/sömürgecilik, seküler ve laik paradigma, demokrasi, ortadoğu isyanları, Suriye krizi, mistik din algısı, cemaat diktatörlüğü, tarih bilinci, ulusçuluk/milliyetçilik, ümmet bilinci, bilgi felsefesi gibi Müslümanları doğrudan ilgilendiren birçok konuda Müftüoğlu’nun yaklaşımlarını okumak mümkün. Aşağıda Müftüoğlu’nun eserinde yer alan söz konusu konularla ilgili görüşler özet olarak aktarılmıştır.

İslâmcılık:İslâmcılık bir bilinç ve özgürlük mücadelesinin adıdır. Her tür statükoculuğu, konformizmi, muhafazakârlığı reddeder, sürekli mücadele hâlinde olmayı ve direnişi önerir, sosyo-ekonomik ve politik bağımsızlığı, adaleti inşa etmek ister. İbadet hayatıyla sınırlı bir din algısını tartışırken, İslâm’ı hayatın bütün boyutlarına kazandırmak üzere yeni bir bilince öncülük eder. Bağımsız, bilinçli, kararlı bir tercihin adı olan İslâmcılık, ulus-devlet dayatmalarından ve mukaddeslerinden özgürleşmek demektir. İslâmcılık düşüncesi, İslâm’ın bir bütün hâlinde tarihe kazandırılması, bir bütünlük içerisinde özgürleştirilmesi için her alanda yürütülmesi gereken bir mücadele biçimini içerir. İslâmcılık mücadelesini yalnızca politik bir ideoloji gibi algılayanlar, İslâmcılığı böyle takdim etmeye çalışanlar, kolonyalist etkilere maruz kaldıkları için böyle düşünüyor. İslâmcılığı politik bir klişe olarak görmek kadar büyük bir sapkınlık olamaz. İslâmcılık bir iktidar projesi değil, bir özgürlük projesidir. İlâhi modelin tarihe kazandırılması mücadelesinin adıdır. Dönüştürücü bir değişim talebinin ifadesidir.

Küreselleşme:Küreselleşme İslam toplumlarına, dünya görüşüne, hayat tarzına yönelik en yeni meydan okumanın adıdır. Küreselleşme, toplumlarımızı yeni bir kültürle işgal ediyor. Bu kültür, çürütücü laik değerleri bir hayat tarzına dönüştürüyor. Bireycilik, tüketicilik, laik ahlak İslami kesimleri de içerisine alacak şekilde bütün kesimleri olumsuz yönde dönüştürüyor. Küreselleşme yoluyla bir kez daha Batılılaşmaya çalışıyoruz. Küreselleşmenin neden olduğu derin değişim, bütün İslam toplumlarında da kendisini açıkça hissettiriyor. Ulus ötesi ilişkiler, yaklaşımlar, etkiler, ulus-devletin kontrolü dışında sıradanlaşıyor. Amerikanlaştırmanın maskesi olan küreselleşme karşısında, muhafazakâr statükoyu savunmakla hiçbir somut sonuç elde edilemez.

Kapitalizm:Tüketim tapınakları ve çılgınlığı herkesi bir biçimde büyülüyor, herkesi bir biçimde nesnelerin hizmetine sokuyor. Piyasa sorumsuz bir güç olarak hükümdarlığını sürdürüyor. Kitlelerin algıları, piyasanın talepleri doğrultusunda yönlendiriliyor. Tüketimcilik, tüketim ve haz manyaklığı, hayat tarzına dönüşüyor. Savaşlar ve tüketim çılgınlıkları kapitalizmi daha güçlü kılıyor. Kim olursa olsun tüketim kültürünü benimseyen herkes kapitalizme hizmet ediyor. Bugün neredeyse herkes ihtiyaç kavramını kapitalist dünya görüşü doğrultusunda belirliyor.

Neoliberalizm: Neoliberalizm, emperyalizmin en yeni maskesi olarak kullanılıyor. 1980’li yıllarla birlikte küresel ağlar aracılığıyla bütün dünyaya yayılan neoliberal düşünce, davranış, kültür toplumlarımızı toplumsal yabancılaşmaya, kültürel yozlaşma ve bayağılaşmaya sevk etti. Piyasaların, özel kapitalistlerin eline geçmesi, liberal kapitalizmin nihai bir model olarak dayatılması, farklı alternatifleri etkisiz hale getirdi. Hiçbir aşırılığı, istismarı ve kötülüğü önleme gücü olmayan, kapitalizmin yeni yüzü neoliberalizm, bugünün belirleyici ideolojisi olmuştur. Paranın ve şiddetin insanlık dışı kültürü neoliberal kültür şeklinde küreselleşti. Hiçbir diktatörlüğün, piyasanın diktatörlüğü kadar yozlaştırıcı ve yabancılaştırıcı etkisi olmadı. Bugün, bütün toplumlarda, toplumsal ilişkiler piyasa tarafından belirleniyor.Neoliberal dünya görüşü ve hayat tarzı bütün inançları, ilkeleri, değer sistemlerini göreceli hâle getiriyor. Neoliberal diktatörlük, günümüzde markaların diktatörlüğünü, markalara dayalı kimlikleri dayatıyor. Neoliberel serbest pazar düzeni, Amerikan tarzını küresel bir tarza dönüştürüyor. Hemen her toplumda neoliberal yaklaşımların bir sonucu olarak eğitim ve sağlık sistemleri piyasa mantığına göre düzenleniyor ve yapılandırılıyor. Hastalar da öğrenciler de müşteri hâline geliyor. Neoliberal hayat tarzı, insanları, toplumları birbirlerine yabancılaştırıyor, güçsüzleştiriyor. Neo-liberal akıl ve mantık, bütün toplumlarda, hayatın bütün alanlarına nüfuz ederek yapısal bir çürümeye neden oluyor. Neoliberal akıl-mantık sebebiyle herkes, her kurum kendisini bir şirket yönetir gibi yönetmeye çalışıyor. Neoliberal aklın diktatörlüğü altında yaşamaya, düşünmeye ikna edildiğimiz için yeni bir insan, toplum, inanç, değer sistemi, siyaset ve devlet konusunda artık mücadele etmiyoruz. Hem geleneksel dünyaya yönelik hem de modern-seküler dünyaya yönelik çok güçlü hesaplaşmalar yapmadığımız takdirde, neoliberal kuşatmayı aşamayız. Kapitalist hayat ve neoliberal düşünce tarzının metalaştırdığı, ruhsuzlaştırılmış sürülere dönüştürüldüğü toplumlarda, insan ve toplum davranışlarını İslâm’a göre şekillendirmek her geçen gün daha zorlaşıyor. Emperyal, neoliberal sisteme eklemlenmek, bu sistemle işbirliği yapmak, bu sistemin bir parçası hâline gelmek, İslâmi varoluş alanından ve İslâmi sorumluluklardan çekilmek demektir. İslâmi referans noktalarını terk ederek neoliberal sisteme angaje Müslümanlar, çok ciddi bir biçimde içsel sorgulamalar yapabilmelidir.

Emperyalizm/Sömürgecilik:Modern, seküler uygarlık adına emperyalizm rahatlıkla sürdürülebiliyor. Emperyalistler tarafından sürdürülen işgaller, katliamlar, suikastlar, Guantanamolar hiçbir biçimde sorgulanmıyor, bütün kötülükler cezasız kalıyor. Katiller müttefik olunca sesimizi çıkarmıyoruz. Kronik bir sağcılık hastalığı nedeniyle askeri üsleri de füze savunma sistemlerini, patriotları da bağımsız bir zihinle tartışmıyoruz. Eleştirel güce, bilince sahip bir ufkumuz ve dilimiz olmadığı için Libya ve Suriye’de yaşanan iç savaşlarda emperyalizmin, emperyalist politikaların yanında yer alabiliyoruz.

Süküler ve Laik Paradigma:Modernitenin simgesi olan sekülerizm, bugün seküler misyonerlik biçiminde, mutlakiyetçi bir sekülerizm biçiminde etkinliğini sürdürüyor. Sekülerizm, İslâm karşıtı kampanyaların, ideolojik ve ırkçı aracı hâline geliyor. Bizlere dayatılan seküler paradigma doğrultusunda konuşuyor ve yazıyoruz. Latin-Hıristiyan dünyaya özgü bir kurum olan sekülerlik toplumlarımızda gün geçtikçe meşrulaşıyor. Bu nedenle bugünün dünyasını seküler algılarla izlemekte, yorumlamakta bir sakınca görmüyoruz. İslam toplumlarına yönelik sömürgeci proje laiklik temelinde hayata geçirildi. Ulusdevletlerde, sömürgeciliğin ürünü devletlerde modernite demek, laiklik demekti.

Demokrasi:Demokrasi, sayıların galibiyeti demektir. Demokrasinin evrensellik iddialarını reddetmeliyiz. Modern zamanların en etkili uyuşturucusu olan demokrasiler halkların onayını alabilmek için her tür siyasal, ahlâki ilkeyi hunharca, pervasızca çiğneyebiliyor. Toplumlarımız, Afganistan, Irak, Libya, Suriye örneklerinde takip edileceği üzere demokrasi emperyalizmi adına korkunç iç savaşlara sürükleniyor. Demokrasi maskesi altında sürdürülen haçlı seferlerini analiz edemiyoruz. Modern barbarlık uygarlık ve demokrasi maskesi altında yürüyüşünü sürdürüyor. Serbest piyasanın ve bireysel hayat tarzının egemenliği altındaki pragmatizmden başka bir değer tanımayan demokrasiyi bir referans kaynağı olarak alabiliyoruz. Günümüzde İslâm toplumları, İslâmi akımlar, partiler Avrupa-merkezci söyleme dâhil olmak üzere birbirleriyle yarış hâlindeler. Sözünü ettiğimiz yarış daha çok demokrasi ve insan hakları gibi ideolojik amaçlı kullanılan kavramlar merkezinde sürdürülüyor. Küresel faşizmin demokrasi şemsiyesi altında pazarlandığını fark etmek gerekiyor. Adaletten yoksun demokrasileri, tahakküm, sömürü, savaş, iç savaş, yalancılık, ikiyüzlülük üreten demokrasileri yüceltmenin İslami bilince yakışmadığını kaydetmek gerekir.

Ortadoğu İsyanları:Ortadoğu’da ve Afrika’da neler olup bittiğini anlamlandırma, yorumlama, çözümleme konusunda yetersizlik içerisindeyiz. Sistematik bir dezenformasyona tabi tutulduğumuz için gerçekleri bilmiyoruz. Propaganda yalanlarıyla zihinlerimiz kirletiliyor. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan olaylar medya savaşları aracılığıyla, kameralar aracılığıyla tek yanlı, önyargılı ve emperyal çıkarlar doğrultusunda yansıtılıyor. İslâm toplumlarında yaşanan, yapısal olmayan değişim hareketleri, ayaklanmalar, küresel, emperyal etkilerin bir yansımasıdır. Bu ayaklanmalar bir zihniyet değişimini amaçlamıyor, küresel süreçlere eklemlenme amacı taşıyor. Ortadoğu’da yaşanan ayaklanmalarla birlikte Ortadoğu ülkeleri küresel sermayenin çıkarlarına açık hâle getiriliyor. Her ülke küresel sermayenin denetimi altına alınıyor. Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da hiçbir ülkede kurulu düzenler ve statükocu yapılar ortadan kaldırılmadığı hâlde Ortadoğu Devrimlerinden söz edebiliyoruz. Küresel sermayenin ve küresel zihin dünyasının denetimi altına giren, denetimi kabul eden herhangi bir ülkede devrim olduğunu iddia etmek kadar tutarsız bir değerlendirme olamaz. Ortadoğu’da devrimlerden söz edenler, Ortadoğu’da hiçbir ülkede yapısal sorunların değişmediğini, güç dengelerinin değişmediğini hatırlamıyor. Ortadoğu’da her şey maalesef pragmatizm ve oportünizmden ibarettir. İslam toplumlarında yeni bir politik arayıştan, hareketlilikten söz edilebilir ancak alternatif politik bir bilinçten söz edilemez. Bu ayaklanmalar, İslami bağlamda hiçbir stratejiye, vizyona, liderliğe, nitelikli kadrolara, etkili bir programa sahip olmayan, siyasal söylem olarak Batılı paradigmaları referans olarak alan yoksulların ve dışlanmışların ayaklanmalarıdır. Bütün ayaklanmacıların, niçin İslâmi değişim, dönüşüm, düzen talep etmediklerini konuşmak, tartışmak gerekir. Ayaklanmaların yaşandığı ülkelerde, çok muğlak ve gri bir tabloyla karşı karşıyayız. İsyan ve ayaklanmaların hangi yönde sonuçlar üreteceğine ilişkin hiçbir somut belirti olmadığını bilmek, anlamak gerekiyor. Her ülkede bölünmeler, çatışmalar, rekabetler, karşıtlıklar çoğalıyor. Ortadoğu’da kimi diktatörler gidiyor, ancak diktatörlükler devam ediyor.

Suriye Krizi:Jeopolitik rekabetler sebebiyle Suriye’nin iç savaş yoluyla çökertilmesi, stratejik önemini yitirmesi amaçlanıyor. Suriye’yi özgürleştirmek isteyenler, Suriye’ye demokrasi götürmek isteyenler Suriye’yi yok ediyor. Suriye’de yaşanan iç savaş, emperyal, küresel çıkar politikalarının bir parçasıdır. Suriye’de mezheplerin çatıştığı, çatıştırılabildiği, şu ya da bu mezhep adına masum insanlara yönelik katliamların gerçekleştirildiği, utanç verici bir dönemden geçiyoruz. Suriye küresel güç mücadelesinin, küresel jeopolitiğin kurbanı olarak seçilmiştir. Suriye’nin emperyal bir müdahale karşısında bulunduğunu, Suriye muhalefetinin bu amaca hizmet etmek üzere icat, imal edildiğini söylemek Baas rejimini desteklemek anlamına gelmez. Hiçbir Müslüman laik, milliyetçi bir ideolojiyi onaylayamaz. Suriye muhalefeti büyük Amerikan planının, küçük bir parçasıdır. Suriye’de seküler, milliyetçi Baas rejimi için bir gelecek olmadığı gibi bu rejimin muhalif unsurları için de bir gelecek yoktur. Suriye’nin geleceği için Suriye halkı karar vermeyecek. Suriye konusunda Türkiye’nin küresel tahakküm sistemiyle birlikte hareket etmesi yanlıştır, büyük talihsizliktir. Suriye’de akan kan ve büyüyen acılardan, Suriye’de kentlerin, tarihsel, kültürel varlıkların tahribatından Türkiye de sorumludur. Türkiye’nin; biz Suriye halkının yanındayız, yönündeki dış politika tercihi ikna edici olmaktan çok uzaktır. Türkiye’de de yakından izlenebileceği üzere İslami gruplar, cemaatler, partiler yerel Baas diktatörlüğü karşısında, emperyalist küresel diktatörlüğün yanında yer almıştır.

Mistik Din Algısı:Statükocu bunaklıklar sebebiyle siyasal bilinçten arındırılmış bir din algısı kitleselleştirilmiş ve kurumsallaştırılmıştır. Dindarlığın sefil bir teslimiyetçiliğe, statükoculuğa, muhafazakârlığa, hiçbir yaptırım gücü olmayan bir maneviyatçılığa indirgenmesi, dinin geçmişe hapsedilmesi, özelleştirilmesi gibi İslâmın ruhuna, içeriğine tamamen yabancı bir iklim oluşuyor. Teslimiyetçi, ılımlı, hoşgörülü muhafazakâr bir dindarlık, makbul bir dindarlık biçimi olarak selâmlanıyor. Bugün geldiğimiz nokta, İslâm’ı Batılı anlamıyla bir din gibi algılamaktan ibarettir. Günümüzde bütün tasavvuf hareketleri bilginin kaynağı olarak hikmeti, felsefeyi, keşfi, sezgiyi, ilhamı, aşk ve cezbe’yi temel alıyor. Aziz İslâm ve Aziz Kur’an ya ahlâki rehberlikle sınırlı ya da metafizikle sınırlı olarak değerlendirilebiliyor. Aziz İslâm’ı keşif, ilham, sezgiden ibaret ruhani bir akım gibi takdim etmeye çalışmak, İslâm’a yapılmış en büyük ihanettir. Halklarımız mübarek zatlar, üstadlar, hocaefendiler, şeyhefendiler tarafından din aracılığıyla bütünüyle düşüncesizleştirildikleri, tek yoruma mahkûm edildikleri, taklitle kısıtlandıkları için yeni bir tarih inşa etme mücadelesi veremiyoruz. Bir toplumun din aracılığıyla düşüncesizleştirilmesi kadar büyük bir felaket olamaz. Hayatın bütün boyutlarını kuşatan, şekillendirmesi gereken aziz İslâm’ın, şimdinin dünyasında yalnızca bâtini, manevi bir boyut halinde yaşandığını, yaşatıldığını, İslâm’ın bir geleneğe dönüştürüldüğünü, ancak bir gelenek şeklinde temsil edilebildiğini unutuyoruz. Eylemsiz bir dindarlık, eylemsiz bir manevi, tasavvufi hayat ve ilgi, kişisel tapınma ile sınırlıdır. Ilımlı, hoşgörülü, sağcı, muhafazakâr, milliyetçi bir din algısı meşruiyet kaynağı haline gelmektedir.

Cemaat Diktatörlüğü:Her cemaat mensuplarına, tek aklı, tek metni, tek yorumu, tek ismi dayattığı için kitlelerin ufku, cemaat diktatörlükleri tarafından kapatılmaktadır. Kendilerini izleyenler üzerinde bir şekilde iktidar oluşturan cemaat liderleri, bağımsız ve eleştirel düşünme çabalarına izin vermiyor. Cemaat hareketleri, cemaat çıkarlarını esas aldıkları için kitlelerin algılarına hitap etmek gibi bir kolaycılığı seçiyor. Cemaat, hizmet faaliyetleri, etkinlikleri, bütünüyle propaganda konuşmalarından, propaganda söyleminden ibaret kalıyor. Cemaat liderlerine yönelik kayıtsız şartsız itaatin ciddi bir patoloji olduğu düşünülmüyor. Her hangi bir mezhep, cemaat, âlim, cemaat lideri eleştiriden muaf olamazlar. Hiç kimse bizlerden işbirlikçi akımları, cemaatleri, partileri anlayışla karşılamamızı bekleyemez. Küresel-emperyalist sistemle bütünleşen, uzlaşan, onların önerileri doğrultusunda gündem belirleyen cemaatlere müsamaha edemeyiz.

Tarih Bilinci:Sömürgeci tarih devam ediyor. Tarih, politik bir araç olarak kullanılabiliyor. Tarih, kazananların dünya görüşleri doğrultusunda, kaybedenlerin trajedilerini yansıtmayacak, içermeyecek şekilde yazılıyor. Geçmişi sağlıklı bir biçimde değerlendirebilmek için eleştirel bir tarih yaklaşımına ihtiyacımız var. Tarihe bir arkeoloji nesnesi gibi bakamayız. İslâm’ın, tarihi şekillendirdiği döneme ilişkin başarılarla, başarı öyküleriyle büyülenerek, sürekli bu öyküleri tekrar ederek yaşamak, bizleri bugünün çok ağır gerçekleriyle yüzleşmekten uzaklaştırıyor, olayların, gelişmelerin pasif seyircileri hâline getiriyor.

Ulusçuluk/Milliyetçilik:Farklı bir kültüre, farklı bir dile, tarza saygının olmadığı yerde ancak ırkçı bir histeriden söz edilebilir. İslâm toplumlarına sömürgecilik yoluyla ve zorla dayatılan ulus-devlet sistemi, emperyalist dünyanın toplumlarımıza tahakkümünü devam ettirmesinde ciddi kolaylıklar sağladı. Pan Arabizm, Pan Türkizm gibi milliyetçilikler, İslâmi bilinci, Ümmet bilincini, ufkunu, yaklaşımını korkunç bir biçimde tahrip etti. İslâm toplumlarında temel sapma laik milliyetçiliklerle başladı. İslâm’ın ulus-devlet sınırları içerisine çekilmesiyle birlikte, İslâm, devlet aklı tarafından tanımlandı. İslâm’ın ulus-devlet sınırları içerisine çekilmesiyle birlikte, İslâm’ın ulus-üstü içeriği, vizyonu, misyonu terk edildi. Aziz İslam, ulusötesi bir bilincin adıdır. İslam’ın hiçbir milliyetçilik türüyle uzlaştırılması asla düşünülemez.

Ümmet Bilinci:Müslümanlar arasında, Müslüman toplumlar arasında mezhepçi ve hizipçi mülahazalarla psikolojik bir soğuk savaşın sürdürülmesi, hiçbir gerekçeye dayanılarak meşrulaştırılamaz. Böyle bir savaşa katılan bütün taraflar, sorumsuzca hareket ettikleri, bağnazca hareket ettikleri için Ümmet’in geleceğini yok ediyor. Müslümanlar arasında yaşanan güvensizlik ilişkileri İslâm vicdanını derinden yaralıyor. İslami otorite boşluğu nedeniyle Ümmet bilinci merkeziliğini yitirdi, ulusal çıkar mülahazaları, mezhep çıkarı mülahazaları, Ümmet hassasiyetinin yerine geçti. Ümmet bilinci ve ahlakı adına her türlü kutuplaşmaya meydan okumamız gerekirken bu konuda sorumsuz davranıyoruz. Etnik asabiyet, mezhep, hizip asabiyeti, danışma, dayanışma, kardeşlik ilkelerini imha ediyor. Toplumlarımız bünyesinde, iç savaş kadar yıkıcı, yok edici başka bir şey olamaz. Aziz İslam’ı değil de şu ya da bu mezhebi mutlaklaştırmak, ebedileştirmek kadar büyük bir saçmalık olamaz. Sünni-Şii karşıtlığından, rekabetinden, çatışmasından söz etmek demek, utanç verici, yüz kızartıcı bir şeyden bahsetmek demektir. Ülkemiz İslâm’dır. Ümmete inanmak, ümmetten söz etmek, her durumda birleştirici, bütünleştirici, kuşatıcı, bağdaştırıcı, uzlaştırıcı bir kavramdan söz etmek demektir. Ümmet, bünyesi içerisinde, yer alan bütün renkleri, bütün dilleri, bütün boyutları ve yorumları temel bir inhiraf olmaksızın özgürleştirir, meşrulaştırır. Ümmetin bütün üyeleri mutlak bir eşitlik ilkesine tabidir.

Bilgi Felsefesi:Akademik bilgi, ideolojik ve ırkçı siyasetin hizmetinde etki alanlarını genişletiyor. Sömürgeci iktidar aygıtlarının ürettiği modern, seküler bilgi, kendimizi İslâmi anlamda gerçekleştirmemize izin vermiyor. İçerisine kapatıldığımız bütün kavramsallaştırmalar seküler bilgiye dayalı kavramsallaştırmalardır. Seküler, materyalist, ırkçı bir bilgi sistemine mahkûm edilmek, bu bilgi sistemi doğrultusunda düşünmek, eğitim almak, entelektüel, akademik içerik üretmek, emperyalist ideolojilere hizmet etmekten farksızdır. Bilgi’nin ideolojik, ırkçı, oryantalist amaçlarla biçimlendirildiği dijital zamanlarda daha çok dikkate ihtiyacımız olduğunu unutmamalıyız. Her tür bilgi’nin küresel-emperyal sistem tarafından kontrol edildiğini hatırlamak zorundayız. Günümüz dünyasında bilgi, emperyal siyasetin çıkarlarını onaylayacak şekilde üretiliyor. Modern-seküler zamanlar boyunca bilgi, sömürgeci yayılma ve tahakkümü meşrulaştıracak bir çerçeve içerisinde icat edildi. Maruz bırakıldığımız bilgi bombardımanı sebebiyle, hangi bilginin, hangi amaca, hangi çıkara hizmet etmek üzere üretildiğini anlamakta zorluk çekiyoruz. Bilgi ve enformasyon sermaye tarafından araçsallaştırılıyor. İslam’a, İslamcılığa, devrimci ve direnişçi hareketlere yönelik bilgiler kirletilmiş, çarpıtılmış bilgiler emperyal proje doğrultusunda üretilen bilgilerdir. Objektif bilgiyle resmi bilgiler arasında çok ciddi uçurumlar olduğunu hatırlamamız gerekir.

 

Etiket(ler): , , .Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Bir yanıt yazın