Arap Baharı, Suriye Olayları ve Türkiye

Bursa Elif-Der, 2011 yılı seminerlerinin sonuncusunu 30 Aralık 2011 tarihinde gerçekleştirdi. “Arap Baharı, Suriye Olayları ve Türkiye” konulu seminerin konuşmacısı yakındoguhaber.com sitesi genel yayın koordinatörü Alptekin Dursunoğlu idi. Ortadoğu ve İsrail ilişkileri üzerine yayınlanmış “Stratejik İttifak” ve “Dördüncü Dünya Savaşı ve Ortadoğu” kitapları olan Alptekin Dursunoğlu, son dönemde ulusal medyada Suriye Olayları konusunda yaptığı yorumlarla dikkat çekmişti. Seminerde Arap Baharı ve Suriye Olayları ekseninde siyasal analiz yönteminin temelleri üzerinde yoğunlaşan Alptekin Dursunoğlu’nun semineri Bursalılar tarafından yoğun bir ilgi ile karşılandı.

Alptekin Dursunoğlu, seminerine genelde Arap Baharı özelde Suriye olayları üzerinde yapılan eksik siyasal analizlerin akla değil duygulara hitap ettiğini, kitlesel olarak kamplaşmaya yol açtığını ifade etti. Bu noktada siyasal analizin temel basamaklarını ifade eden Dursunoğlu, siyasal analizin birinci aşamada nesnel veri toplama aşamasıyla başladığını, bu aşamanın anlama aşaması olarak isimlendirildiğini ifade etti. İkinci aşamada anlaşılan olgunun çeşitli parametrelerle yorumlanmasına dayalı açıklama aşamasının olduğu ifade edildi. Son aşamada ise anlaşılan ve açıklanan olgu üzerinden propagandanın yapıldığı yönlendirme aşamasının geldiği vurgulandı. Dursunoğlu, Türkiye’de son dönemde Arap Baharı ve Suriye Olayları üzerinde yapılan siyasi analizlerin ilk iki aşamadan yoksun bir şekilde yapıldığını ya da bu iki aşamanın çok zayıf bırakıldığını ifade etti. Dolayısıyla nesnel verilerin azlığı, yanlılığı ile değerlendirme kullanılacak parametrelerin sınırlılığının siyasal analizleri bir kısır döngüye sürüklediğini belirtti.

Alptekin Dursunoğlu, seminerin önemli bir kısmını Arap Baharı ve Suriye Olaylarını uygulamalı bir siyasal analiz yapmaya ayırdı. Ancak bu siyasal analize geçmeden önce Alptekin Dursunoğlu, Arap Baharı tanımlamasını mercek altına alıp, bu tanımlamanın kendi içinde bir yönlendirme barındırdığından bahsetti. “Bu tanımlamanın ilk bölümünde nesnel bir veri sunulurken, ikinci bölümünde ise, subjektif bir yorumlamada bulunulmaktadır” dedi. İkinci bölümde verilen bahar kavramının henüz sonuçlanmamış üç ülkedeki isyanları da içine alan olumlu bir sonuç duygusunu oluşturduğunu ve yönlendirme barındırdığını belirtti. Dursunoğlu, seminerinin bundan sonraki kısmında batı kavramsallaştırması olarak belirttiği bu tanımlama yerine “Arap İsyanları” kavramını kullandı.

Bu noktada dinleyicilerin de katılımıyla Arap İsyanlarını açıklayabilecek dört ana parametre belirlendi. Bunlar; siyasal yönetim biçimleri, ülkelerin uluslararası sistemdeki yeri/konumu, isyancıların/ devrimcilerin siyasi yapıları ve isyancıların/devrimcilerin uluslar arası sistemlerle ilişkileriydi. Dursunoğlu, Arap İsyanlarının bu parametrelerden sadece ilkinde benzer bir yapı arzettiğini, diğer tüm parametrelerde ülkelerin birbirlerinden farklılıklar arz ettiklerini bir parametrede benzeşen iki ülkenin bir diğer parametrede farklılaştığını ifade etti. Bu noktadan hareketle farklı ülkelerdeki isyan hareketlerinin tek bir parametre ile açıklanamayacağını, o ülkenin kendi özgül şartlarının değerlendirmeleri etkileyeceğini vurguladı. Ancak Arap İsyanları değerlendirilirken bu parametrelerden yalnızca ilkinin kullanılması gibi bir yanlışın olduğunu vurgulayan Dursunoğlu, yalnızca bu parametreye bakıldığında bütün ülkelerdeki yapının ülkelerin siyasal isimlendirmesi değişse de (emirlik, arap cumhuriyeti vs.) çoğulcu bir yapı olmadığının görüldüğünü ifade etti. Ancak Arap İsyanlarının ve Suriye Olaylarının doğru tahlili için diğer parametrelere bakmak gerektiğinin altını çizdi.

Bu parametrelerden ikincisine bakıldığında, Libya ve Suriye’nin diğer Arap ülkelerinden ayrıldığını, Libya ve Suriye dışında isyan yaşanan ülkelerin uluslararası sistemde ABD’ye yakın bir konum aldığını görebileceğimiz ifade edildi. Hatta Libya’nın bile 2005 yılından bu yana ABD ile olan ilişkilerini düzelttiğini ve diğer grubun tarafında zikredilebileceği ifade edildi. Bu açıdan bakıldığında Suriye’nin içerisinde isyan yaşanan ülkelere göre uluslar arası siyasi sistemde kendini ABD ve İsrail karşıtı olarak konumlandırdığını ifade etti. ABD’ye olan bu mesafesinin Suriye’yi son otuz yıl içerisinde İran’a yaklaştırdığı vurgulandı.

Üçüncü parametre olarak ele alınan isyancıların ideolojik ve siyasal yapılarına bakıldığında ise, Libya ve Bahreyn haricinde diğer ülkelerdeki isyancıların oldukça heterojen bir yapıya sahip olduklarının görüldüğü ifade edildi. Libya isyancı liderlerinin tamamının Kaddafi’nin eski yöneticilerinden oluştuğunu ve Libya’daki isyanın daha çok bir askeri darbeye benzetilebileceğini vurgulanırken, bu noktada Bahreyn’in çok farklı bir noktada durduğu, tek bir liderlik çatısı altında birleştiği, bu liderliğin istediği takdirde kitleleri sokağa dökerken, istediğinde sokaktan çekebildiği ifade edildi. Bu yönüyle Bahreyn isyancılarının belirli bir hedefe doğru ortak hareket edebilen tek isyancı kitle olarak nitelendirilebileceğinden bahsedildi. Üçüncü parametrenin gösterdiği üzere Arap İsyanlarının yaşandığı Bahreyn dışındaki ülkeler olan Tunus, Mısır, Yemen, Libya ve Suriye’de isyancıların ortak bir talep üzerinde birleşemediklerinden bahsedildi. Bu noktada Alptekin Dursunoğlu, Suriye örnekliği üzerine yoğunlaşarak “Suriye isyancılarının bir bölümünü teşkil eden Ulusal Konsey dış müdahaleye açık bir tavır sergilerken, Heysem Menna gibi Suriye sokaklarına daha fazla hakim olan bir başka lider dış müdahaleye karşı olduğunu net bir şekilde ifade ediyor” dedi.

Dördüncü parametre olan ülkelerin uluslar arası sistemlerle devrimciler/isyancılar arasındaki ilişkilere bakıldığında yine farklı bir görüntü ortaya çıkmaktaydı. Bunlardan ilki Libya isyancılarının durumuydu ki burada Libya isyancıları bir halk tabanına hitap etmedikleri için tamamen dış müdahale desteği ile Libya Kaddafi yönetimi, devrilmek istenmişti. ABD ve Batı Tunus ve Mısır’da kontrol edemedikleri, kendilerinden bağımsız başlayan isyan hareketlerini Libya ile kontrol altına almış olacaklardı. Bununla birlikte, Bahreyn’de sadece meşruti monarşi isteyen el-vifak hareketinin taleplerine karşı, Suudi Arabistan destekli olarak bastırılmaya çalışıldığını görüldü. Suriye’de ise Libya’dakine benzer bir model uygulanmaya çalışıldı. Suriye ulusal Konseyi Katar-ABD ve Ankara ekseninde oluşturuldu.

Bu dört parametre birlikte ele alındığında Arap İsyanları başlığı altında ele aldığımız altı ülkenin de ayrı ele alınması gerektiğini ifade eden Alptekin Dursunoğlu, sadece siyasal yönetimlerinin hepsinde despotik bir yapıya sahip olmasından dolayı tüm isyanların aynı gözle görülemeyeceğini belirtti. Bu noktada ülkelerin uluslar arası sistemdeki konumunu, isyancıların ideolojik yapılarını ve uluslar arası bağlantılarını dikkate alarak yapılan bir değerlendirmeyle Suriye ya da bir başka bölgedeki isyanı doğru görmemenin de Baasçılıkla, Hizbullahçı olmakla, İran’ı savunmakla değerlendirilmesinin de yanlışlığına vurgu yaptı. Türkiye’deki siyasal analizlerin işte bu noktada tek bir parametrenin ürünü olduğunu ifade eden Dursunoğlu, değerlendirmelerimizin farklı parametreler ele alınarak yapıldığında daha doğru sonuçlara ulaşabileceğimizi savundu.

Seminerinin bundan sonraki kısmında izleyicilerden gelen sorulara cevaplar veren Dursunoğlu, Türkiye’nin İsrail’le olan ilişkilerinin sorulduğu bir soruya, Türk-İsrail ilişkilerini açıklamak için ticaret hacmi üzerinden bir değerlendirme yaptı. Bu değerlendirmesinde Dursunoğlu, İsrail’le olan ticari hacmin 2002’de yıllık 1,5 milyar dolar seviyelerinde iken bu hacmin bugünlerde 4 milyar dolara yaklaştığını ifade etti. Bu noktada Dursunoğlu, İsrail’le giderek gerginleşen diplomatik dilin aksine ticari ilişkiler başta olmak üzere tüm ilişkilerin geliştirilerek devam ettiğini ifade etti. Ankara’nın İsrail karşıtı söylemleriyle Arap sokaklarını hedef alırken, İsrail’le fiili ilişkilerini hiç aksatmadığını ifade etti. Askeri ticaretle ilgili anlaşmaların durdurulmasının bir anlam ifade etmediğini çünkü F-16’lar dahil olmak üzere ordudaki pek çok modernizasyon anlaşmalarının bu tarihten öncesinde bitirilmiş olduğunu ifade ederek hükümetin bu noktada bir göz boyama hamlesi yaptığını savundu. Bu noktada Ankara’nın “Kamu Diplomasisi”yle “Reel Diplomasi”yi birbirinden ayırdığını Kamuya yönelik söylemin kitleler nezdinde sempati kazanması karşılığında İsrail’le yürütülen “Reel Diplomasi”nin ilişkilere hiçbir zarar vermeyecek şekilde yürütüldüğünü vurguladı.

Dursunoğlu, Bir başka soru üzerine Körfez ülkelerine dayanan sermayenin, Türkiye’nin Suriye politikalarını değişmesinde önemli bir etkiye sahip olduğunun çeşitli siyasal analizlerde yer aldığını da ifade etti. Türkiye’nin Suriye olayları bu hale gelmemişken, İran ile birlikte hareket ettiğinde Beşşar Esad’ı rahatlıkla reform hareketleri için ikna edebilecek durumda olduğunu ifade eden Dursunoğlu, Türkiye’nin mevcut konumunun avantajını kullanamadığını ve isyancıları desteklemeyi tercih ettiğini, belirtti. Bu durumunda Suriye yönetimi ile Ankara’nın arasını tamiri zor bir biçimde bozduğunu belirtti.

Bursa Elif-Der

Etiket(ler): , , , , , , , , .Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Bir yanıt yazın