Akkuyu’ya gidip görmek nasip olmadı. Birkaç fotoğrafından ve hakkında yazılanlardan bildiğimiz kadarıyla sırtını yeşilliklere vermiş güzel bir koy… Adını da beyaz toprakla örtülü arazide köylünğn açtığı su kuyusundan alıyor. Akkuyu’yu doğal bir akvaryum gibi niteleyenler de var. Koy içinde envai çeşit deniz canlısı barınıyormuş. Dahası, yakınlarda bir ada da soyu hızla tükenen bir fok türünün yuvası durumundaymış, yine el değmemiş kumsalında deniz kaplumbağası carettalar yumurtluyormuş. Tüm bunları niye anlatıyorum?
Gündemi takip ettiyseniz, böylesi bir nimete nankörlük edilmek üzere. Tüm kainatın kendisine servis edildiğini zanneden modernleşmeci/kalkınmacı zihniyet, oraya koca bir nükleer santral dikerek “böyyük devlet” olma aşkına bu güzelim koyun canına okuyacak. Şayet Başbakan Erdoğan nükleer santral ile mutfak tüpünü aynı kefeye koymaktan bir an önce vazgeçmezse -ki geçecek gibi görünmüyor, HES’lerden sonra karşımıza bir de nükleer santral belası çıkmış olacak.
Tasfiye Dergisi olarak daha önce hayatın gündemlerine kayıtsız kalan, içinde sahici insani sorunlar bulunmayan ve en önemli meselelerin dahi yanından ıslık çalarak geçen edebiyat anlayışını kendisine seçtiği konulardan ötürü “çiçek-böcek edebiyatı” şeklinde eleştirmiştik.
Lakin şimdi, Enes Malikoğlu’nun haklı teklifiyle, başka bir “çiçek-böcek edebiyatı”nın mümkün olabileceğini göstermenin de gerektiğine inanıyorum.
Hırsları yüzünden doğayı ifsad edenlere karşı yaratılışımız itibariyle aynı haklara sahip olduğumuz doğanın yanındayız.
Çiçeklerimizi, böceklerimizi, kuşlarımızı, toprağımızı ve suyumuzu insafsızca tüketenlere karşıyız.