TOKAD (Toplumsal Dayanışma Kültür Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği) seminerleri, Muhammed Ammara‘nın “Mutezile ve İnsanın Özgürlüğü Sorunu” kitabını Hacer Gültaş‘ın tahlil etmesiyle devam etti.
İlk olarak özgürlük ve serbestlik düşüncesinin İslam Dünyasında ortaya çıkışı, Arap literatüründe özgürlük mevzusunda öne çıkan cebir/zorlama, ihtiyar/serbestlik kavramlarının tanımına değinen Gültaş, sunumuna ilk kuşak müslümanlar arasında özgürlük konusunda öne çıkan fırkaları tanıtarak devam etti.
Hacer Gültaş, “Cebriye ekolüne göre ameller Allah tarafından yaratılıyor, insanın iradesi ve özgürlüğü bu konuda etkin olmuyor ve insan bu fiillerin sadece faili olarak konumlandırılıyor.” diyerek Cebriye’nin alt kolu olan Mürcie’nin sosyal hayattaki tüm haksızlıkları din gününe (kıyamet) havale eden ertelemeci anlayışının ve Cebriye ile aynı paralellikteki görüşleri benimseyen Kaderiye’nin her türlü kötülüğü Allah’ın kaza ve kaderiyle açıklayan kaderci anlayışın toplumsal hayatta yarattığı tahribatın Emevi iktidarının statükocu anlayışına ve egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eden bir düşünce biçimine dönüştüğünü vurguladı.
Daha sonra Mutezile’nin özgürlük ve serbestlik konusundaki görüşünü aktaran Gültaş, “Mutezile’ye göre insan serbest iradeye sahiptir, fiilleri kendi kastı ve dürtüleriyle işler, bu fiillerin gerçek sahipleri insanların kendileridir, olumlu ya da olumsuz eylemlerin Allah ‘a isnad edilmesini reddederler.” dedi ve Cebriye’ye anti-tez olarak Mutezile’nin Adalet, Tevhid , Vaad ve Vaid , el-Menziletü beynelmenzileteyn (iki durak arasındaki durak) , İyiliği emredip kötülüğü yasaklama (Emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i anil münker) ilkeleriyle alakalı açıklamada bulundu.
Konuşmacı Hacer Gültaş, Mutezile’nin Haşr suresi 7. ayetini (Öyle ki mallar sizden zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir meta olmasın.) referans alarak sosyal adalet vurgusu yaptığını, gasp edilen malların uzantılarının torunlarına geçmiş dahi olsa geri alınması gerektiğini belirterek “Zalim yöneticiyi Firavun olarak adlandıran Mutezile zaafa düşmüş imamın (halifenin ) azledilmesini ümmetin özgürlüğü ve serbestliği olarak görmüş, seçim, şura ve biatı halifelik için tek yol saymıştır. Vasiyet yoluyla Halife tayin edilmesini sağlıklı bulmamış, halifeliğin herhangi bir kabileye ya da ırka ait bir kurum olmadığını savunarak etnik ve saltanatçı akımlara karşı evrensel ve şûracı bir tavır izlemiştir. Halifenin göklerle diyaloğu mümkün olmadığı gibi halifelik Ruhani değil beşeri, siyasal ve sosyal bir kurumdur. Halifenin Allah tarafından atandığını kabul etmemekle birlikte halifenin eylemlerinin Allah tarafından yaratıldığı, bu yüzden ”masum ” olduğu teorisini de şiddetle reddetmişlerdir.” dedi.
Mutezile’nin insanın özgürlüğü ve serbestliğiyle alakalı teorik bilgileri toplumsal sorunlarla, istibdat olarak nitelendirdiği baskıcı rejimle ilişkilendirerek siyasal bir mücadeleye giriştiğini, kimi zaman da fiili direnişe geçen devrimci bir hareket olduğunu ifade eden Gültaş, Cebriye’nin ise halifeyi Allah adına yeryüzünde tasarrufta bulunan kişi, “zillullah” yani Allah’ın yeryüzündeki gölgesiymiş gibi bu kurumu yücelttiğini; halifenin fiillerinin Allah tarafından yaratıldığını, bu yüzden halifenin masum olduğu teorisini benimsediğini söyledi.
Gültaş, bugünkü egemen din anlayışının temellerini atan bu akımla ilgili olarak “İster iyi ister günahkâr olsun halifeye itaat etmenin zorunluluk olduğunu, halifeye iyilik duasında bulunulmasını, yönetimle yardımlaşmak gerektiğini, isyan bayrağının açılmasının fitneye yol açacağını, isyan ve savaş durumlarında taraf olunmaması gerektiğini dini bir gereklilikmiş gibi topluma afyon olarak sunmuştur. Sonuç olarak Cebriye halkı pasifize eden, Emevi statükosunu ve egemen sınıfın çıkarlarını besleyen bir anlayışı topluma empoze etmiştir.” diyerek konuşmasını tamamladı.
Haber: Sedanur Tokel
katkıda bulunmak adına şunları söylemenin adaletli olacağını düşünüyorum… mu’tezile isim olarak bugün bulunmasa da en az cebriyye kadar içimizde bulunan bir oluşum… mu’tezilenin usul-i hamse’si vasıl b. ata tarafından ilk zamanda oluşturulmadığı gibi zamanın siyasi, ilmi münakaşalarına paralel olarak zamanla teşekkül etmiştir… yani her alim, her fikir, her fırka zamanının ürünüdür… bunların tamamı ise dinin kaynağı değil taşıyıcılarıdır…mu’tezile islam fikir tarihine adını bence altın harflerle yazdırmıştır… çünkü sahih bir oluşumdur… bir kaç fikri (halkul kuran, nefyi ruyet, sıfatlar gibi) tartışılmış, tevhide zarar verecek açık şirk olan bir fikir serdetmemiştir….
gel gelelim…mihne sürecine… abbasi halifesi harun reşid zamanına kadar siyasi muhalefette olup kendileri zenci ilan edilen mu’tezili alimler maalesef Me’mun, mu’tasım, vasık zamanında iktadara geldiklerinde kendilerine yapılanın aynısını kendileri gibi düşünmeyenler için yapmaya başlamışlardır… halkul kuran denilen hz peygamberin sahabenin tartışmadığı sözüm ona itikadi meseleyi bütün fikirlerinde farklıymış sanılan kaderiyye gibi savunup saraylarda başta ahmed b. hanbel (hanbeli mezhebi) olmak üzere birçok alimi zorla sorgulayıp fikirlerini kabul ettirmeye çalışmışlar ahmed b. hanbel kendilerine itaat etmeyince bu ve bunun gibileri zindanlarda işkenceye tabi tutmuşlardır…
mütekellim döneminde durum tersine dönmüştür… ve mu’tezile aslında fikirlerinden dolayı değil bu zulümden dolayı halkın ve alimlerin gözünde öcüye dönüşmüştür…
o dönem oluşumlarından olan ehli hadis taraftarları da mu’tezile için de durum aynıdır. devletin bekası için iktidara getirilmişler ve devletin bekası için iktidardan uzaklaştırılmışlardır… maalesef bir ebu hanife, bir nefsüzzekiyye olamamışlardır…