Arap Baharı üç ülkede belli bir mecraya doğru ilerleyecek gibi görünüyor. Tunus, Libya ve Mısır seçim sürecine girerek ‘postdiktatörlük dönemi’ni şekillendirecek adımlar atıyor. Suriye, Yemen de ise belirsizlik devam ederken gittikçe daha çok kan akmaya başladı. ‘Apolitk devrimler’ olarak nitelendirdiğim süreç siyasal modellerini ortaya koymaya başladıkça bu tanımlama daha da anlamlı hale geldiğini düşünüyorum.
Tunus’ta seçimlerin yapılması ülkede belirsizliği kısmen giderdiği gibi bizzat seçimin gerçekleşmiş olması bile geri dönüş endişesini duyan halkı rahatlattı. Yakında seçimlere gidilecek olan Mısır’da, komik denilecek düzeyde kalan referandumdaki katılım oranını bu kez halk aşacak mı? Libya ise özgürlük getiren batılıların yerle bir ettiği, öldürülen sivillerin çetelesini kimsenin sormayı bile akıl etmediği bir savaştan sonra yeni bir sürece girmiş bulunuyor.
Bu noktada temel soru iktidara gelen ya da gelmesi muhtemel siyasi aktörler arasında en güçlüleri olan ‘İslamcıların iktidarla imtihanı’nın nasıl sonuçlanacağıdır. Hemen belirtmek gerekir ki, Türkiye deneyiminde olduğu gibi muhafazakar siyasetle İslamcı siyasetin birbirinden ayrılması gerekir. Türkiye modeli olarak AKP muhafazakarlığının İslamcı olarak takdim edilmesini özellikle batılıların teşvik etmesi bu ülkelerde yeni şekillenecek siyasi yapıların bir tür denetim altına alınmasının garantisi olarak görülmektedir. Oysa Ak Parti kendi içinde ” tutarlı” olarak hiçbir zaman İslamcı olarak kendini tanımlamadı. Mensuplarının dini inançlarına bakarak “İslamcı parti” yakıştırması bu partinin zımmen hoşuna gittiği gibi batılıların bilinçli olarak kullandıkları bir formülasyon olmaktadır. Burada ayrıt edilmesi gereken en temel husus kişilerin bireysel hayatlarındaki dini tutumları ile uyguladıkları siyasetleri arasındaki örtüşümdür.
Arap devrimlerinin geleceğini şekillendirecek birkaç ana eksen dikkate alınmadan yapılacak çözümlemeler kavram kargaşasına neden olacağı gibi olup biteni anlamlandırmayı engelleyecek önemdedir. Öncelikle şunu belirtmek gerekir; bu devrimler en azından sonuçları itibariyle bu ülkelerin iç sorunu olmaktan çıkmıştır. Dolayısıyla küresel sistemin etkili güç merkezleri bölgede istedikleri gibi oynatamasalar da bu merkezlerden tümüyle bağımsız bir siyasal yapılanma mümkün görünmemektedir. Dünya sistemini ekonomik ve stratejik olarak ne yöne evrildiği göz önüne alınmadan bu oluşumların mahiyeti anlaşılamaz.
Bu bağlamda Amerika’nın tek başına bölgeyi eski tarzda denetim altına alma kapasitesi gittikçe kaybolmaktadır. Bunun yerine beraber çalışacağı, görece hareket serbestisi olan ama stratejik çıkarlarına karşı çıkmayan yeni bölgesel yapılanma istemektedir.
Amerika ve Avrupa ‘nın çıkarlarına hem paralel hem de daha bağımsız özellik kazanan küresel kapitalizm bölgeyi dönüştürerek sisteme dahil etmek istemekte4dir. Yani hayata bakışı, günlük alışkanlıkları, ekonomik potansiyeli ile kapitalist tüketim modeline uygun siyasa ve toplum modeli oluşturulmak istenmektedir. Bu konu İslam dünyasının modern dünya ve kapitalizmle olan medeniyet düzleminde ele alınması gereken temel bir sorundur ve bunu konuşmadan, bu yönde çözümle üretmeden yapılacak her anlamlandırma çabası zaman kaybı olacaktır. Arap ve genelde İslam Âlemi’nin sisteme müşteri haline getirilmesi istenmekte, bu müşterinin dini inancı artık sorgulanmamaktadır.
İç dinamiklere gelince, bu bölgede her türlü toplumsal ve siyasal dönüşüm çerçevesi bir şekilde İslam’ı referans almak zorundadır. Dolayısıyla kimlik ve anlamlandırma çerçevesi olarak İslam meşruiyet kaynağıdır. Bu nedenle İslamcı siyasetçilerin öne çıkması kadar anlaşılabilir bir durum olamaz. Sorun İslami hareketlerin yeni dönemde ne türden bir siyaset izleyerek güçlerini koruyabilecekleridir.
Küresel etkiler ve iç dinamikler arası dengeye oynayan Tunus örneğinde ki eski İslamcı yeni muhafazakarlar ( bu konuda akıl kamaşması için en iyi örnek Tarık Ramazan’ın İslamcı ile muhafazakarı aynı anlamda kullanması gösterilebilir) toplumsal meşruiyeti kaybetmeden küresel meşruiyeti sağlayarak iktidar olma denemesi yapmaktadırlar Oysa küresel sistemin temel talepleri ile İslam/cılığ/ın temel talepleri arasında uzlaşma imkanı olmayan en önemli konu küresel ekonomik sisteme entegre olup olmamaktır. Bunun en önemli kriteri de faizin durumudur.
Küresel kapitalizmin temel işleyişine karşı çıkmayacak, batının stratejik dengeleri içinde de kalacak bir İslami yönetime ne Amerika ne de Avrupa’nın itirazı olmayacaktır. Yeni dönemde ‘kültürel İslam’ icat edilerek kapitalizme entegre olmuş bir din ve müşteri haline getirilmiş bir toplum modeli öngörülmektedir.