David Crononberg korkuya yakın bir türle başlayıp daha sonra insanın içindeki gizli duyguları, saplantıları, korkuları filmlerine taşımış bir yönetmen. Sıkı takipçileri var. David Lynch ile isim benzerliğinden öte bence biraz tür benzerliği de var aralarında. İkisi de modern dünyanın kurbanı olmuş bireyleri bazen şiddetin ve sapıklığın dozunu artırarak filmlerine taşıyorlar. Bu onların kendilerince modern dünyaya karşı çıkış biçimlerini filmlerine taşıma şekli. Filmleri bu anlamda gişe sinemasından farklı bir yerde dursa da alternatif bir dünya işaret etme kaygıları olmadığından bana göre filmleri pek anlaşılmıyor. Yine gişe kaygısıyla tüketiliyor ve anlatmak istediklerini seyircinin çözmesi pek mümkün olmuyor.
Cosmopolis filmi Crononberg filmlerinin sonuncusu.Biraz daha farklı bir yerde duruyor. Bir limuzinin içinde genç bir milyarderin 24 saat içinde değişen hayatını, korkularını, çelişkilerini anlatırken, bir kapitalizm çözümlemesi yapmak istiyor. Ve felsefi bir film. Uzun diyaloglar filmin izlenmesini zorlaştırıyor. bir başka önemli hata Robert Pattison’un filmde başrolde oynaması. Alacakaranlık serisinin ünlü yıldızı ve yeni yetme gençlerin idolü Robert Pattison sanırım filmi izletmek için ayarlanmış bir reklam malzemesi gibi. Filmin afişlerinde de öne çıkarılmış.
Sadece onu ekranda görmek için filme giden ergenler bu filmi anlamak bir yana dursun, büyük bir hayal kırıklığı içinde ilk 10 dk da bu filmi terkeder. Filmin içindeki uzun diyalogları bir yana koysak bile görsellik çok şey anlatıyor. Bu film kapitalist işleyişi ve zengin soytarıların içinde bulunduğu çıkmazı bence güzel yansıtmış. Sıkıntılı sahneler olsa da bence Cosmopolis gerçekten güzel kotarılmış bir film. Bazı diyalogları bir kaç kez seyretmek istiyorsunuz.
“Dünyanın üzerine çöken bir hayalet var. Bu hayalet Kapitalizmdir.”