On iki yaşın tüm masumiyetini, savunmasızlığını yaşayan küçücük bir kız. Yüreğindeki meleği büyütürken, içlerindeki hayvanın dizginlerini koparanların kurbanı oluyor. Defalarca tecavüze uğruyor. Mardin’de… Yıl 2003. Sonra dava süreci başlıyor. Aralarında kaymakamlığın yazı işleri müdürü ya da il jandarmada görevli yüzbaşı gibi, birçok kamu görevlisinin de bulunduğu 33 sanık, yedi yıl boyunca tutuksuz yargılanıyor.
Koskoca yedi yıl! Bir çocuk ömrü için işkence gibi geçen zaman… Ölmek istiyor. Suçlular, hayatlarına kaldığı yerden arsızca devam edebilirken; masum N.Ç. acısını hayatı boyunca çekeceği yaraların belki bir nebze sarılacağı ümidiyle davanın sonucunu bekliyor, bekliyor, bekliyor…
“Geç gelen adalet, adalet değildir” denir ama bu utanç davasında geç gelen adalet de olmuyor! N.Ç., sanıkların serbest kalması karşısında hayata tutunduğu halkanın da elinde kaldığını hissediyor. 12 yaşında acısıyla ömür boyunca boğuşmak zorunda kalacağı bir saldırıya defalarca maruz kalan masum bir kızın geleceğine adaletsizlik hükmünü sımsıkı vuruyor. Çünkü kararı hafifleten karar sahipleri, o vahşeti “gönüllü ilişki” kılıfına sokabiliyor!
Adalet?
Vicdan?
İnsaf!
Ve bu utanç davası vesilesiyle bir kez daha müşahede ediyoruz ki; Doğu’da hukuk hâlâ başka işliyor. Batı’da verilse ortalığı ayağa kaldıracak dehşet verici bu karar yine büyük bir sessizlikle karşılanıyor. Ve bu vahşi suçun günahına sessizliğin utancı da ekleniyor…
Şahitliğimiz giderek dilini kaybederken, yeni bir dil mi?
Eskisi susuyor işte, yenisinin söyleyeceği ne ola?
Sahi, hiçbir şeye geç kalmamıştık değil mi?
İsterseniz bunu gidin, N.Ç.’ye anlatın.
Benim yüzüm yok ve bunun için çok üzgünüm…
Neye yarıyorsa bu üzgünlüklerimiz artık!
Bu zalim düzen her gün görülecek bir hesap bırakıyor bize…Hınçla bilenmek, çelikleşmiş demirimize göz yaşlarımıza su vermek bıktırdı..Lanet zalimlerin üzerine olsun…
göz göre göre harcanmış bir hayat ve duyurulamayan çığlıklar… lanet zalimlerin üzerine olsun.