Cumartesi, Türkiye için eylem günü. Hakkın, adaletin, özgürlüğün, hukukun ve umudun peşinde bir direniş günü. Farklı sebeplerden farklı gruplar meydanlardan ses veriyor. Örneğin Türkiye Başörtüsü Platformları bileşenleri eylemlerini cumartesi günleri gerçekleştiriyor. Sakarya Adalet Girişimi tarafından sürdürülen eylemler 276. haftasında. Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu, dün 203. açıklamasını yaptı. Sürecin ilk başladığı yer olan komşumuz Kocaeli’ndeki eylemler ise 297. haftasına ulaştı. Diğer şehirler de direnmeye devam ediyor.
Tabi bu yazıya başlığını veren Bandista’nın şarkısı, başka bir eylemliliğe gönderme yapıyor. Cumartesi Anneleri’nin mücadelesine… Bu hafta 300. kez İstiklal Caddesi’ndeki Galatasaray Lisesi’nin önündeydiler.
Gözaltına alınıp da göz önünden yok edilen oğulları, kızları, kardeşleri, eşleri, anne babaları ya da yakınları için bir kez daha ellerinde karanfillerle ve sevdiklerinden kalan bir fotoğrafla aynı yerde oturdular. Sağ alınıp da sağ bırakılmayanların yakınları olarak sevdiklerine ne yapıldığını soruyor, sorumluların yargılanmasını istiyorlar.
Her birinin farklı bir hikâyesi var, “Cumartesi Anneleri” olarak ise ortak bir hikâyeleri… Arjantin’deki Plaza de Mayo Anneleri’ne benzetiliyor çabaları. Onlar da darbe döneminde gözaltına alınan ve evlerine bir daha geri dönmeyen, çoğu işkenceyle öldürülen çocukları için Plaza da Mayo meydanında her cumartesi günü beyaz örtüleriyle yürüdüler, hem de on yıllarca…
Demek ki militarist zihniyet her yerde aynı işliyor. Muhalif bilinç de öyle…
Türkiye’deki Cumartesi Anneleri ise 1995’ten beri beyaz örtüleriyle sessizce anlatıyorlar öykülerini. Bu süreçte daha çok duyulmak için Ankara’ya yürüdüler, gözaltına alındılar, yasaklandılar, önleri kesilmek istendi… Yılmadılar, ısrarla her cumartesi saat 12.00’da geldiler lisenin önüne ve sessizce oturmaya devam ettiler.
170 haftadan sonra 30 hafta boyunca meydana oturmaları yasaklandı. Her hafta sürekli şiddet gördüler, gözaltına alındılar; tıpkı akıbetini sordukları yakınları gibi… 200. haftadan sonra ara vermek zorunda kaldılar oturmalarına. Ama acıları da arayışları da bitmedi.
Ve 31 Ocak 2009’da yeniden Galatasaray alanında sessizce oturmaya başladılar. Aradan geçen zaman zarfında, Ergenekon davası başlamıştı. Bazı asit kuyularından cesetler çıkmış, itirafçıların açıklamaları kamuoyuna yansımıştı. Ama ne hikmetse insanları nasıl kaybettiklerini itiraf edenler hakkında, bu suçtan dolayı soruşturma açılıp, yargılama yapılmıyordu.
Yetkililer onları adeta görmüyor, işitmiyorlardı.
Aileler, müdahil olmak için dilekçeler verdiler, kabul edilmedi. Onlar da seslerini bir kez daha duyurmak için yeniden cumartesi günleri oturmaya başladılar. Aynı saatte, aynı yerde…
Ellerinde hâlâ dönmemiş ve muhtemelen bir daha asla dönmeyecek yakınlarının fotoğraflarıyla…
Her cumartesi gözlerimize bakıyor ve soruyorlar:
“Onlara ne oldu?”
“Onlara bunları yapanlara ne olacak?”
Önemli sorular bunlar. Cevaplanmayı bekliyorlar… Ama annelerin o sessizce bakan acılı gözlerindeki bu soruları anlamayanlara, bu soruları iki değil iki bin dilde bile anlatsanız yine anlamayacaklardır!
Vicdanları mühürlenmiş bir kere…