Hayreddin Karaman’ın başlattığı tahammül ve hoşgörü tartışmalarında mahallenin iki tavrı oldu. Suskunlukla geçiştirmek ve eleştirmek. Hele Ahmet Kekeç ve Ayşe Böhürler hocaya çok haksızlık yaptı. Sanırım Zaman bu meseleye hiç girmedi. Yalnız kaldı fakih Hayreddin. Tuna Kiremitçi’nin dudak uçuklatan yorumlarına varıncaya kadar bir çok kaktüs vardı.
Çok az olsa da destek mahiyetinde yazılar çıktı. Hoca’yı destekleyenlerden biri de Fatma Barbarosoğlu idi. “Tahammül ile hoşgörü arasında Müslüman kimliği” başlıklı yazısında Son Allah Elçisi Peygambermizin “Kötülüğe el ile, dil ile olmadı kalb ile karşı koyun. Kalb ile buğz etmek imanın zayıflığındadır” hadisini 1920’de vefat etmiş olan Ahmet Amiş Efendi üzerinden “çok kültürlü bir toplumda nasıl uygulayacağımızı izah ediyor” du.
Ardından şynları belirtiyordu: “ Yukarıda bahsi geçen Hadis-i şerif konusunda zaman zaman hepimizin kafası karışmıştır. Acaba el ile dil ile engelleyebilecek miydim, sükutum imanımın zayıflığına mı delalet ediyor diye düşünmüşüzdür.
Bakınız merhum Ahmet Amiş Efendi konu ile ilgile ne buyuruyor: Kötülüğü el ile, dil ile kalp ile menet. El ile men askerlerin (ki asker yerine belki emniyet güçleri demek daha doğru olacak),dil ile men ulemanın, kalp ile men evliyanın vazifesidir.”
Yazının son kısımlarında da önemli hususlar olmakla birlikte ben esas olarak dil ve kalp ile men meselesine takıldım. Meseleyi statü dini gibi bir yaklaşmla ortaya koymanın yanlışlığı gibi gördüm aktarılan bu ifadeleri. Kriz zamanlarının yorumu zaten bu. Evliya ve alim tanımı bu kavramlara sonradan yüklenen anlamları barındırıyor. Şimdi veli/velayetle ilgili ayetleri böyle mi algılayacağız? Öte yandan evliyanın imanı zayıf diye bir çıkarım da yapılabilir mi? İbrahim Sarmış hoca okudu mu acaba bunu? Bu sırrı faş eylemek gibi olmuş. Ulema orta karar iman sahibi. E ne de olsa devletle halk arasında işi zor. Esas askerse buradan nerelere varılır düşünmek bile istemiyorum doğrusu. Şaka bir yana bu meselede camia sınıfta kaldı. Ahmet Hakan da mahallenin refleksleri üzerinden çelişkilerine topyekun savaş maharetiyle attı durdu. Herkes korumsızdı çünkü. En nihayetinde örümcek evi gibi birşey liberal dünyanın kavramlarına sığınmak için gidilen saçakaltları.
Hele mesele çokkültürlülük üzerinden tartışılınca doğrusu bana Ahmet Amiş Efendi çok uzak bir örnek geldi. Oysa bu konuda Tarık Ramazan daha iyi ve tartışılabilir bir örnek gibi duruyor.
Başka zamanlarda rahatlıkla onu eleştiren çoğu köşe yazarı Tarık Ramazan’ın bile çok gerisinde kaldı. Günün meselelerine şu ya da bu ölçüde değinen yaklaşımları var. O nedenle Batıda şeytana benzetiyor bazıları onu. Bizdeki orta sınıf faşist köşe yazarları gibi.
Ahmet Amiş Efendi örneği topu taca atmak gibi biraz. Konuyu tartışmak için içtihat eden Tarık Ramazan daha has bir örnek. Diyeceksiniz ki o azınlık. Uzlaşmacı vs.
Ben de derim ki Müslümanlar dünya çapında bir azınlık zaten.
Kendimizi tartmaktan kaçınıyoruz gibi.
benim Hayrettin Karaman’ın yazısından anladığım, Allah’ın hoş görmediği bir eylemi hoş göremeyeceği, hoş biz kullar için tahammül etmekte zor,