Türk Edebiyatı’nda İsmail Kara söyleşisi | Asım Öz

Bilindiği gibi, içinde bulunduğumuz yıl, Âkif’in vefatının 75., İstiklâl Marşı’nın da 90. yılı olduğu için “Mehmed Âkif Yılı” olarak ilan edildi. Bundan dolayı Mehmed Âkif hakkında pek çok etkinlik yapıldı, yapılıyor.

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden İsmail Kara, öğrencisi Fulya İbanoğlu’yla birlikte uzun ve zahmetli çalışma sonunda, 1936 ortalarında hastalanarak yurda dönen Mehmed Âkif hakkında, 1940 yılına kadar basında çıkmış haber, röportaj ve yazıları toplayarak titiz bir şekilde yayına hazırladı. Kara ile, Sessiz Yaşadım: Matbuatta Mehmed Âkif 1936-1940 adıyla Zeytinburnu Belediyesi tarafından ‘muhalled’ bir kitap olarak yayımlanan bu büyük çalışma hakkında Türk Edebiyatı dergisinin Mayıs sayısına bir söyleşi yapılmış. Kara’nın dergide yer alan bir resminin arka planından hareketle, çalışmalarında Nurettin Topçu’yu ön plana çıkarma gayretinin de izi sürülebilir. Zaten kitap da ona ithaf edilmiş. Ama şunu da belirtmek gerekir ilk elde: Nurettin Topçu’nun Âkif algısı ile İsmail Kara’nın Âkif algısı arasında yakınlıklar kadar uzaklıklar da söz konusu. Özellikle hurafe eleştirisi konusunda Topçu’nun Âkif’e yakınlaştığı dikkate alındığında bu uzaklık daha da belirginleşir.

Söyleşinin pek çok önemli yanı var. Farklı ihtisasları ve ilgileri olan birkaç insanın bir araya gelmesi halinde Beşir Ayvazoğlu’nun Yahya Kemal için yaptığına benzer bir Âkif Ansiklopedisi’nin yapılması ve fotoğraflar başta olmak üzere, İstiklâl Marşı malzemesi dâhil  eldeki görsel malzemeyi bir program ve yaklaşım çerçevesinde düzenleyen ve teknik altyazılarla, hatta seçilecek deneme metinlerle zenginleştirilmiş vasıflı bir fotoğraf albümünün hazırlanması zorunluluğuna değinmesi söyleşinin önemli yanlarından biri. Aslında Sessiz Yaşadım kitabının büyük bir projenin parçası olduğunu söyleyen Kara’nın şu cümleleri içinde büyük bir müjdeyi de taşıyor: “Asıl mesele sıhhatli ve mütekâmile yakın bir Âkif monografisi yazabilmek için gerekli her türden malzemenin düzgün ve vasıflı bir şekilde derlenmesidir.”

VASIFLI ZEYL

Sessiz Yaşadım kitabı gazete ve dergiler başta olmak üzere süreli yayınlar üzerinden yapılan bir taramanın sonucunda oluşmuş bir bütün. Basında çıkmış her şey; yazı, haber, röportaj, hatıra, mektup, münakaşa, şiir, kitap tanıtımı, ilan… hepsinin kütüphanelerin elverdiği ölçüde,  kronolojik olarak taranmasıyla oluşturulan çalışma o dönemde kimlerin, hangi çevrelerin Âkif ‘le ilgilendiğini tespit etmek bakımından da önemli. Bunlar içinde bugün için meşhur olmayan, hakkında bilgi bulunmayan epeyce ismi olabildiğince aydınlatıyor.  Hayatları hakkında biyografik bilgiler sunulan isimler önemli. Çünkü   “Bu aynı zamanda Âkif’in o günkü çevresinin, Âkif muhiplerinin, hatta etkilerinin aydınlanması demek.”

Yazıların kronolojik sırasına baktığımızda 2002 yılına kadar geldiği görülüyor. Kara bunun sebebini şöyle açıklıyor: ” Kitabın iki ana bölümü var. Biri “Haberler, Yazılar, Yorumlar”. Kitabın üçte ikisi, aşağı yukarı. Bu bölümdeki irili ufaklı 241 yazı 1936 ilâ 1940 arasında gazete ve dergilerde çıkmış doğrudan Âkif ‘le ilgili haberler, yazılar, röportajlar, tartışmalar. Kronolojik gidiyor. “Ekler” başlığı altındaki ikinci büyük bölüm ise yayın tarihi daha sonraki zamanlarda olmakla beraber  doğrudan 1936-40 yıllarının Âkif’ine ait hatıralar, metinler, şiirler veya onlarla irtibatlı, bir şekilde onları açıklayan, tamamlayan 70 metin ihtiva ediyor.

O da kronolojik… Yani 1930-40 merkezinden sapmıyoruz. Şöyle söyleyeyim; Âkif’in cenazesini kaldıranlardan ve mezarının yapılmasına heyecanla  katılanlardan biri o sırada askerî tıbbiye talebesi  olan Fethi Tevetoğlu. Fakat o günlere dair hatıralarını ancak 1986″da yazıyor. Biz de onları alıyoruz,  o günleri anlattığı için. Bu mânâda 2008 yayın tarihli yazı bile var; bir şiir bu, Âkifin vefatı üzerine yazılmış ama yayın tarihi birkaç sene önce.”

Tabii bu çalışmanın bir benzerini Eşref Edip ve Hasan Basri Çantay da yaşadıkları dönemlerin kısıtlı imkanları ile  yapmıştı. Sessiz Yaşadım’ın bu çalışmalar içindeki yerini ve farkı konusunda da önemli açıklamalar yapıyor İsmail Kara: ” Bizim çalışmamız onlara çok şey borçlu. Fakat o derlemelerin bazı problemleri ve eksikleri var; bir kısmı prensiplerle, bir kısmı da konjonktürle ve imkânlarla alâkalı. Mesela hiç görmedikleri yazılar var, bazen metinlerin tamamını almıyorlar, bazılarını, özellikle menfi olanlarını tamamen atlıyorlar, kaynak ve tarih eksikleri de fazla. Ayrıca sistematik değiller. Sessiz Yaşadım’la bu eksik ve zaafların büyük ölçüde giderildiği söylenebilir. Yine de bizim çalışmamıza eskilerin tabiriyle Eşref Edip ve Hasan Basri Çantay’ın vasıflı bir zeyli denebilir. Zeyl denirse onlar için rahmet, bizim için de şeref olur.

Yakın senelerde Nuran Özlük Hanım daha dar kapsamlı olmak üzere bir çalışma yapmıştı, onu da zikredelim.”

Âkif hakkındaki yazıları toplamanın kuşkusuz belli bir amacı var. Bu amacı şöyle açıklıyor Kara: “Asıl mesele sıhhatli ve mütekâmile yakın bir Akif monografisi yazabilmek için gerekli her türden malzemenin düzgün ve vasıflı bir şekilde derlenmesidir. Ve mümkünse metinlerin, bilgi kırıntılarının birbiriyle irtibatlandırılması, bir diğerini tamamlayacak hâle getirilmesi… Akif hakkında çokça çalışma var, biliyorsunuz ve her türden, ama hayatı, çevresi ve eserlerine dair hâlâ aydınlatılması gereken karanlık noktalar, netleştirilmeyi bekleyen şüpheli yerler var. Çalışmamız bu yolda mütevazı bir adım. Akif çalışmak sadece onunla sınırlı kalmıyor, aynı zamanda bir dönemi edebiyat, fikir ve siyaset açısından çalışmak demek, malum. Basın tarihi yönü de var. Ayrıca bilgi kadar hissiyat tarafı var. Âkif hissiyatı açısından da bu metinler çok yönlü değerlendirme imkânı veriyor.”

GÖLGELER’E SEVİNMELİ MİYİZ?

Hiç şüphesiz eksiksiz bir monografi için Âkif hakkında Mısır’da bulunduğu yıllarda yazılan yazılar da önemli. Yani 1925-1936 yılları arasında yazılan yazıları toplamak da gerekli. 1936 öncesinde matbuatta çıkmış bütün Âkif haber ve yazılarım da vasıflı bir şekilde derlenmesinin  bir zaruret olduğunu belirten Kara Âkif’in Mısır yılları üzerinden ve sınırlı birkaç şiirden hareketle  belli bir Âkif algısını üretmeye çalışması hemen  fark ediliyor. Âkif’in hayatının en az kuşatılabilen dönemi olarak öne çıkan Mısır yıllarında yazdığı bazı şiirlerden hareketle  şiirinden düşünce dünyasına giden bir yargıda bulunuyor. Şöyle diyor: “Mısır’da iken yazdığı şiirleri (..) yeterince değerlendiremiyoruz. Benim rahatlıkla hüküm verebileceğim bir alan değil ama Âkif şiirinin büyük ölçüde son kitabı Gölgeler dışta bırakılarak değerlendirildiğini düşünüyorum. Bu büyük bir zaaf. Hâlbuki orada farklı bir damar, belki Akif’in o güne kadar şuurlu olarak bastırdığı dünyasının mühim bir parçası var, Gölgeler’de bir üst merhaleye çıkıyor. Dücane Cündioğlu’nun Bir Kur’an Şairi kitabı aslında Mısır yıllarına dair belli bir konu etrafında da olsa bütün metinleri titiz bir şekilde gözden geçiren ve çoğunu karşılaştırmalı olarak aktaran iyi bir çalışma. Ben diyorum ki Mısır yıllarını ancak bir sanatkârane metin, belki bir roman, bir belgesel sinema kurgulayıp ortaya koyabilir. Çünkü akademik bir çalışma için yeterli veri yok. Gerçekten Mısır’da büyük bir sessizliğe gömülmüş. Oradan yazdığı ve sayıları hayli kabarık mektuplar büyük bir imkân.” Âkif’in Mısır yılları Âkif algılarının farklılaşmasını göstermesi açısından önemli. Bunu gerek Dücane Cündioğlu’nun Âkif’e Dâir(2005) kitabında gerekse İsmail Kara’nın çeşitli yazı ve söyleşilerinde aynı istikamet doğrultusunda serdedilen yaklaşımlarında ve daha pek çok  isimde  görmek mümkün. Farklı metinlerde ana tema olarak öne çıkarılan husus Âkif’in tasavvuf eleştirisinin değişip değişmediğinden yahut ideallerinde kırılma yaşayıp yaşamadığından kaynaklanıyor.

Gölgeler’de yer alan birkaç şiire tutunarak Âkif’in Müslümanların kültürel tarihinin belli bir yönüne ilişkin olarak serdettiği “haklı” eleştirileri geçersizleştirmeye dönük bu inşanın  anlamlı olup olmadığı hatta hakkaniyeti üzerinde  durulması gereken konulardan biridir. Oldukça ketum olan Mısır yıllarında Âkif’in bilincinde kimi zaman beliren kimi zaman kaybolan  kimsesizlikten bunalan kanayan bir ruh hâlinin dışavurumu olan bu şiirler toplamı ondan mistik beklentileri olanları çok sevindirmiştir. “Sürdüler Türk’e tasavvuf diye olgun şırayı” diyen şairi ve onun hakkında “Tekke müslümanı değildir o, cami müslümanıdır” diyen  Midhat Cemal Kuntay’ı nakzeden  şiirler olarak okunmak istenmiştir, ya da öyle görünüyor.

Bu konuda Müstesnâ Şair(2007)  yazarı Metin Önal Mengüşoğlu farklı bir yaklaşım getirir.   Âkif’in Gölgeler’den önce yazmış olduğu şiirleri reddetmediğinin dikkate alınmadığını  belirtir. Gölgeler’de yer alan şiirler hakkında Hakan Arslanbenzer’in  “Şairin Düşünür Olarak  Portresi”( 2007)  yazısında yer alan tarihsel kırılmayı ve düşünsel kırgınlığı ihmal etmeyen şu belirlemeleri oldukça önemlidir:  “Şairin Mısır gurbetinde yazdığı Firavun ile Yüzyüze, Gece, Hicran ve Secde şiirleri ise melal şiiri sevenleri, şiiri lirizmden ibaret görenleri, mistik beklentileri olanları ne kadar tatmin etmiş olursa olsun Âkif’in Safahat’nın sözünü ettiğimiz gerilimli sayfalarının dışında kalan, yarı kırgın, sığınılacak son kale olarak kişinin vicdan muhasebesini, Allah’ın adaletini ve yalnız ona ibadet etmenin ve yalnız ondan yardım dilemenin sağladığı rıza makamını gören şiirlerdir. Bir yanıyla Âkif’in samimiyet ve mertliğinin, ilkeli muhalifliğinin ispatı olmakla birlikte Hüsran şiirinde en açık seçik ifadesini bulan öze, kendisine ilişkin ironiyi hak eden ga­rip, gurbetli şiirlerdir. Safahat da şairi büyük Âkif de dünyadan el etek çekmenin memnuniyetini değil, davanın sahipsiz kalışının hüsranını duymaktadırlar…”

İsmail Kara’nın, Sessiz Yaşadım kitabının tanıtımı için yapılan etkinlikte de Âkif’in Mısır yıllarına özel bir dikkatle yaklaştığı görülmüştü. Onun, davanın sahipsiz kalışından duyulan hüsranı dikkate almadan tavır sahibi, dirençli bir insan olarak Âkif’in Mısır’da geçirdiği yıllar üzerinden yapmış olduğu şu çıkarımların hakkaniyetli olup olmadığı üzerinde dikkatle düşünülmelidir: “Akif’in Mısır’a gidişi adeta gönüllü bir sürgün, bir inzivaya çekiliştir. Burada maddi ve manevi olarak geçirdiği on yıl şairin kendi içindeki zenginlikleri daha fazla fark ettiği dönemdir. Eğer bu dönem olmasaydı içindeki o mistik ve tasavvufi zenginliği büyük bir ihtimalle göremeyecektik.”   Yine Akif’in Mısır yıllarında beliren hâlini  yerli yerine oturtabilmek açısından Mehmed Kürşad Atalar’ın değişim olgusunu, idealler ve realite bağlamında tartışan Düşüncede Devrim(1996) kitabında yer alan tasavvuf okumasının da dikkate alınması gerekir.

İsmail Kara’nın şahsî çabaları ve projeleri Âkif’in fikriyatıyla alâkalı daha ziyade. Bazı konular ve başlıklar etrafında bir Safahat şerhi yazmayı hep düşünen, şerh yazamazsa da talikatla, derkenarla iktifa edeceğini belirten İsmail Kara’nın Âkif algısının bir kısmını ortaya koyması bakımından oldukça önemli bir söyleşi.

Dünyabülteni >>

Etiket(ler): , , .Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Bir yanıt yazın