Piyasa Müslümanlığı | Asım Öz

Piyasa Müslümanlığının dindar girişimcisi İslamcılığı kapitalizmle uyumsuzluğun ifadesi olarak gördüğünden, piyasa koşullarında müminlerin İslami yönetim idealinden uzaklaşmasını ve Müslümanlığın neoliberalleştirilmesini sağlamıştır. İslami yönetim idealinden uzaklaşan Müslümanlar için yeni hedef “erdemli” sivil toplum ve devlet arasındaki ilişkileri Amerika’da olduğu gibi inanç temelli inisiyatifler üzerinden yeniden tanımlamak olmuştur.

Mağrip ülkelerinden Güneydoğu Asya’ya kadar uzanan yeni İslamlaşma dalgasının İslamcılıkla ilgili olup olmadığı konusunda çok farklı tartışmalar yapılmakta. Akademik literatürden gazeteci kitaplarına uzanan farklı ve çoğul bakışlarda İslamcılığın yeni hallerine dair ipuçları da edinmek mümkün. Uzun yıllar Kahire’de yaşayan İslamlaşma ve İslamcılık arasında ayırım yapan İsviçreli politolog Patrick Haenni’nin Piyasa İslamı adını taşıyan çalışması geç modern zamanlarda özellikle son yirmi yılda İslam merkezli dinselliğin birey ve cemaat düzleminde yaşadığı kırılmaları ve bu çerçevede yapılan yeni okumaları merkeze almakta. Mısır’da, Türkiye’de, Endonezya’da ve genel olarak Müslüman coğrafyasının bütününde vücut bulmakta olan ve geleneksel İslamcılığın gölgesinde kalan bu yeni bir dindarlık halini Piyasa İslam’ı olarak niteleyen Haenni, bu yeni dindarlık biçiminin Batı değerleriyle eklektik bir uzlaşının ürünü olduğunu, Amerikan işletme kültüründen beslendiğini, bireysel başarıyı göklere çıkardığını, özgüven edinme ve kendini gerçekleştirme stratejilerine methiyeler düzdüğünü, geleneksel İslami yasakları pazarlamanın ve kitle tüketim kültürünün gerekleri doğrultusunda yeniden yorumladığını, yumuşattığını ama aynı zamanda bir yandan siyasal İslam olarak nitelendirilen geleneksel hiyerarşik örgütsel yapılanmaları bertaraf ederken diğer yandan sosyal devletin altını oyduğunu düşünmekte. Ona göre, dünya ölçeğinde sistemi yerinden edecek bir İslamcı siyasetin imkânsızlığının anlaşılması neticesinde ortaya çıkan yeni okumalar sonucunda oluşan ılımlılaşma aslında bir anlamda güçsüzlüğün de göstergesidir.

İSLAMCILIKTAN SONRA İSLAMLAŞMA

İslamcılığın ana akım yapılarını sert bularak buradan kopan bunun yanında hareket serbestisi içinde kutsala vurgu ile dünyevi şöhret arasında gidip gelen yeni Müslüman aktörlerin baş göstermeye başladığını ifade eden Patrick Haenni’nin dini olanın yeni görünümü ve din duygusunun yoğunlaşması anlamında İslamileşme ile İslamcılığı ayrıştırma yaptığını belirtmek gerekir. Ona göre İslamcılık, sosyal ve siyasi bir hareket olarak devlet kurumlarının kamusal alanda dini referansları yeniden hakim kılmak amacıyla reforma tabi tutulmasını ve bu suretle Batı modernliğine bir alternatif yaratılmasını öngörmektedir. Dolayısıyla onun ana yöneliminde İslami yönetimin yürürlüğe sokulmasından alternatif bir medeniyet projesinin kurulmasına değin farklı kurucu tematikler mevcuttur. İslamlaşma veyahut yeniden İslamlaşma ise daha geniş bir toplumsal sürece işaret eden dini pratiklerin ve simgelerin kamusal alandaki görünürlüğünün artmasına tekabül eden ve iktidar talebi olmayan bir süreçtir. Yeniden İslamlaşma sürecinde İslamcılığın kurucu tematikleri hem eski tüfek İslamcılar için hem de harekete katılan yeni aktörler için herhangi bir anlam ifade etmemektedir. Kuşkusuz İslami burjuvazinin sosyal ve ekonomik yükselişiyle gelişen bu yeni yönelim İslamcılığın kavramsal olarak dönüşümünü de beraberinde getirmiştir. Temel İslamcı paradigmanın görecelileştirilmesi, devlet ve siyasete dair yaklaşımlarının yerini kültürel açıklığın belirlediği bu yeni hal aynı zamanda İslami söylemin sahip olduğu umut ilkesinden önemli ölçüde uzaklaşmanın göstergesidir. Bu atipik yeni gerçekliğin Batı’da büyük ölçüde göz ardı edildiğini düşünen yazar, Müslüman dünyada filizlenen ve dünya ile daha fazla bütünleşen dinselin bu yeni halini ve farklı yaşayış/yorumlayış tarzına dikkat kesilmenin gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Nilüfer Göle’nin melezlik, Caner Taslaman’ın karışım kimlikler olarak adlandırdığı yeni durumu “kırma” yapılar olarak anan Patrick Haenni Batı modeliyle uyumlu eklemlenmeyi pek çok çalışmada olduğu gibi kadınların tesettür pratiğinden başlayarak müzikten hayır faaliyetlerine uzanan toplumsallık üzerinden okumaktadır: “Müslüman kadının iffeti herhangi bir tesettür altında değil, en Avrupai, lüks ve moda kumaşlar altında kendisini ifade edebilmekte, İslami müzik ise, aynı şekilde, o basit cihadist melodilerinden kurtulup, new age, pop ve rap ritimleri üzerinden hem ticari hem de ‘manevi’ yükselmeyi hedefleyebilmektedir. İslami hayırseverlik dinsel içeriği “boşaltılmış” bir insan severliğe dönüşebilmekte ve dışa ötekine açılma kimlik siyasetine karşı İslami bir karşı koyuş olarak değerlendirilebilmektedir.” İslamcılığın aşılmasıyla aynı zamana denk gelen ekran vaizliği, normalleşmiş bir hayat tarzını, geleneksel anlamda siyasetin reddini, dinin genel hatlarına dokunmadan yumuşatmayı hedeflemektedir. Medyanın oyun kurallarını gayet iyi bilen, gözyaşı ve duygusal ağırlıklı diniliği ön plana çıkarak gösteri dünyasının bu figürleri medyatik mecralardaki İslamlaşmayı anlamak bakımından üzerinde durulması gereken görünümlerden biridir. Güneydoğu Asya’da cool ve genç olan bu vaizler Türkiye’de yaşlı ve menkıbecidir. Ilımlı bir söylem, son moda görünüm ve vaazın oldukça marketing bir yorumunun öne çıktığı vaizlerin programlarına katılım ise bir nevi günah çıkartma seanslarına dönüşür. Hayal kırıklığı yaşayan ama aynı zamanda İslamcılık içinde gelişen eleştirel fikir hareketlerinin merkezinde yer alan memnuniyetsiz İslamcı aktörler dâhil oldukları yapıların işleyiş biçimlerinden hoşnut olmayan hareketle arasına mesafe koysa da bütünüyle yapıdan kopamayan bireysel planda dindarlığını muhafaza eden oldukça geniş bir kümeyi oluşturmaktadır. Ne var ki, bu aktörler eskiden olduğu makro ölçekte dünya sisteminin değişimine ilişkin bir değişim siyaseti gütmezler. Sadece Batı kültürüne ait unsurları ithal eden ve bunların yeniden yorumunu yapan bir kültürel aracı konumundadır. Küresel ideolojik pazarda dolaşan ve entelektüel anlamda getirisi de olan kavramlara ilgi duyan ve onlara kucak açan memnuniyetsiz İslamcının uğraş alanları içerisinde biyoetik, bireycilik, kişisel gelişim, işletme kültürü, dinler arası diyalog gibi hususlar yer alır.

İSLAMCILIĞIN KIRILMASININ EVRELERİ

Müslüman dünyada doksanlı yılların ikinci yarısından itibaren yükselen piyasa Müslümanlığının dört etmen çerçevesinde ele alınabileceğini düşünen ve bunları kitabının dört bölümünde işleyen Patrick Haenni’ye göre bu etmenler şöyle özetlenebilir: İslam siyaset odaklı bir düzeyden değil birey temelli ve fani dünyanın reel şartlarının gerektirdiği doğrultuda okunmaktadır. Bu yeni okuma büyük siyasi hedefleri işlevsizleştirdiği gibi kişisel gelişim ve mutluluk odaklı üstelik çok fazla Batı kokan bireyselliği öne çıkararak kitleleri tüketim kültürüyle barıştırmaktadır. Terapi, yoga gibi İslam dışı maneviyatçılığa karşı artan ilgi Anglosakson başarı kültürüne yapışmayı salık veren bir olumlu düşünme fikrini ortaya çıkarmaktadır. Korku ve ümit arasındaki dengeyi sarsan positive thinking fikri faniliğin içinde kaybolmayı da sağlamaktadır. Ekonominin bir makine olarak her şeyi yutan bir ‘nesnellik’ rejimi inşa etmesi din yorumlarını da etkilemiş alternatif siyaset merkezli İslamlaşma süreçlerinin yerini almıştır. Ekonomik alan yeni dinsellik biçimlerinin gelişmesini sağlayarak ekonomi temelli bir lügatle düşünülmesini beraberinde getirmiş bu ise hem cihat temelli hem de daha pasifist temelli(bir lokma bir hırka) tarzı dindarlık biçimlerini aşındırmıştır. Müslüman olmanın ölçütlerini performans, başarı ve rekabet üzerinden tanımlayan ekonomik refah teolojisi bu sürecin ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Yeni İslamlaşma süreçlerinin ideolojik tahayyülü olarak karşımıza çıkan bu teolojinin en önemli yanı zenginlik ve paraya ilişkin komplekssizlik üzerinden vurgulanan tüccar peygamber karakteridir. Yazar bu karakterden hareket ederek, Amerikan yaşam tarzı değerlerinin bayraktarı, zengini ve girişimciyi seven Hz. İsa algılamasının belli noktalarda tüccar Hz. Muhammed’le uyuşabildiği üzerinde de durmaktadır. Zenginliğin hem Batı ile hesaplaşmada hem de Allah’ın iyi bir kulu olmanın göstergesi olduğu şeklindeki sosyal başarı miti piyasa Müslümanlığının vazgeçilmez bir ayağı olmanın ötesine geçerek herhangi bir Kalvinist’in rahatlıkla altına imza atabileceği ayet ve hadislerin öne çıkarılmasını sağlar. Aynı bağlamda bu angajmanların tam karşıtı olarak başka dini yorum tipleri de farklı ayet ve hadisleri öne çıkarmaktadır. Bu noktada Erol Yarar ile İhsan Eliaçık’ın tartışmaları hatırlanabilir. Şirket ideolojisinin başarı ölçütleri Müslüman nazarında, İslam’ın ideal olmasını aşındırmış özellikle azılı işletme teorilerinin tüketicisi konumunda olan genç Müslüman kuşağı başarı peşinde koşmasını meşrulaştırmıştır. Burjuva bireyciliğinin başarı, hırs, zenginlik gibi değerleri geleneksel olarak hayal kırıklığına uğrayan eski İslamcılar için tam anlamıyla ikameci ütopya işlevi görmüştür. Piyasa Müslümanlığının dindar girişimcisi İslamcılığı kapitalizmle uyumsuzluğun ifadesi olarak gördüğünden, piyasa koşullarında müminlerin İslami yönetim idealinden uzaklaşmasını ve Müslümanlığın neoliberalleştirilmesini sağlamıştır. İslami yönetim idealinden uzaklaşan Müslümanlar için yeni hedef “erdemli” sivil toplum ve devlet arasındaki ilişkileri Amerika’da olduğu gibi inanç temelli inisiyatifler üzerinden yeniden tanımlamak olmuştur. Yazara göre Müslüman dünyanın genelindeki hâkim eğilim piyasa mantığının benimsenmesi ve hayır işleri yönelimli devletçilik karşıtlığıdır. Din artık jakoben devletin müdahalelerinden kurtarılmış manevi olanı kucaklamaya hazır olduğu düşünülen devlet karşısında kişisel bir tercih düzeyine indirgenmektedir. Bu noktada 1996 yılında dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün söylediklerini de hatırlatır yazar. Gül şöyle demiştir: “Amerikalılara dinin ve dinsel cemaatlerin devletin koruması altında olduğu Amerikan tarzı bir laiklik anlayışı için mücadele etmeye hazır olduğumuzu bildirdik. Türkiye’de din karşıtlığı olarak değerlendirilen laiklik anlayışının değişmesini arzuluyoruz.” Tabii bu noktaları yorumlamaya çalışan Patrick Haenni’nin piyasa Müslümanlığının “düşsel pusulası” olarak gördüğü Amerika eleştirileri Kıta Avrupa’sının laik geleneğinden ve ideallerinden hareket eden laik umutları güncelleştirmektedir. Amerikalı muhafazakârların merhametli muhafazakârlığı ile eklemlenmeye .çalışan Müslümanlığı Fransız aydınlanmasının laik ve kamu yönelimi mirasının modernitesi üzerinden eleştirmek zaten Müslüman dünyadaki değişmeleri açıklama sadedinde çok alışık olunan ve hakim çıkmaz sokağı da besleyen kör bir bakıştır. Görsel, işitsel ve giyime dair İslami algılamaları ve dayanışma şekillerini baştan aşağı değiştiren piyasa İslam’ının baş aktörleri (dindar girişimciler, batı modernitesinin kurum ve figürleriyle ‘barışmış’ İslamcı yazarlar, İslami medyatikler…) her şeye rağmen ahlakçılıklarından vazgeçememekte ve çoğulcu “yaşam tarzlarını” hazmedememektedirler. Bu bakımdan henüz radikal anlamda dinselden çıkış yahut reform söz konusu değildir. Sosyolojik anlamda yeni kentli burjuvazilerin bayraktarlığını yaptığı bu İslam anlayışının temel amacı yazara göre Amerikan tarzı muhafazakârlıkla birçok noktada örtüşen benzer bir “muhafazakâr devrim” tetiklemektir. Dolayısıyla çok beklenen “Müslüman Aydınlanması” idealinden çok uzaklarda, din, ahlak, hayır işleri ve piyasa etrafında şekillenmiş bir fazilet ekseni üzerinde paradoksal olarak değerlendirilebilecek yakınlaşmalar (İslam-Amerika) gayet rahat oluşabilmektedir.

EDEBİN DÖNÜŞTÜRÜLEREK TÜKETİLMESİ

Arap dünyasındaki müzikal grupların değişiminden İslami giyim alanına kadar farklı alanlarda ve farklı boyutlarda Müslüman edebinin tüketildiğini bunun da yeniden yapılan yorumlarla sağlandığını belirten yazar yeni nesillerin kültürel yabancılaşma, gereksiz harcama, mahremiyet gibi noktalarda farklılaşmalarına dikkat çekmektedir. Patrick Haenni, piyasa ekonomisi ile eklemlenen İslami burjuvazi ile eşzamanlı yaşanan küreselleşme ve İslamileşme süreçlerinin arasında yapılan uzlaşmanın Müslüman edebinin aleyhinde geliştiğini ifade ederken şu karşılaştırmayı yapar: ” Şu anki taleple pek uyumlu olmayan, birinci nesil türbanlılar siyasal İslam’la bağlarını koparamamış modellerdir: Sade, süssüz ve basit çizgili modeller kadına ilişkin sert, bağlayıcı ve bütüncül bir edep anlayışını ifade eder. Bu dönemi takip eden ikinci nesil türbanlılar ise pazarlama tekniklerinin ön plana çıktığı, kullanıcının maneviyatına yoğunlaşmaktansa, onun taleplerini önemseyen daha profesyonel bir mantığın ürünleridir. Batı’nın meta yönelimli modernitesine gönderme yapan imgeler, İslami tüketicinin düşsel evreninde yerlerini alırlar. Kulağa Fransızca veya İngilizceymiş gibi gelen markalar çoğalır: İslamcı aydınların eleştirilerini çekmeyi göze alarak.” İslami yaşam biçiminde edebin kayboluşunun sadece kadınlar üzerinden okunmasının getirdiği eksikliği de burada vurgulamak gerekmektedir. Hakim anlayışı sürdüren Patrick Haenni bilinç değişimi Kahire’deki kimi tartışmaları hatırlatarak yine kadınlar üzerinden örneklendirir. Tesettürlü ve liberal, Amerika rüyaları gören, saf ipek başörtüsü takan ve çocuklarıyla İngilizce konuşan yeni figürler için günahın, ayıbın pek bir şey ifade etmemekte olduğunu gözlemlediğini ifade eden Haenni, on yıl önce uygunsuz davranışlar karşısında İslami hükümleri hatırlatmanın ve Kuran’da böyle yazıyor demenin yeterli olduğunu düşünen hatırlatan bir eski İslamcının cümleleri ile aktarır. İslami edebin yorumlanış ve yaşanış tarzının Ankara’dan Kahire’ye temelden değiştiğini bütün detaylarıyla anlatmaktadır. Bu süreçte giyime dair İslami yorumların evrenselleştirilen moda anlayışı içerisinde eritilmesi örtünmeyi bir alternatif olmaktan çıkararak, sosyal anlamda talep edilen bir objenin ticari mantık içerisinde pazarlanmasına dönüştürmektedir. Hakim olanı alaşağı edemeyen veya bu yöndeki çabaları küçümseyen bu dönüşüm sürecinde amaçlanan “tüketim kültürünün tam ortasında, radikal farklılaşma- farklı olma stratejilerini kamusal alanla uyumlu uzlaşılar noktasında terk etmiş İslami bir burjuva kozmopolitizmidir.” Postislamcı, apolitik ve yabancı kültürel unsurlara açık olan örtünme biçimleri sınırları aşındırsa da İslami edep kurallarını bütünüyle terk etmiş değildir. Tüketim modelleri ve lükse olan ilgisi sosyeteden alınmış semboller bütünü içinde oluşan piyasa Müslümanlığının erkekler dünyasındaki yansımaları ihmal eden Piyasa İslamı adlı çalışmanın Türkiye’ye ilişkin gözlem ve analizleri özellikle gündelik hayat ve kültürellik noktalarında oldukça eksik. AKP ve MÜSİAD analizleri yanında Tekbir’den Armine’ye uzanan giyim anlayışlarının veya Arap dünyasına ilişkin yapmış olduğu kültürel analizlerin Türkiye’deki karşılıkları ve bunların yeni nesil üzerindeki etkileri konusunda hiçbir şey yok. Minimal devlet taleplerini sadece piyasa ile ilişkilendirilmesi ise bir başka eksiklik. Kemalizm’in ceberutluğunun farkında olsa idi sadece AKP’nin değil doksanlı yılların RP’sinin de minimal yahut ‘garson devlet’ talebinin bulunduğunu fark edebilirdi. İslami hareketliliklerin burjuvalaşması, eleştirelliklerini yitirerek siyaseten sağa kayarak muhafazakâr, küçük burjuva yolunda ilerlemeleri nasıl işlediklerini dahi anlamadıkları ultra liberal küreselleşmeyi sorgulamadan kabul etmelerini de sağlamıştır. Dindar burjuvazilerin sağladıkları kârlarla her geçen gün daha da derinleştirdikleri sosyal eşitsizlikleri bilinçli olarak görmezden gelmekte olduklarını anlatırken yapmış olduğu şu alıntı dikkate değer: “Yeni İslamcılar sosyal adaletten ya da zenginliklerin yeniden dağıtımından hiç bahsetmiyorlar. Onların dedikleri iyi İslamcı olmak için zengin olmaları gerektiği. Ama bunu kesinlikle tersten okumuyorlar yani; iyi İslamcılar sosyal adalet ve yeniden dağıtım için çalışanlardır.” Sonuç olarak Piyasa İslamı, Mevdudi, Seyyid Kutup gibi İslamcıların çok beklediği ve arzuladığı kapitalist dünya ile hesaplaşmanın yerine piyasa ekonomisi dâhilinde kazanan ve kazandıran İslam kartını oynamak ve modern ekonomileri dinselle eklemleme gayretinde olan küresel yeni gelenekçiliğin akıntısı içinde konumlanmayı makul gören zihni anlamak bakımından önemli tespitleri olan bir kitap.

Patrick Haenni, Piyasa İslamı İslam Suretinde Neoliberalizm, Çeviren: Levent Ünsaldı, Özgür Üniversite Kitaplığı, 2011, 135 sayfa.

Dünyabülteni >>

Etiket(ler): , , , , , , , , .Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Piyasa Müslümanlığı | Asım Öz için 1 cevap

  1. Ahmet Örs diyorki:

    çok üzgünüz. öyle bir zamana erdik ki büyünün türlü çeşidini, aldatılmışlık ve aldanılmışlığın envai çeşidini gördük.
    devrimin, özgürlüğün, adaletin dili olması gereken islamcılık elli yerinden iğdiş edildi, yaralandı…
    yukarıdaki yazı vesilesiyle belki hakikatler birazcık olsun dostlar için görünür olur.

Ahmet Örs için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et