Asimilasyon Diyooor

Birkaç hafta evvel Kürt meselesi yoktur, bitmiştir, Kürt kardeşlerimin meselesi vardır gibi şeyler söyleyen, biz olsak Apo’yu asardık diye MHP’ye ateş püsküren Başbakan, biraz önce mecliste 61.hükümetin programını okudu, “asimilasyonu bitirmekte kararlıyız” dedi. Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşları muhabbeti bir tür nakarata dönüşmüş durumda, Kemalizm doğrultusunda değil “muasır medeniyetler seviyesine ulaşma hedefi” bağlamında bir anlam ifade ediyor artık – vurgu AKP’nin aslî kimliği olan kapitalist kalkınmacı mantığın, aslında TC’nin de temel hedefi olmasına. Zira seçim sürecinde İskilipli Atıf Hoca’nın katillerinden, daha evvel de Dersim “katliamı”ndan söz etmişti.

Belirli bir cemaatin, etnisitenin, kültürel kimliğin merkeze alınarak siyaset üretilmesi artık mümkün değil; günümüzde bu sisteme dahil olmak, ezilen toplumsallığın varlığının kamusal mutabakat düzleminde onaylanmasını ifade etmekten öte bir anlam taşımıyor ve postmodern tahammül dilinin mozaik, farklılıklar/zenginlikler ve öteki teması üzerine kurmak için didindiği yeni ortam bu işi iyice anlamsızlaştır(maktan başka bir işe yaramamakta). “Biraz da ben de oynayacağım”a indirgenebilecek olan çokkültürcü dille hak savunusuna girişmenin tek başına özgürleştirici bir siyaseti imkânlı kılmasını beklemek saflık olur. Tikelliklerin herkes tarafından anlaşılır bir anlama sahip oldukları sürece anlamlı olduğunu söyleyen Alain Badiou kendisiyle yapılan bir söyleşide şunları söylüyor: “…zorunlu bir entegrasyon talebi –yani, mevcut durum içinde kişinin tikelliğine değer verilmesi talebi– mahiyetinde olan bir şeyle karşı karşıyayız demektir. Bu da takdire layık, hatta zorunlu bir şeydir, ama benim görüşümce, doğrudan siyaset hanesi altına yazılebilecek bir şey değildir. Kendini tikel taleplerin, belirli bir kuvvetler ilişkisi içinde tanınma ve değer görme taleplerinin hanesi altına yazar. Ben –ortaya koyduğu kategoriler, sloganlar, önermelerle– bir toplumsal hizip ya da topluluğun mevcut düzene entegre olma talebinden ibaret olan bir şeye değil, bu düzeni bütün olarak dönüştürmeyi peyleyen şeye ‘siyasi’  diyorum.”

Cemevlerinin, başörtüsünün, Kürtçenin bugün hâlâ bütüncül bir siyaset içinde yer alması mümkün olsa bile yakın bir gelecekte, Tayyip Erdoğan’ın bugün sık sık kullandığı ifadeyle, bütün bu “kalemlerin” tamamen mevcut neo-liberal tahakkümün lehine işleyeceği ve hak gasplarının bu doğrultuda önemli ölçüde ortadan kaldırılacağı muhtemel ve mukkadderdir. Başörtüsü üniversitelerde serbest, hatta önümüzdeki süreçte kamuda da serbest olabilir. Anadilde eğitim de dahil gaspedilen bütün haklar elde edilebilir. Cemevleri ibadethane olabilir, zorunlu din dersi kaldırılabilir. Anayasada ve müfredatta yer alan Kemalist vurgular yumuşatılabilir. Yemin metni, andımız kaldırılabilir. Yeni anayasada Türklük vurgusu yer almayabilir. Biraz daha fantastik olalım: bütün büstler, heykeller kaldırılırabilir, Anıtkabir’deki törenlere, saygı duruşlarına son verilebilir. Başbakan’ın konuştuğu sırada Habertürk’te de Ertuğrul Kürkçü konuşuyordu, Kürdistan’ı rahatlıkla zikrediyor, gerilla diyor, Hikmet Kıvılcımlı’dan, İdris Küçükömer’den bahsediyor, Kemalist rejimi lanetliyordu. Türkiye standartlarındaki herhangi bir sunucuyu deliye döndürecek bu sözler sunucu hanımda herhangi olumsuz bir etki yaratmadı. Aynı şekilde NTV’deki programın sunucusu Oğuz Haksever de alışılmış kartel dilinin çok çok dışında bir dille konuşuyordu. Mehmet Pamak, “Kemalist rejim için ölenler şehit olmaz” deyince çıldıran spikeri hatırlayalım. Hatta Türk solunun Kemalizmle hesaplaşamadığını falan söyleyince, Kürkçü bu haksız bir itham olur, Türk solu da o kadar da Kemalist değildir gibi karşılıklar verdi, ilginçti.

Tekil ezilme durumlarının neo-liberal ve çokkültürücü akımın lehine siyasileştiği bir evreye girildiği bu süreçte, başörtüsü Merve Kavakçı’yla birlikte taşıdığı anlamı yitirecek, haksızlıklara karşı çıkmak artık Kürtçe şarkı söyleyeceğim dediği için linç edilen Ahmet Kaya’nın ya da onun gibi ülkeden kaçmak zorunda kalan, yıllarca mahkemelerle cedelleşen Mehmet Pamak’ın dilindeki anlamı taşımayacak siyasal bakımdan. Allah’ın emri olan başörtüsünün yasaklanmasına ya da Allah’ın ayeti olan Kürtçenin inkarına karşı çıkmanın imani bir sorumluluk olduğu bilinciyle hareket eden müslümanların, evrensel olarak bir bilinç geliştirmeyi gerekli kılan vahyin kuşatıcı mesajları uyarınca nimetlerin adaletsiz bölüşümüne, yeryüzünün ifsadına, yayılan kapitalist ve teknolojik örgütlenmeye karşı çıkan bir siyaset üretmelerinin inançlarının yanı sıra siyasetin ilkesinin kesin bir şartı olduğu da görülmeli. Aksi takdirde, bugün “İsrail’le ilişkilerin düzelmesi mümkün değildir, önce özür dilemeliler” diyen Başbakan’ı hayranlıkla karşılayanların ve bütün ufkunu bu ümmetçilikle sınırlamış, dünyanın nasıl olması gerektiğine dair rüyalarını yitirmiş olanların gelecekte bütün siyasal iddialarından sıyrılarak kültürel gruplara dönüşeceklerini kestirmek güç değil. İslamcılığı bir kimlik mücadelesi olarak algılamamamız, kimlikçi statüden siyasi statüye geçiş yapmamız gerekiyor, acilen. Tikelliğin tikelliğe (İslami kimlik versus TC) ya da tikkelliğin evrenselliğe (İslami kimlik versus İsrail ve -İsrail’in finansörü olarak- ABD) karşı çıkması gibi (tarihsel gerçekliği ve izahları olan) yöntemlerin yerine bugüne ait, evrenselliğin evrenselliğe mücadelesi şeklinde kurgulanmış bir anlayışın geliştirilmesinin, yani bütün tekniği ve felsefesiyle küresel kapitalizme karşı bir netleşmenin şart olduğunu ifade etmek gerekiyor. Yaşasın küresel intifada. Badiou’dan ilhamla devam edecek olursak: tartışılmaz ezilme ve aşağılanma durumlarına bağlı kültürel ve topluluksal yüklemlerle bağlantılı olarak formüle edeceğimiz bir siyaset dili içinde bu yüklemlerin, bu tekilliklerin, bu topluluksal niteliklerin, başka bir mekâna konumlandırılıp bildik ezme işleminden ayrı hâle gelecekleri şekilde dile getirmemiz gerekir. Başörtüsünü modern yaşama biçiminin insan ilişkilerine ve kamusallığa yüklediği sapkın anlamlara karşı bir tavır, kadın bedenini metalaştıran kapitalizme karşı çıkışın bir sembolü olarak savunmalı, Kürtçeyi de “Biji Biratiya Gelan” diye haykırmalıyız.

1969 seçimlerinde parlementoya giren Necmettin Erbakan ve 17 arkadaşı tarafından kurulan Milli Nizam Partisi, (İsmet Özel’in “aynı tezek, ortasından at arabası geçmiş” diye tanımladığı) birbirinin kontrastı olan iki partili sistemi bozmuştu. Siyasetin polis’in işleyişinin sekteye uğratılması ve hesaba katılmamışların payının gündeme getirilmesi şeklindeki tanımını kabul edecek olursak, Erbakan’ın tamamen siyasi bir ortaya çıkışla İslamcılığı bir alternatif olarak gündeme getirdiğini söyleyebiliriz. 1961’de TİP’in yakaladığı istisnai “siyasi an” gibi. Her ne kadar “ağır sanayi hamlesi” gibi bugünkü gözü dönmüş kalkınmacılığın kökenlerini oluşturan eklektik söylemler içerse de “adil düzen”i vaat eden, emperyalizme karşı mücadeleyi öne çıkaran, zulmün bitip İslam’ın geleceğini cesurca ilan eden ve dinamizmini buradan alan bir siyasal gelenekti Milli Görüş. 1969’da oyunu bozan İslamcı “sapma”nın nihai sonunu, Başbakan balkon konuşmasında Menderes ve Özal’ı anıp Erbakan’ı zikretmeyerek açıkça ilân etti. Mehmet Sacit anılarında, insanların Erbakan’ın rakamlarla dolu konuşmalarını gözleri hayranlıkla dolarak seyrettiklerini söylüyordu. Bugünkü bitmez tükenmez rakamlardan, yüzdelerden, para miktarlarından geçilmeyen konuşmasına bakarak Tayyip Erdoğan’ın, hocasının yolunu en azından retorik olarak sürdürdüğünü söyleyebiliriz. AKP’nin ekonomik hedefleri:

Bankalarımızın güçlü sermaye yapısı ile çalışmasını sağlayacağız.

Fiyat istikrarını sürdürmek ve sağlamak para politikamızın temel amacıdır.

İstanbul’un küresel finans merkezi olması için çalışacağız. 2023 yılında dünyanın en önemli 10 finans merkezi içinde yer almasını hedefliyoruz.

Dalgalı döviz kuru rejimi uygulamasını sürdüreceğiz.

IMF’ye borcumuz 23.5 milyar dolar’dan 4.7 milyar dolara indi.

Enflasyon düşerken de büyüyebileceğimizi gösterdik. 9 yılda avrupa ile türkiye arasındaki refah farkı kapandı.

Cari açığı düşürmek ve enerjide dışa bağımlılığı azaltmak için yenilenebilir ve nükleer enerji projeleri sürecek.

Özel sektörün TL üzerinden borçlanmasını teşvik edeceğiz.

Avrupa standartlarına uygun bir çalışma hayatının geliştirmek için çalışıyoruz.

Etkin dış ticaret politikası uygulayacağız.

Teşvik sisteminin güçlendirerek iç üretimi artıracağız.

Nüfusu 750 bin’den fazla olan illerde büyükşehir belediyesi kuracağız.

Sanayide uzun dönemli vizyonumuz Avrasya’nın üretim üssü olmaktır.

 

Etiket(ler): , , , .Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Asimilasyon Diyooor için 8 cevap

  1. irfan günen diyorki:

    Nasıl ki bir insanın kendini gerçekleştirme süreci varsa toplumların da kendini gerçekleştirme süreci vardır.Maslow’un ihtiyaçlar teorisine bakıldığında temelde fizyolojik ihtiyaçlar ve güvende olma hissi olduğu görülmektedir.Piramidin temelinde olan ihtiyaçları gerçekleştiremeyen toplumların üst basamaklara çıkması imkansızdır.Somali de sanattan demokrasiden insan haklarından bahsedilmesini beklemek mantık işi değildir ve gelişimiş ülkelerin özgürlükler konusunda ilerlemiş olması da tesadüfi değildir.Bu bağlamda yapılan konuşmanın içerisinde ekonomiden bahsedilmesi yadırganacak bir durum değildir çünkü fizyolojik ihtiyaçların da güvenliğin de temelinde maddi imkanlar yatmaktadır.Temel atılmadan bina çıkamazsın ve binanın betonu sertleşmeden kat çıkamazsın.Küreselleşmenin doğurduğu kapitalizmin zararları olduğu muhakkaktır;ancak karşı çıkarak ya da görmezden gelerek küreselleşmenin doğurduğu olumsuz sonuçların önüne geçemezsin içine girip mücadele etmen ve dümeni ele alman gerekir aksi takdirde akıntıya kapılıp boğulman kaçınılmazdır boğulan bir insanın bağırması ancak ona yardım edebilecek birilerinin olmasıyla mümkündür eğer etrafta kimse yoksa hiç bir anlamı yoktur… Yeteri kadar bağıran insan var zaten dünyada, bizim bağırmaktan öteye geçip işe el atmamız gerekir ki bu da güçlü bir ekonomiye sahip olmakla gerçekleşir.Para her şey değildir belki ama günümüz konjonktüründe malesef çok şeydir..Karnı aç insan demokrasiyle uğraşmaz karnı doysun her fikri rahatça tartışacak dolayısıyla da özgürlükler peşinden gelecektir emin ol.

  2. sümeyye diyorki:

    “GÜÇLÜ OLMAK” kim güçlü olacak acep, yahut kimin sayesinde güçlenecek.. tabi ki yoksulların orta sınıfın sırtından semirecek bu güçlüler.. çok basit bi hesap 10 koyunun 10 adama paylaştırılması(!)…
    evet aç olanın tanrısı ekmektir ama “küreselleşmenin doğurduğu kapitalizm”in kurtarıcılığı tartışılmaz ahmakçadır ;ancak daha fazla yoksullaştırır, aradaki uçurumu daha da derinleştirir.
    içine girip mücadele etmekse bi okadar çözümsüz..
    dümeni eline almakmış, Allah aşkına bu dümen neyi döndürüyor?? geminin tabanında kırbaçlanarak küreklere asılanlar kim, piramit işçisi köleler…
    piramidin inşasında çalıştırılanlarla omuz omuza verip binayı yükselterek mücadele olmaz.. mücadele ancak uyanarak, uyandırarak, sömürüldüklerini anlatarak, rahatsız ederek olur… yani “ezilenlerin ve sömürülenlerin ezildiklerinin farkına varmalarını sağlamak..

  3. salih kutluer diyorki:

    İrfan Günen’e

    Karnı aç insan demokrasiyle uğraşamaz demişsiniz. Demokrasi denilen “müptezel şey”, bizatihi insanların açlığı ile kendisini kayıt altına alıyor bugün. Aç insanların yanında demokrasinin karşısında durmaktan yanayız. Birleşik Devletler’de, İngiltere’de refahın vücut bulması demokrasi ile değil, az gelişmiş ülkeler olarak tanımladıkları dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanların köleleştirilmesi, tabiat kaynaklarının yağmalanmasıyla mümkün oluyor. Duble yollarda salınan jiplerin tersanelerde, kömür madenlerinde katledilen insanlarla doğrudan ilişkisi var. İsmet Özel’in “Hişt Baksana” şiirinde dediği üzere: “Profesörlere ilk ücretlerini köle ticaretinden kazandığı paradan ödemiş Yale üniversitesi.”

    Sanat meselesine niye girdiğinizi anlayamadım. Yardım kuruluşunun kumanya dağıtmasına dayalı “hayırseverliğin” gerçekleştiricisi olan zenginlerin sanattan zerre kadar anladıkları yok zaten, sanattan da en iyi halk yani gelişmemiş, özelliksiz, kaba güruhlar anlar, nihai olarak onların tercihleri kimin kalıp kimin gideceği konusunda belirleyici olur, merak etmeyin. Somali demişsiniz. Amerikada son yüzyılın en kuvvetli sanat hareketlerinden birisi siyahi kölelerin torunları tarafından başlatılan “Kara Sanalar Hareketi”dir, hakeza negritude akımı da oldukça etkili olmuştur. Ezilenlerin kendileri değilse bile varisleri güçlü estetik üretimlerin altına imza atmışlardır. Eğer sömürgeleşip Balzac felan öğrenecekler diye sevineceksek, bu da ayrıca bir talihsizlik. Amiri Baraka’nın dedeleri Afrika’da az gelişmiş olarak kalsaydılar da kara sanat falan yapmasaydı.

    Modernite tarihten bir sapma olarak Avrupa’da ortaya çıkmış, kapitalist yağmacılık bir insandışılaşma sürecini beraberinde getirerek yaşantının bütünlüğünü imha etmiştir. Sömürgeleştirme süreci, diğer toplumların da bu yabancılaşmaya eklemlenmesi, modernleştirilmesidir ve siz bunu baya benimsemiş gibi görünüyorsunuz. Yani normal olan “az gelişmiş” olanlardır, anormal olan, “sapan” modern toplumdur. Sistemin varoluşunun devamlı olması birilerinin devamlı olarak ezilmesinden geçiyor, birilerinin aşağıda olması gerekiyor madenlerde birilerinin yukarda kalması. Kapitalizmi yenilgiye uğratmak için önerdiğiniz “kalkınma”, ezenlerle işbirliği yaparak onların ezme işleminin düzenli hâlde gerçekleşmesini sağlayan bir şube, bir karakol kurmanıza yarayacaktır en çok. Amerikalıların refah içinde olması ülkelerimizin daha fazla pazarlaşmasına bağlı, “güçlü bir ekonomi” içimizdeki Amerikalıların refahını yükseltebilir, ama efendilerinin yolunu tutup halkı ezmelerine bağlıdır bu da, çünkü “açlık çoğunluktadır.”

    Ayrıca kim akıntıya karşı yüzüyor ki? Kim kaldı “ileri demokrasi” trenine atlamayan? Sistemin içeriden değişmesi vs. hikâyesini bırakalım lütfen, özgürleştirici bir siyaset üretmek adına parlementer mücadele de dahil sistem içi araçlar kullanılabilir tabii ki, ama parlementer demokrasiyi benimsemeyi, kalkınmacı ideolojiyi sahiplenmeyi ondan sonra bir şeyleri gerçekleştirmeyi öneriyorsunuz, AKP süreci ortada değil mi?

    Yazıya Zeyl

    Başbakan bugün hükümet programı ile ilgili eleştirileri yanıtlarken meclis genel kurulunda, 28 Şubat döneminde 10 ay hapis yatmasına neden olan Ziya Gökalp’in “Minareler süngü, kubbeler miğfer; camiler kışlamız, müminler asker” dizelerini yeniden okumuş. İlk anda akla gelebilecek “o kadar güçlendi ki…” diye başlayan yorum özünde doğrudur. Ancak güçlenen, yukarıda değindiğim farklılıkların anlamsızlaşması, ideolojik cephelerin içlerinin boşaltılması sürecidir aslen. Tayyip Erdoğan “bu sürecin işleticisi olarak” güçlüdür. Başörtüsü liberalizmin egemenliğinde nasıl bundan böyle 28 Şubat ve sonrasında olduğu gibi sisteme karşı özgürlük mücadelesinin bir sembolü olamayacak, Kemalistler “darbeci” özlemlerinden arınmış dini bir cemaate dönüşecek; siyasal özne olma ihtiyarı ellerinden alınmış tüm bu farklı kesimler aralarında içinde Alevilerin, Kürtlerin ve de eşcinsellerin bulunduğu çoğul Türkiye tablosunda gülümseyen birer figüre dönüşecekler. 1997’de bir Refah partisi mitinginde “müminler asker” diye haykırmakla, şimdi meclis genel kurulunda bunu söylemek arasındaki fark: ilki siyaset, ikincisi sözlerden bir söz.

  4. Salim diyorki:

    İşte size iki güzel piramit.
    Piramit

    Piramit 2

  5. irfan günen diyorki:

    Sümeyye ye
    Aç olan ekmeğe ihtiyaç duyar ama aç olanın tanrısının ekmek olması fikri asla kabul edilebilecek şey değilidr tanrıtanımaz zihinyetin görüşüdür.Kapitalizmin kurtarıcılığını savunmanın ahmakça olduğu tartışılmazdır. Okuyup iyi anlamadan cevap yazmak da pek akıllıca değildir benim söylediğim küreselleşmenin kaçınılmazlığıdır küreselleşmenin olumsuz sonuçlarının mümküğn olduğunca ortadan kaldırılıp olumlu yönlerinin kullanılmasıdır yani kapitalizmi savunmak gibi bir ahmaklığım yok.

    salih kutluere

    Siz de kabul ediyorsunuz ki zenginleşen batı refah içindedir ve bu refah para sayesindedir ben de zaten onların zenginliklerini meşru yollarla kaznadıklarını söylemiyorum dediğim gibi maddi imkanlar artarsa refah da artar ve sonuçta insanlar karınlarından başka şeyler düşünürler ve demokrasi gelişir.
    sanat konusuna girmem insanların karınları doyunca ne gibi imkanlara kavuşacaklarını anlatmak içindir.sanattan anladığım da sürrealist saçmalıklar karşısında kralın çıplaklığını gizleyecek seviyede değildir.Ben somali derken onların tenlerinin renklerinden değil fakirliklerinden bahsediyorum torunlarının amerikada sanatla uğraşmaları da şiaşılacak bir konu değildir

    Sömürgeleştirme sürecinin savunucusu olduğum gibi saçmalığa nereden ulaştınız anlayamadım fikrimi söylememin sizi bu kadar rahatsız edeceğini bilseydim yazmazdım demeyeceğim yine yazardım.İnsanların görüşlerine saygı duymayı öğrenmemiz gerekir.Herkes bizim gibi düşünmek zorunda değildir insan haklarının demokrasinin en önemli gereği budur.Galiba benim yazdığımı değil de sümeyye nin anlamadan yazdıklarına bakarak cevap vermişisnz. Sömürgeciliğin büyük bir problem olduğu açıktır bunun önüne geçmek güçlülerin ahlaklı olmasıyla mümkündür. benim dedğim de güçlü biz olalım ve almak yerine verelim sömürmek yerine yardımcı olalım mazlumun yanında olalım
    akıntıya karşı kürek çekmek dedğim lafla peynir gemisi yürütmeye çalışmaktır boş laflarla sorun çözülmez icraat gerekir size tavsiyem karanlığa küfredeceğinize bir mum yakmanız ya da mum yakanları desteklemeniz ya da hiç değilse onların ayaklarına dolanmamanızdır.

    salimcim resimlerin kapitalizmi iyi bir şekilde yansıtıyor.Bunları ihitiyaçlar hiyerarşisinin yanlışlığını ispat için koymadığını düşünüyorum.

  6. sümeyye diyorki:

    şükür Allah’a inanıyrm TANRI yaratıcı anlamından değil RABB anlamnda kullanlmş, yani hayatını düzenleyen yahut hayatınn merkezine aldığı şey kaçınılmaz olarak EKMEK EMEKtir…
    dümdüz yaratıcı anlamı çıkarmak düzmantık olsa gerek…

    aksine anladm dediklerinizi zaten çürütmeye çalıştığm nokta da bu söylediğiniz:
    “…küreselleşmenin kaçınılmazlığıdır, küreselleşmenin olumsuz sonuçlarının mümküğn olduğunca ortadan kaldırılıp olumlu yönlerinin kullanılmasıdır ”

    hayr kaçınılmaz değildr söylemek istediğim de bu, evet ahmakça, katil, acımasız bir düzendir kapitalizm ve kaçınılmaz değildir… eğer öyle olsaydı yeryüzünde adaleti tesis etmek ütopik bir görev olurdu.. ki Allah bize bu sorumluluğu yüklediğine göre vahşet kaçınılmaz olamaz…

    herkes bizim gibi düşünmek zorunda değil zaten size muhalefet etmemzden bu sonuca nedn vardnz ki?? burda herkes fikrini bikaç kelimeyle dillendiriyr zaten böyle bir sansür saygısızlık olsaydı size sövüyo olurdm ya da yormlarınız yayınlanmazdı öyle değilmi?

    ha yine problemli bir yere dokundunuz: demokrasi…. üstüne sayfalarca makale yazılır

    bu arada mum yakanları da merak ettim doğrusu, 20-30 katlı gerçek ucubelerin kentleri yani yaşamı yani insanı katlettikleri karanlık vakitlerde…

  7. irfangunen diyorki:

    Ben sizi asla inançsızlıkla suçlamadım kullandığınız ifadenin hoş olmadığını ve kaynağının nasıl bir kafa yapısına dayandığını söyledim siz alıntı yapmışsınız benim sözüm kaynağınadır hala da karşıyım o söze yani madem terbi,ye edeni diyeceksiniz o zamn terbiye edeni diye söyleyebilirsiniz.Kelamda aslolan mana-i hakikidir.Mana-i Hakiki müteazzir olunca mecaza gidilir..(googledan araştırabilirsiniz ne anlama geldiğini küreselleşmenin faydası işte :) ) İman hata affetmez Mustafa İslamoğlunun da dediği gibi grisi olmaz imanın ya siyahtır ya beyaz, ya vardır ya yok, az var çok var olmaz … O yüzden hassas olmamız gerekir bu konuda.

    aksine anladm dediklerinizi zaten çürütmeye çalıştığm nokta da bu söylediğiniz:
    “…küreselleşmenin kaçınılmazlığıdır.

    ”hayr kaçınılmaz değildr söylemek istediğim de bu, evet ahmakça, katil, acımasız bir düzendir KAPİTALİZM ve kaçınılmaz değildir… ” diyorsunuz

    BEnim küreselleşmenin kaçınılmaz olduğunu söylediğimi kabul ediyorsun ama altta hala diyorsun ki kapitalizm kaçınılmaz değildir. kapitalizmin kaçınılmaz olduğunu iddia eden yokki zaten neyi çürüteceksin.Küreselleşmedir kaçınılmaz olan ve küreselleşmenin ekonomik siyasi sosyal birçok sonucu vardır internet böyledir cebindeki cep telefonu böyledir dünyanın bir ucunda üretilmiş mutfak aletini kullanman televizyondan suriyede gerçekleşen olayları izlemen veya da insanların televizyonlarda özgür ve refah içinde yaşayanları görerek ayaklanmaları küreselleşmenin sonuçlarıdır.

    Tahammülsüzlüğü nereden çıkarttığım açık iki satır kelam ettim ne ahmaklığımız kalmış ne sömürgeciliğimiz. yazımı yayınlama lütfunda bulunduğunuz için size ne kadar minnettar olduğumu anlatamam.Beni ihya ettiniz.

    Mum yakanlar şu kişilerdir. 10 yıl öncesinde kürt kelimesi birinin ağzından çıkınca kırk defa özür diliyordu şimdi herkes istediğini söyleyebiliyor bu ülkenin başbakanı çıkıp da ahmet kayayı bu ülkenin değeridir diyecek denilse 10 yıl öncesinde olmaz öyle şey denilirdi ama şimdi diyor.. devlet kürtçe yayın yapacak milletvekilleri katılacak kürtçe şarkı söyleyecekler imkansızdı özerklikten bölünmekten bahsediyorlar çıkıp ortalıkta eskiden olsa cümlelerini tamamlamaya fırsat kalmadan kelepçelenip hapse atılırdı.Gnelkurmay başkanı çıkacak muhtıra yayınlayacak ertesi gün hükümet çıkacak da herkes i,şine baksın asker siyasete karışmasın diyecek askere diklenecek bunu tahayyül edebilirmiydiniz. orduevlerine girilip arama yapılacak şunu niye yaptın diye askere hesap sorulacak nerdeee… orgneraller korgeneralleri savcı çağırmaya cesaret edecek onlar da lütfedip gelip ifade verecekler ve tutuklanacaklar … yüksek askeri şura yapılacak asker, şu kuvvet komutabnı şu genelkurmay başkanı olsun diyecek de cumhurbaşkanı başbakan engel olacak…bunlar 10 yıl öncesinde kimin düşüneceği şeylerdi. Allah aşkına şu sokağa çıkın da sorun halka artık kaç kişi genelkurmay başkanının adını biliyor her olayda ortaya çıkıp şöyle olmalı diyen asker nerede kaldı.Başörtüsü sorunu çözülüyor üniversitelerde artık kapıdan dönen kızlar görmüyoruz.Sınavlara girme konusunda tek tük sıkıntılar dışında bir problem kalmadı eğer provoke edilmezse bu sorunun kökten hallolacağı kamuda da serbest hale geleceği ortada ama maşa olma konusunda mahir aklı evvellerimiz çıkıp da arının deliğine çubuk sokmazlarsa bu iş daha erken olacaktır.
    Geceyarısı evlerinden alınıp asit kuyularına atılan kürt vatandaşların hesabı kim tarafındanm soruluyorsa onalardır mum yakanlar.ayak bağı olanlara da örnek vereyim Kürt halkını savunduklarını iddia eden kandan beslenen her fırsatta çözümü engellemeye çalışan 13 şehit haberi geldiği gün insanların yüreği yanarken çıkıp da demokratik özerklik ilan etme cüreti gösterip yara kaşıyan yüzsüz insanlardır.
    Kürt halkını savunurken seçimlerde tehdit edilerek oyları gaspedilen zorla kepenkleri kapattırılan kürt halkını neden görmüyorsıunuz.

    İsrail cumhurbaşkanına dünyanın gözü önünde ağzıan geleni söyleyen kimse odur mum yakan.
    2011 de Dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisidir Türkiye; ama doğru ekonomi önemli değil sizin için maaşınız bir gün gecikse bu nasıl iş dersiniz eminim hidroelektrik santrallere de karşı çıkarsınız ama bir gün elektrik kesilse hükümete yüklenirsiniz nasıl üretilecek elektrik elleriyle jeneratör mü çevirecekler ??Çarşı herşeye karşı hesabı sizinkisi anlaşılan

    Arap ülkelerinde türkiye denilince insanlar amerikan uşağı düşman olarak görüyorlardı şimdi türkiyeyi kurtarıcı olarak görüyorlar dışişleri bakanımız başbakanımız gidip herhangibir arap kentinde mititing düzenliyor halk coşkuyla karşılıyor ellerinde bayrağımızla…Türkiye denince insanlar önlerini ilikliyor.
    Bütün bunları dünya görüyüor ama maalesef biz görmüyoruz mum yakanlar bu kişilerdir işte… Allah onlardan razı olsun
    Artık bu konuyu da fazla uzatmanın gereği yok verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz.

irfan günen için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et