Platon’un Devlet Kitabını Modern Devlet Sistemleri ile Bir Değerlendirme – Banu Gün

Kitabın Adı: Devlet                                              

Yazarın Adı: Platon

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Çevirmen: Sabahattin Eyüboğlu, M.Ali Cimcoz

Baskı Tarihi: 30 Ocak 2019

Platon veya Eflatun antik Yunan felsefesinin önde gelen isimlerindendir. Atinan’ın önde gelen soylu ailelerinden birine mensuptur. Bu sebeple karakteri ve düşünsel kimliği aristokratik bir çevre içinde belirlendi. Kaynaklara göre, Platon gençlik dönemlerinde güreşle ve tiyatro oyun yazarlığı ile ilgilenmişti. Atina’nın önemli figürlerinden biri olan Sokrates’in öğrencisidir. Platon’un felsefik gelişimi ve düşünce dünyasının şekillenmesinde Sokrates’in etkisi büyüktür. Platon tahmini 25-27 yaşlarında iken Platon Atina demokrasisine karşı bir tez savunduğu için ölüme mahkum edilmiştir. Sokrates’in görüşlerine ve onun siyasi düşüncelerine Platon aracılığı ile ulaşabiliyoruz. Platon, Sokrates’in Savunması isimli eserinde suçlamaları, mahkeme kararlarını, Sokrates’in tutumunu ve kendi düşüncelerini açıkça belirtir. Platon, fikir önderi olan Sokrates’in ölümüyle, demokrasi kavramına farklı bakış açıları ile yönelmiştir. İnsanın kişiliğinin ve düşünce dünyasının oluşmasında yaşadığı yerin özellikleri belirler. Platon’un gençlik dönemi ve Sokrates’in idamı yaklaşık olarak Antik Yunan devletleri olan Sparta ve Atina’nın güç kazandığı, politik olarak yükseldiği döneme rastlar. Siyasal değişimler, doğrudan demokrasi eleştirileri dönemin düşünürleri arasında yaygın tartışılan konulardandır.

Platon’un Devlet kitabı 10 ayrı kitabın bir araya getirilmesiyle oluşturuldu. Her bölümde ideal devlet, farklı boyutları ile ele alınmış. Kitap, karakter sohbetleri şeklinde yazılmış. Bu karakterlerden en önemli ve ana kişi ise Sokrates. Kitap ana hatları itibariyle Sokrates’in ideal devlet anlayışını ele alır. Kitabın cümleleri ve yazım dili oldukça duru bir anlatıma sahiptir. Akıcı olmasının yanı sıra, Sokrates karakteri sabit dururken tartıştıkları kişiler her bölümde farklılaşır. Tez ve antitez kuramları ile şekillenen kitap, şüpheci bir yaklaşımı okurlara hissettirir. Siyaset tarihi ve felsefeyi oldukça etkileyen bu kitap, son bölümlerde varlık felsefesine de değinir. Sokrates’in ideal devlet anlayışında filozoflar, halkı ellerinde tutan önemli bir konumdadır. Filozofların düşünce sistemleri, adalet anlayışları, doğru ve yanlış kavramlarını devlet bazında ele alır. Bu çalışma, günümüz devlet anlayışının Platon’un devlet kitabındaki ideal devlet anlayışı  ile karşılaştırmalı olarak analizi amaçlanır. Burada söylenmesi gereken önemli hususlardan biri günümüz devlet anlayışları ele alınırken genel ve yaygın anlayışlar üzerinden değerlendirme yapılacaktır. Platon’un Devlet kitabı her ne kadar Antik Yunan tarihine ışık tutsa da sonraki dönemler siyaset felsefesine ve devlet teorilerine önemli katkısı olmuştur.

Devlet kitabının ilk bölümünde adalet kavramı ele alınmış. Birinci bölümün seyri Sokrates’in yaşlılık ile ilgili çevresindekilere soru sormasıyla başlar. Ardından adillik ve adalet kavramları ele alınır. Adil bir davranış her zaman iyiliği taşır mı, düşüncesine Polemarkhos katılmaz. O kötülük yapanlara karşı kötü ile cevap verilmesini savunur. Sokrates ise bu düşünce üzerinden kötü bir insana kötülükle yaklaşmanın ona ve yaklaşana adaletsizlik getireceğini düşünür. Eğer Polemarkhos’un düşüncesi gibi bir adalet kavramı olsaydı, kötü insanlar arkadaşlarına ve dostlarına kötü davranır, düşmanlarına ise -iyi insanlara- iyi davranmak durumunda kalmaları gerekirdi. Sokrates soru sorma yöntemi ile karşısındaki kişileri anlamaya çalışırken, onların öne sürdükleri düşünceleri örneklerle çözmeye çalışır. Bir devlette yöneticinin adil davranmaması bu durumda kendi kendini bitirmesi anlamına gelmektedir. Çünkü adaletsizlik hem karşı tarafı hem de kendisini tüketir. O halde adil davranmalı ve düzeni sağlamalıdır. Adil olmayan insan başarılı olabilir mi? sorusuna başarılı olabilir fakat bu başarıyı etrafına yansıttığı adaletle değil kendi içindeki adaletle gerçekleştirebileceğini söyler. Kısaca değindiğimiz Sokrates’in adalet kavramını günümüz adalet kavramı ile karşılaştıracak olursak çeşitli farklılar görürüz. Felsefi olarak neyin adil olduğu tartışılması devlet bazında farklı düşüncelere yol açabiliyor. Günümüzde, devletlerin adil olması veya adaletle hareket etmesi tartışılan konulardan biridir. Uluslararası alanda adalet kavramı devletlerin çıkar kavramı ile uyuşuyor. Yöneticinin adil olması hak ve hukuka uygunluk kapsamında değerlendirilebilir. Her devletin kendi hukukunu doğru bir şekilde uygulaması ve topluma bu haklar çerçevesinde davranması adalet kavramının devlete yansımış halidir. Sokrates’in adalet kavramını yöneticilerin iyi olanı kötüden ayırma bilgisi olarak ele alması daha bireysel ve vicdana dayalı bir adaleti gösterir. Fakat yirmi birinci yüzyıl devletlerinde yöneticilerin vicdansal muhakemeleri ve iyilik tartışmaları bizlere adaleti tanımlamaz. Bir devletin adalet ile yönetilmesi hak ve hukuğa uygunluk derecesine göre şekillenir. Bu durumda Platon’un Devlet kitabında ele alınan adalet kavramı günümüze gelene kadar bireysel bir erdemden ziyade toplumsal bir hak konumuna gelmiş diyebiliriz. Çünkü uluslararası ilişkilerin gelişmesi, ulusal antlaşmalar gibi somut hak koruyucular modern dönemin önemli izlerindendir. Sokrates’in adalet kavramı vicdani bir erdem olarak ele alınır. Fakat modern dönemde yöneticiler tekil olarak devletin yöneticisi konumunda değiller. Modern devletler yönetimi bireysel olarak değil toplumsal bir olgu olarak ele alınır. Modern devletlerin var olma kaynaklarından biri olan toplumsal sözleşme, insanların hakkı için “koruyucu” konumunda bir devlet ihtiyacına işaret eder. Adalet, hakkı hak sahibine vermek tanımı ile kullanılırsa devlet burada adil bir yapı olmanın zorunluluğunu taşımaktadır. Teorik olarak sözleşmeler, insan hakları antlaşmaları, anayasalar bu adaleti sağlar. Fakat pratik kısım, çıkarlar uğruna zedelenebilir. Burada hem modern devlet anlayışı hem Platon’un devlet anlayışı, devleti adaleti sağlayan bir korucu görevinde tutar. Aynı zamanda Devlet kitabındaki adalet kavramı siyaset felsefesinde temel olgularından biri olmasının yanı sıra, günümüz devlet anlayışlarında zamanla yontularak şekil değiştirmiştir.

İkinci bölüm Sokrates’in ideal devlet teorisine giriş mahiyetindedir. Adalet kavramı yeniden ele alınır. Ayrıca bu bölümün merkezi noktası Glaukon’un Sokrates’e meydan okumasıdır. Glaukon’un anlattıkları özelinde devletin adil olması yeterli midir, sorusuna ilerleyen bölümlerde Sokrates değinecektir. Gloukon’un anlattığı çoban hikayesi, adaletin kötü şeylere de yol açabileceğini savunur. En azından adaletin her zaman doğruluğu sağlamadığını, adaletsizlik yapan bir yöneticinin ceza almadığı takdirde ona yarar sağlayacağını savunur. Burada devletin sadece adalete dayandırılması eleştirilir. Temel, adaletle sağlansa da daha geniş bir çerçevede ele alınmalıdır. Modern devlet sistemlerinde Glaukon’un adalet görüşünde olduğu gibi yapılan haksızlık eğer görünmüyorsa, cezalandırılmıyorsa, ortada bir adaletsizlik iddiası var olmuyor. Örneğin uluslararası devlet komiteleri mültecilere yapılan haksız durumlara göz kapayarak ortada huzurlu bir adalet ilişkisi varmış gibi davranabiliyorlar. Haksızlık eylemi çoban hikayesindeki görünmez adamın yaptığı kötülüklerin dış dünyada bir karşılığı olmaması gibi birçok haksız durumun belirli sınırlarda hiçbir karşılığı olmamasına benzer. Örneğin son on yılın büyük çaplı devletlerinde vergi reformları az kazanan halktan daha çok vergi ile sistemleşiyor. Vergi adaleti prensibinin hayata geçirilmemesi, adaletin sadece hukuk alanında faaliyet gösterdiğine işaret ediyor. Çoban hikayesinde görünmez adamı işleyen bir devlete benzetecek olursak, bazı adaletsizliklerin görünmediği takdirde meşrulaştırılabileceğini simgeleyebilir.

Üçüncü ve dördüncü bölümde Sokrates, devletin koruyucu güçleri üzerinde durur. Dış güçlerin saldırılarına karşı devlet içinde özenle yetiştirilecek bekçilere ihtiyaç vardır. Bekçiler, fiziksel olarak kuvvetli olmalarının yanı sıra akli olarak da özenle seçilir. Bekçilerin eğitimlerinde dikkat edilmesi gereken en önemli unsurlar, müzik ve mitlerdir. Sokrates’e göre müzik ruhu dizginleyebilir. Mitler ve efsaneler ise iyi seçilmeli veya hiç anlatılmamalıdır. Efsanelerde Yunan tanrılarının cezalandırılması, hades -cehennem- gibi noktalar bekçileri kötü etkileyebilir. Bekçileri günümüzün militarist anlayışlarına benzetebiliriz. Askeri eğitimler bekçilerin eğitimleri gibi dikkatli ve otoriter bir şekildedir. Askeri olgular devletlerin koruyucu gücünü temsil eder. Modern devletlerde Sokrates’in bekçi kavramından farklı olan taraf ise zihin eğitimidir. Sokrates, bekçilerin bedensel gücünün yanında zihinsel faaliyetlerde yetiştirilmesi gerektiğini söyler. Yirmibirinci yüzyılda bir insanın zihin gelişimi her an tetiklenebilir. Metropoller, kalabalık toplumlar, teknolojiler ile birlikte zihin gelişimi sadece bir tarafa evrilemez çünkü tetikleyici birçok unsur vardır. Her ne kadar baskın bir askeri eğitimin dünya devletlerinde var olduğunu söylesek de, zihin, Antik Yunan devletlerindeki kadar yönetilebilir olamaz. Medya ve modanın kitle araçları ile insanları doğrudan yönlendirmesi oldukça kolaydır. Bu bölümde değinilen bir diğer konu ise toplumsal sınıflar ve devlet yönetimidir. Sokrates devlet yönetiminde olacak kişilerin dikkatli seçilmesi gerektiğini vurgular. Filozoflar ülke için ideal olan iyi ve doğru bilgiye sahip olan kişiler oldukları için devletin başına geçmelidirler. Devlet yönetimini kaptanlık yapmaya benzeten Sokrates, bu bölümde toplumun katmanlarına da değinir. İnsanların özleri yaratılırken bazılarını gümüş, bazılarına altın bazılarına ise demir ve tunç katılır. Altın özlü insanlar akıl ve bilgeliği temsil ettikleri için yönetici konumundadırlar. Modern devlet sistemlerinde yöneticilerin toplumda herhangi bir ayrıcalıklı sınıf konumunda doğmadıklarını belirtebiliriz. Bazı ülkelerin monarşi yönetim biçimleri soy ayrıcalıklı olmaları Sokrates’in yönetici sınıfına benzetilebilir. Fakat, toplumu yönetici, koruyucu, üretici gibi kesin sınırlarla ayırmak mümkün değildir. Örneğin bir devlet yöneticisi aynı zamanda askeri bir konumda olabilir. Veyahut bir üreticinin özünde altından daha değersiz olan tunç ve bakır olması, onu toplumda hayalet bir alt sınıfa dahil edecektir. Bu durumu modern devlet sistemlerindeki sosyo ekonomik ayrımlar ile eşleştirebiliriz. Öz kavramı gibi yaratılış bazlı olmaktan ziyade, ekonomik bir gösterge olarak karşımıza çıkabilir. Ek olarak Sokrates’in öz ayrımları görünmez soyut bir kavram olarak ele alınırsa, yirmi birinci yüzyılın devlet yöneticilerinin popülaritesine eş olabilir. Siyaset felsefesi olarak bu durumun analizi varlık felsefesine kadar yol alır.

 

Devlet kitabında hangi düşüncelerin Platon’a hangi düşüncelerin Sokrates’e ait olduğunu bilmemiz mümkün değil. Siyaset felsefesinin temelindeki ilk ütopik devlet anlayışının Sokratese ait olması dahi Platon sayesinde gerçekleşmiştir. Fakat Sokrates, Platon’un bize tanıttığı kadar var olmuştur. Kitap, sokrates’in insanlarla diyaloğu halinde gitse de öne sürülen çoğu düşünce Platonla da bütünleşmiştir. Sokrates ve Platon bu hususta bir görülebilir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde devlet içindeki “adaletin” yeniden tanımlandığını görebiliyoruz. Adalet, sınıfların kendi yaratılışları içinde uyumlu olmasıdır. Devletin ahenkle hareket etmesi ve canlı bir organizmaya benzetilmesi günümüz için de geçerli olan bir durumdur. Zira devletler, doğar,  büyür ve ölürler. Her devrim, ihtilal veya savaş çoğu zaman birçok devletin sonunu hazırlamıştır. Bunu yüzyıllar bağlamında düşündüğümüzde, birçok devletin tarihten silindiğini görebiliriz. Beşinci bölümde değinilen özel hayat, günümüz toplumu için önemli bir noktadır. Sokrates, ailenin ortadan kaldırılması gerektiğini savunur. Ayrıca kadın ve çocukların “ortak” bağlamda değerlendirilmesini doğru bulur. Bu kısım, bir yanıyla günümüzün toplum sistemleri ile çelişirken, diğer bir yanıyla benzerlik gösterir. Yirmibirinci yüzyıl devlet yapılarında “aile” önemini kaybetmiştir. Burada doğu ve batı devletlerinin ayrımını yapmak gerekir. İnançların ve dinlerin değer kaybetmediği devletlerde aile yapıları önemini koruyor. Bunun nedeni, dünyadaki baskın dinlerin ve inançların aileyi desteklemesidir. Fakat diğer bir yandan, inançların yok sayılması, ideoloji yelpazesinin genişlemesi ile aile birimi yok sayılır. Sokrates’in aileyi kaldırmayı istemesinin nedeni özel birimciklerin ideal devlette olmaması gerektiğine inandığı içindir. Bu bağlamda, aile modern devlette özel bir birim midir, bu tartışılmalıdır. Gerek medyanın kuşatması, gerek değerlerin yok sayılması ile aile özel bir birim olmaktan çıkar durumu gelmiştir. Kendi içine kapalılığı, modern devlet tarafından işgal altındadır. Ek olarak Andrew heywood, Siyasi İdeolojiler adlı kitabındaki totaliteryanizm tanımlaması, Platon’un devletindeki kontrol mekanizmasına benzemektedir. “Totaliteryanizm, devletin tüm toplumsal kurumlara nüfuz edip onları kontrol altına aldığı, böylece sivil toplumu ve özel hayatı yok ettiği, bütünü kapsamına alan bir siyasi hükümranlık sürecidir.”(Andrew Heywood, Siyasi İdeolojiler, çeviri: Levent Köker, BB101, 2016 sy. 327) Modern siyaset sisteminde bu durum baskıcı bir tutum olarak görülür. O halde Sokrates’in aile ile ilgili düşüncelerinin bir noktada gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz.

Yedinci bölümde Sokrates’in meşhur mağara alegorisi ele alınır. Platon buradan yola çıkarak nesneler ve ideaların oluşturduğu iki farklı dünyayı ortaya atar. Mağarada bir grup insan ellerinden zincirlerine bağlı bir şekilde gölgeleri seyreder. İnsanlardan biri zincirinden kurtulmayı başarır ve aslında izledikleri gölgelerin dışarıda hareket eden gerçek insanlardan kaynaklandığını anlar. Fakat mağaraya geldiğinde arkadaşlarına bunu inandıramaz. Gölgeler, insanın zihinsel olarak var olduğu dünyadır ve nesneler bedensel olarak yaşadığı dünyadır. Bu durumda zincirlerinden kurtulan tek insan düşünen, sorgulayan insanı, filozofluğu temsil eder. Zincirler ise sıkı sıkıya bağlı olunan kurallara işaret etmektedir. Bu imgeleme göre modern devleti yeniden anlamaya çalışırsak, özgürlük kavramını ele almamız gerekir. Modern devlet anlayışında özgürlüğün kısıtlanması somut bir biçimde gerçekleştirilmiyor. Kölelik, dünya çapında sürdürülebilen bir durum olmadı. Fakat kapitalizmin doğuşu ile insanlar, kendi paraları ile memnuniyet içerisinde özgürlüklerinden vazgeçtiler. Mağara alegorisini, modern devlet sistemlerine uyarlamaya çalışırsak insanların bileklerinde bir zincir göremeyiz. Ancak insanlar modern toplumlarda gölgeleri gerçeklik sanmayı tercih ediyor. Kapitalist anlayış ile, paranın insanların zihnini yönlendirmesi bu köleliğin bir göstergesi. Devletlerin uluslararası üstünlüğü ekonomik çıkar ile sağlamasını baz alırsak, antlaşmaların, savaşların merkezi kaynağını para olarak gösterebiliriz. O halde, insanların parayı bir amaç haline getirmeleri ve onun uğrunda birçok değeri görmezden gelmeleri özgürlüklerini teslim ettiklerini apaçık ortaya koyuyor. Sekizinci bölümde ise devletlerin yönetim biçimlerinden bahsedilmiştir. Antik Yunan devletleri doğrudan demokrasi ile yönetiliyordu. Sokrates, demokrasinin bir adım sonrasının tiranlık olduğunu öne sürer. Demokrasiye değinirken, “hürriyet” arzusunun demokrasiyi hem şekillendirdiğini hem de bitirdiğini söyler. Halk demokrasiyi yönetenden özgürlüklerini ister. Devlet bunu bir kısma kadar sağlar fakat bir süre sonra insanlar daha fazla özgürlük isteyecektir. Sokrates’in bu yaklaşımı günümüz modern devletlerinin demokrasi tanımı ile tam olarak uyuşmuyor. Demokrasi zamanla gelişip, farklı bir şekle bürünmüştür. Halkın yönetimi olarak ele alınsa da modern devletlerde, halk kendisi için temsilci seçmekten ileriye gidemez. Platon’un “Demokratia” kavramında hürriyetin aşırılığı vurgulanır. Fakat modern demokratik devlet anlayışlarında, halk temel ve genel siyasi kararları alabilir. Halkın alabileceği kararlar üzerinde bir sınırlılık vardır. Antik Yunan’ın doğrudan demokrasi anlayışı ile modern devletlerin demokrasi anlayışları birbirinden oldukça uzaklaşmıştır. Teori ve pratik olarak demokrasi yönetim biçiminin insanlara özgürlüklerini verip vermediği konusu tartışılabilir. Fakat önemli nokta Sokrates’in belirttiği gibi demokrasilerin insanları aşırı bir özgürlük anlayışına sürükleyip sürüklemediğidir. Modern dünyanın demokratik ülkelerini ele aldığımızda, devlet yasalar ile insanlara temel hak sağlıyor. Fakat her insan aynı özgürlüklere sahip değil. Ekonomik uçurumlar, ırka bağlı olarak gerçekleştirilen ayrımcılıklar ve daha birçok neden hakların sadece kağıt üzerinde kalmasını sağlıyor. Sokrates’in belirttiği aşırı özgürlük isteği için, öncelikle temel hakların sağlanması ve toplumların refah düzeyine ulaşması gerekir. Modern dünyada demokrasi ile yönetilen devletlerin refah düzeyi tartışılabilir bir durumdur. Sokrates’in demokrasi tanımında kullandığı, aşırılık, modern dünyada refah düzeyinin yükseklerde olduğu demokrasiler için bir tehdit oluşturur. Zira bazı zamanlar demokrasiler, insanlara haklarını vermek yerine onlardan yaşama hakkını dahi almıştır. Örneğin en büyük katliamlardan birini gerçekleştiren Hitler’i halk seçmiş, sosyalist Alman işçi partisi olarak meclise girmiş ve oylar ile iktidara gelmiştir. Demokrasi basamaklarından yükselen Hitler, dünyanın görüp göremeyeceği büyük bir katliam gerçekleştirmiştir. Dokuzuncu ve onuncu bölümde ise insan olmak üzerine sürdürülen diyaloglar mevcut. Bu bölümlerde doğruluk, iyilik gibi bireysel kavramlar tartışılıyor.

 

Sonuç olarak, yirmi birinci yüzyılın modern devlet sistemlerini Platon’un Devlet kitabı ile analiz ettik. Devlet kitabı İlk ütopik devlet anlayışı olması ile siyaset teorilerinin merkezi eseri olmuştur. Bir devletin nasıl yönetileceği, iyi bir yöneticinin nasıl olması gerektiği gibi ana konular detaylı incelenmiştir. Analiz durumunda dönemin siyasi ve toplumsal ruhu da ele alınmalıdır. Antik Yunan devletlerinde azınlık asil grubun karar aldığını göz ardı etmemiz gerekir. Devlet kitabındaki ideal devlet bir bütün olarak modern devletler ile uyuşmasa da onların gelişiminde bir alt taban olmuştur. Modern dönemde devletlerin kapitalist sisteme yönelmeleri devlet kavramındaki adalet ve erdem gibi önemli noktaları aşındırmıştır. Yoksulluğun ve yolsuzluğun artması, insan katliamları, savaşlar, manipülasyon gibi birçok etken bu kavramların devlet yönetimlerinde merkezi bir nokta olmadığının göstergesidir. Platon’un miras bıraktığı geleneğin günümüz devletleri için hala ulaşılmamış bir nokta olduğu söylenebilir. Ortak iyi ve doğruda buluşabilen halk, bu noktada devletlerin en önemli ihtiyacı sayılacaktır.

Etiket(ler): , , , , , .Yer işareti koy Kalıcı Bağlantı.

Bir yanıt yazın